“… SSTC öğrenme yolculuklarında hep sorarım: “Bu elimde gördüğünüz broşür sizce ne kadar değerlidir ?”. Herkes kendince bir değer biçer ve doğru yanıta geçmeden önce bir anımı anlatırım… Krizin derinleşmekte olduğu 1994 yılında satışın bölge müdürüyken yeni bir satış elemanı transfer edecektik. İki güçlü adayımız vardı. Birisi daha iyi görünüyordu. Ne var ki Tire’deki en önemli müşterisine promosyon malzemesini verirken gösterdiği duyarsızlık şansını birden sıfıra düşürmüştü…”
Merhaba
Konu başlığıyla giriş kısmının ilgisi ilk anda sünnetçinin vitrinindeki saat gibi duruyor. İlgi, ilişki kurabilmek çok kolay değil. Aslında göründüğü gibi değil. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Tıpkı yıllar önce internette dolaşan fıkrada anlatıldığı gibi. Hani
“…Baş melek stajyer melekle yeryüzüne iner, birer insan kılığında. Önce köyün en zengin adamının kapısını çalarlar bir akşam üzeri. “Tanrı misafiriyiz” derler. Bir karış suratla, isteksizce eve kabul eder kötü, zengin adam. Önlerini bir lokma ekmek çıkarmaz; altlarına bir yatak sermez. Stajyer melek çok kızgındır. Sabah ayrılacakları zaman ev sahibi yanlarına gelir. Tam o sırada yer döşemesindeki bir tahtanın kırık olduğunu görür stajyer melek ve sevinir kötü zengin adam aşağı düşüp ölsün diye. Baş melek eliyle tahtaya dokunur. Tahta sağlamlaşır. Adam düşmez ve evden ayrılırlar. Ertesi akşam köyün en fakir ailesinin evine giderler yine Tanrı misafiri olarak. Yaşlı bir karı kocadır bu kez ev sahipleri. Birtek inekleri vardır. Ellerindeki bir kap sütü, biraz peyniri misafirleriyle paylaşırlar ve kendi yataklarını verirler rahat etsinler diye. Sabahleyin evden ayrılacakları zaman stajyer melek ineğin öldüğünü görür. Dayanamaz. Baş meleğe itiraz eder. Der ki “Yerdeki tahtayı onarmasaydın kötü zengin ölecekti”. Baş melek “göründüğü gibi değil.” der. Stajyer melek itirazını sürdürür “iyi insanların bir tek inekleri vardı; isteseydin Azraille konuşur ineği kurtarırdın.” diye sesini yükseltir. Baş melek yine “göründüğü gibi değil.” der ve açıklar. “Yerdeki tahtanın altında bir küp altın vardı ve kötü adam daha zengin olacaktı; tahtayı onardım altını bulamasın diye. İneğe gelince, o gece Azrail ihtiyarların canını almaya gelmişti ve ancak ineğin canını almasına ikna edebildim”.
Bu kısa fıkrayı hep anımsarım. Görünenlerin ötesinde neler olduğunu anlayabilmek için. Öncelikle biraz sabır gerek ve biraz daha fazla da hoşgörü.
Şimdi gelelim yazımın başlığına: Bu hafta sonu İsviçre’ye gidiyorum; gidiyoruz Nezuş’la ikimiz. İlk İsviçre seyahatim yirmi üç yıl önce “Aplikasyon Eğitimi” içindi. Oniki günü eğitim, sonrasındaki dört günü ise Lusern’de gezi ve Basel’da ziyaretlerdi. Enstitüden yeni transfer olmuştum. Beş yıl fakülte ve sonrasındaki onbeş yıl Enstitüde öğrenemediklerimi oniki günde Les Barges’daki yoğunlaştırılmış eğitimde öğrenmiştim.
Orada edindiğim görsellere çok değer verdim. Hiç elimden düşürmedim. Hep uygulamaya ve paylaşmaya, etrafıma yaymaya çalıştım. Çevremdekiler bundan mutlu mu oldular ? Sanmıyorum. Bugün olduğu gibi dün de çevreme verdiğim rahatsızlıktan hep uzak durmayı yeğlediler. Çünkü rahatlık zonlarından çıkmak zor geliyordu. Tanımlanmış sorumluluk alanları içinde mutlu mesut yaşamak için azınlık dayanışmasını sürdürmek daha iyi geliyordu.
Neden bugün bu yazı ?
Biraz önce bir telefon aldım. Çok mutlu oldum. Geçen gün rektör hoca ve yardımcılarıyla bir öğle yemeği yemiştim. SSTC öğrenme yolculuğu tanıtımından etkilendiler. Üniversite benden öncelikle kurum yöneticileri için SSTC öğrenme yolculuğunu istiyordu. Göklere uçtum. Ne var ki tarih uygun değildi. O tarihte İsviçre’de olacaktım. İnşallah daha ileri bir tarihte anlaşıp gerçekleştireceğim. Yardımcı eğitmen arıyorum. Eray “ben hazırım” diyor. Bırakın yardımcı olmayı benden daha iyi baş eğitmen olacağı kesin. Neden olmasın ? Ancak bugün aynı zamanda bir eğitimin nasıl daha verimli olacağına hazırlık aşamasına odaklanarak değinmek istiyorum. Geçen sene SynSeed ile çıkarkan hazırlıklarımızın dokuz ay önceden nasıl adım adım geliştiğini birlikte olduğum arkadaşlarım çok iyi anımsarlar. Yoksa bugün olduğu gibi “onbeş gün sonra yapsak” gibi olmaz. Hem verenin hazırlıkları ve hem de alanın algıları için eğitime verilen önemi yansıtmak için ekte üç pdf sayfası göreceksiniz. Bu sayfalarla hem arşivimde neleri sakladığımı hem de 1986 yılında Şubat ayında başlayan aday belirlemenin Ağustosta kesinleştirilmiş davetini; eylülde gerçekleştirilmesini onbeş gün sonra da kutlama ve beklentiyi dile getiren yazılardan türlü güzelliklerin fışkırdığını anlayacaksınız. Şimdilerde yapılanlar ise adeta “git dediler geldim abicim” benzeri. O nedenle sorumu yineliyorum: “Bu elimde gördüğünüz broşür sizce kaç paralık; değeri ne kadar ?” ve doğru yanıt “sen ne kadar değer veriyorsan, o kadar abicim“.
Yirmiüç sene önce İsviçre benim için bu denli anlamlıydı. Ardından dokuz yıl önce Nezuş’la çıktığım İsviçre yolculuğu ise tam anlamıyla “bas ü badel mevt” gibiydi. Henüz by-pass’ın etkilerini üzerimden atamamıştım ve binlerce güzelliği paylaşmıştık. Bu kez de araya iki gün sıkıştırıp Lusern’e gideceğiz ve Pilatus’a çıkacağız. Allah nasip ederse. Çok şükür ki bugün sevgili Özgen ve Eray’ın dost meslektaşlarıyla, tüm Copcuların dua ve yakın ilgileriyle ablam daha sağlıklı ve gözümüz arkada kalmayacak.
“Hiçbir şey göründüğü gibi değil” ifadesi yaşamın her anında ve heryerde geçerli. Sabah kapalı otoparka arabamı bırakıp Hostcini’ye yürürken yol üstündeki dostlarıma heyecanla, neş’eyle el sallıyorum. Görünenlerin ötesinde kimbilir neler konuşuluyor. Normal. Şimdi kendimi mesleğimin uzantısı olan SSTC öğrenme yolculuklarında “eylemli doçent” olarak görüyorum. Sahi siz “eylemli doçent” ne demektir bilir misiniz ? Hiç deneme dersine girdiniz mi ? Ben birkaçını anımsıyorum. Örneğin yıllar önce FAO Introduksiyon Merkezi’nden Üniversiteye transfer olan ve Elektronik Hesap Merkezi’ni kuran Prof.Dr.O.Manas’ın deneme dersinde de not tutarken yan taraftan bir uyarı gelmişti “deneme dersinde not tutulmaz” diye. Kim demiş ? Ben her zaman her yerde not tutarım; hatta “bağlayın şu adamın ellerini yazmasın” diyen otoritenin kızgın uyarısında bile.
O zaman kendime sormam gerek “herkesin rahatını kaçırırsan, herkesi MASlaştırmaya çalışırsan, asıl önemlisi hep yazıp herkesi yazma standardına eriştirmeye çalışırsan,… seni niye sevsinler ki ?”.
Sözler uçar, yazılar baki kalır… Bu baki de diğerlerini rahatsız eder. Halbuki gül gibi geçinip gitmektedirler.
İsviçre seyahatim nedeniyle yazılarıma bir süre ara vereceğim. Dönüşte görüşmek üzere yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü (mustafa@copcu.com)