Yaşam Büfesinde “Dalgalanmanın Sırrı”

“… 16 ya da 26 yaşında, karşıt cinsle ilişki kurmak üzere olduğunuz günleri anımsıyor musunuz ? Kalbiniz hızla atıyordu. Hamile kalabileceğinizi, ya da hamile bırakabileceğinizi, hatta AIDS kapabileceğinizi biliyordunuz. Hiçbir zaman korunmasız ya da evlilik öncesi ilişkiye girmeyeceğinizi düşünürdünüz. Bu durumun nedenleri aşağıda sayılanlardan herhangi biri olabilirdi…”

Merhaba

Neden bilmiyorum; bugün, pazar sabahında yine Çeşme’nin Eylül güzelliklerinden etkilenmiş olarak yazımda rota değişikliği yapıyorum. Ya da yaptığımı sanıyorum; çünkü bir de bakmışım yine sözlerim dönüp dolaşıp aynı noktada buluşacak. Galiba bu durum “dervişin fikri ve zikri”nin benzerliğini yansıtıyor. Bu sabah deniz kenarında elimdeki kitabım yıllardır kitaplarını zevkle ve defalarca okuduğum Dr.Ken Blanchard‘ın “Liderlikte Çıtayı Yükseltmek” idi. Dr.Ken’i 1994 başlarında Dr.H.P.Hardmeyer’den “Liderlik ve Koçluk” eğitimi aldıktan hmen sonra tanımıştım. Türkiye’de MESS tarafından yayınlanması desteklenen “Bir Dakika Yöneticisi” kitap serisini edinmiştim. Daha sonra sistem beni üç kez “Konumsal Liderlik” prensipleriyle kişilik anketine alırken, karar vericilerin ilettiği sonuçları bir de ben kendim doğrudan ulaşmak istemiştim. Ardında Alev’le birlikte 1995 yılında tüm üst düzey yöneticilere (daha sonra ülke müdürümüz olan baş Kerim de dahil) biz aynı eğitimi verirken içeriğini bu kitaplarla zenginleştirmiştik. Geçtiğimiz Ağustos ayının müdürler toplantısında bugünün baş Keriminin yaklaşımlarını da yıllar sonra aynı testle değerlendirmeye çalışmıştım. Dr.Ken, Amerika’da bir süre Ünüversite hocalığı yapmış; fakat sınav sorularını sene başında dağıttığı için sistem tarafından eleştirilmiş ve o da kendi şirketini kurup inançları doğrultusunda topluma katkılarını üst düzeylere eriştirmiş. Ne mutlu Ken gibi olanlara. Son kitabını da “koçluk çabaları”mızın arttığı süreçte (2007 sonları) edinmiştim. Aynı anda “koçluk” hocamızı da kitaptan haberdar etmiştim.  O da almış ve beğenilerini iletmişti. İki yıl önce Çanakkale’de başlıyan güncel koçluğumuz, Bursa üzerinden Antalya’ya uzanmış ve yurtiçinde “ACHIVE” metoduyla edinilen prensipler daha sonra kimi seçilmiş koçlarda İsviçre’deki GROW Metoduyla pekiştirilmiştir. Edindiği becerileri, SSTC ile sıraya geçtikleri, 7/24 açık olan yaşam büfesinde öne doğru ilerlemede etkili olarak kullananlara, bu beceriyi alışkanlık haline getirip kendisinin, ötekinin, ekibin ve kurumun işlerini kolaylaştıran, Tosunluğu unutmadan Kerimleşenlere ne mutlu. Yolları hep aydınlık olsun.

Satır arasına sıkıştırmak istediğim bir sitemim var ve vurgusu biraz ağırlıklı olsun için fıkrayla konuya girmek istiyorum:

“…İri yarı boksör karakola gelir ve elinden tutup zorla getirdiği bir de cılız bir adam vardır yanında. Komsere döner ve “bu adamdan şikayetçiyim; beni dövdü” der. Komser bir boksöre bakar bir de çelimsiz adama. Gülsün mü kızsın mı bilemez. Yerini ve rolünü unutup boksöre sorar: “Sen niye onu dövmedin ?”. Boksör sakince yanıtlar “Parasız dövüşmem ki..”

Bu fıkra bana koçluğumuzu kolaylaştırmada bize yol gösteren hocamızı (ZA) anımsattı. Ne güzel yazışırdık. En son muhtarın kapısında görmüştüm. Samimiydi. İlişkimiz koptu gitti ve aklımda yukarıdaki fıkranın etkisi kaldı. Haklı mıyım ? bilmiyorum. Yukarıdaki fıkra bana aynı zamanda yaklaşık yirmi yıl önce Balçova’daki bir toplantıyı anımsattı.

“…Siz Kornişon nedir, bilir misiniz ? Hani şu dikenli, küçük, turşuluk hıyarlar var ya, onun Fransızca (!) adıdır Kornişon. Ege Bölgesinde Kornişon yetiştiriciliği  benim için esas olarak Bayan Çarkacı’nın gayretleriyle gelişmiştir. Bir de bir kurumdan istifa edip de nereye gittiğiniz belli olmasın isterseniz “kornişion yetiştiricem” demek de adetten olmuştur bizim sektörümüzde. Herneyse sadede geleyim. Balçova’daki kornişoncular toplantısında benim de bir sunumum var ve ana mesaj olarak “dürüst olun; kaçacak onuncu köyünüz olmayacak birgün” diyorum. Sunuculardan birisi de hocaların hocası, konunun uzmanı ve o da kimi prensipleri veriyor. Kornişonculara önderlik eden, meslektaşımız rahmetli Memduh Ziraat Bankasındaki kontrollü kredilerden istifa edip şirketini kurmuş ve çözüm reçetesi istiyor hocaların hocasından. Hoca da “burda olmaz okula gel” diyor. Yani bir başka boksör öyküsü…”

Hayatımız hikaye. Ders alana ne mutlu. Yazımın girişindeki öykü bir başka alem; Dr.Ken’den buralara gelmek bir başka zor gelişme. Ne alaka ? dediğinizi duyar gibiyim. Açıklıyacağım. Beş yıl kadar önce kurumum kendi liderlik modelini oluşturdu. Çerçeveyi çizdi. İçini doldurdu. Otuz iki küçük beceriden ne tür mucizeler yaratılabileceğini göstermeye çalıştı. Ben de seçilmişler arasındaydım. Paris’in kuzeyindeki bir şatoda başlayan eğitim Jim Amca’nın kitabındaki tüm esasları yansıtıyordu. Değişimi anlayabilmek için yumurtanın kırılmasını bekleme; kuluçka süresinin önemini bil; sonuç sana sürpriz olmasın; başkasına da diyordu Jim Collins “Good to Great” kitabındaki ilk “yumurta” analojisinde. Bu önerinin özellikle “yüksek performanslı ekip” olma yolundaki “performans yönetimi“ndeki önemini birkaç yıl sonra daha iyi anlayacaktık. Paris sonrası, hem de sadece bir ay sonrası, henüz öğrendiklerimizi özümsemeden, diğer seçilmiş Kerim’lerle (ve hatta iki baş Kerim’le) Çeşme’nin mükemmel bir otelinde buluşmuştuk. Tıpkı 1990 yılında Dr.J.Lowe’un “eğiticinin eğitimi” başlığı altında Bursa’da yaptığı gibiydi bu birliktelik. Yüzmeyi öğrenmeyi beklemiyorlardı. Bay Collins’in bir diğer analojisi olan “otobüs yolcuları” da apayrı bir mesaj mükemmelliği örneğidir; bugüne, yarına ve pekçok kuruma uygundur. Söylemekten geçemiyeceğim bir konu da “Tosun olmadan Kerim çarpmak” için yola çıkanların pekçoğu için henüz liderlikte ustalaşmadan koçluğa geçme zorlaması tam bir hataydı. Hatta konuk olarak katıldığım (çağrısız gittiğim) bir telekonferansta merkezdeki Kerimler durmadan koçluktan söz ettiklerinde dayanamamış, yarım yamalak İngilizcemle ilk adım olarak “Blanchard’ın Liderlik Yaklaşımı“na dikkat çekmeğe çalışmıştım. Emekler boşa gidiyordu. Temel olmayınca zemin ayakların altından kayıyordu. Bu nedenle Dr.Ken’e hemen hergün ayrı bir değer veriyorum. Ne işe yarıyorsa !

Böylece bu yazımda karakoldaki boksör benzetmesiyle “profesyonellik” algısını da örnekleriyle işlemiş ya da dokundurmuş oldum. “Etki ile Tepki” arasındaki boşluk bizim seçim alanımız olduğuna göre bu açılımların ucu da dönüp dolaşıp odağını bulacaktır. Yazımın başındaki öğrenme öyküsünün devamına geçmeden önce şu “odak” sözcüğüne de biraz yer vereyim. Bu sözlerimin kaynağı da Bay Covey‘in “önemli işlere öncelik” kitabının ana temasına dayanır. Kendimi örnekleyerek açıklamaya çalışayım:

  1. Türkiye bitki koruma sektörü benim “ilgi alanım“dır. Kırk yıldır içindeyim. Gelişmeler bakarım. Değişimleri irdelerim. Bazen panellerde konuşmacı olur “hatalardan öğrenme”yi örneklerim. İlgi alanlarımız aynı ve bu konuda bir çatışma yaşamıyoruz kurumsal çatımız altında.
  2. Danışmanlık verdiğim şirketin kurumsallaşma yolculuğunda yapılanlar benim “etki alanım“dır. Önerilerim olur. İzlerim; görür değerlendiririm. Katkılar sağlarım. Beraber olduklarımın da etki alanları aynı; onlar da bu alanda etkililer; hem de benden daha fazla sorumlulukla.
  3. Ortak kurumsal amaçlara yönelmiş, bütünleşik eylemlerle projeli yaşam ve ödülün paylaşılmasında dürüstlük benim “odak noktam“dır. Odağımda, özüme söz versemde duramam ve kolaylaştırmanın ötesinde BYB lık yaparım. Yaparken de “Rubigon’u aştığım” bilinciyle yaparım. İşte yorumcuların çatışma dediği de “odak kayması“ndan başka birşey değildir. Aynı noktada buluşabilmek doğal olarak her zaman kolay olmuyor. Yine de aklın yolunun bir olduğuna inancınız tamsa; niyetinizin safiyetine inanılıyorsa bu zor yoldaki öğrenmelerin kazandırdıkları bir başka güzel oluyor. Görelim Mevlam neyler; neylerse güzel eyler.

Şimdi gelelim Bay Hogan’dan ödünç aldığım yazımın girişindeki öykünün devamına. Şöyle yazmayı sürdürüyordu Bay K.Hogan “The Science of Influence /Etkileme Sanatı” isimli kitabında:

“…Nedeni ise aşağıda saydıklarımızdan herhangi biri olabilirdi:

  • Bunun yanlış olduğunu düşünüyordunuz.
  • Dininize aykırıydı.
  • Hayatınızı tehlikeye atacak bir hastalık kapma riskine asla girmezdiniz.
  • Hamile kalma riskini asla göze almazdınız.
  • Cinsel ilişkiye girmek için evlenene kadar bekleyeceğinize inanmıştınız.
  • Doğru kişiyi bekliyordunuz.

Bunları anımsıyor musunuz ? İnançlarınız güçlüydü; adeta bir kayaya yazılmıştı; bunlardan herhangi biriyle ilgili olarak konferans bile verebilirdiniz. Ama o dakika geldiğinde, asla yapmayacağınızı düşündüğünüz şeyleri yaptınız. Daha sonra üzerinde düşündüğünüzde siz de şaşırdınız. Hatta belki şok oldunuz. Şimdi, yaptığınız şeyin doğru olduğunu kendinize kanıtlamanız ya da eskiden inandıklarınızın yanlış olduğunu düşünmeniz gerekiyor. Tam bir karmaşa… Gelin o gün neler olduğunu birlikte inceleyelim:

  • Uzun zamandır, güçlü, yoğun, değişmez bir inancınız vardı.
  • İnandığınızdan farklı şekilde asla davranmayacağınızı biliyordunuz.
  • Yalnızca birkaç dakika içinde, belki de hayatınız boyunca sadık kaldığınız bir inancı yok saydınız.
  • Daha sonra kendinizi gerçekten tanıyıp tanımadığınızı sorguladınız. Hatta, daha da kötüsü, sizi tanımlayan bir inanca, fikre bu kadar kolay ihanet ettiğiniz için kendinizi suçlu hissettiniz.

Daha önce, bu konuyla ilgili inançlarınızda hiçbir dalgalanma yaşanmamıştı. Neye inandığınız ve nasıl hissettiğinizle ilgili daima kendinizden emindiniz. İnandığınız için farklı bir şekilde asla hareket etmeyeceğinizden emindiniz. Ama sonra bunu yaptınız. Bu nasıl mümkün olabildi ?…”

Bay Gohan, “dalgalanma”yla ilgili açıklamalarını bu uç örnekle anlatmayı yeğlemiş. Çünkü bu örnekte, olayın yaşanmasından birkaç dakika öncesine kadar hiçbir dalgalanma yok. Ama bir anda farklı fikirler ortaya çıkmaya başlıyor ve genelde bu çok korkunç oluyor; çünkü birdenbire birbirine zıt düşünceler akla gelmeye başlıyor. Emin olamıyorsunuz. Çünkü duygular ve hisler, “mantıklı” diyebileceğiniz düşünceleri yeniyor. Sonunda birkaç dakikalık dalgalanmanın ardından, bir ömür boyu inandığınız şeyleri bir kenara bırakıyor ve tamamen farklı şekilde hareket ediyorsunuz. Şimdi yine sürece bakalım:

  • Önce dalgalanma yok.
  • Daha sonra çok şiddetli bir dalgalanma yaşanıyor ve buna
  • “Kararsızlık” ya da “Kafa karışıklığı” eşlik ediyor.
  • Sonuçta belirli bir davranış sergileniyor.
  • Bu davranışın ardından kişinin kendisini “tam” ve kendisiyle uyumlu hissetmesi için birşeylerin olması gerekiyor.
  • Kişinin hareketini rasyonelize etmesi için ya “yeni inançlar geliştirmesi” veya “eskileri kötülemesi” ya da “olay sırasında kendisini kaybettiğini” söyleyerek “eski davranış şekline geri dönmesi” gerekiyor.
  • Davranıştan sonra yaşanan “dalgalanma” genelde en az davranış öncesindeki kadar şiddetli ve yoğun oluyor…”

Sözün özü, dalgalanmanın karar vermeyle ilgili her durumda devreye girdiğini anlatmak istiyor Bay Hogan ve ben de bunca yıllık öğrendiklerime dayanarak Bay Hogan’ın tümüyle haklı olduğunu kabul ediyorum.

Her türlü görüşme, iletişim, karar sürecinde “keyfi bir karar verme noktası” oluşturulur. “Bugün alırsanız kampanya var ödemeler Ekime…“. Bir karar alınması gerekir ve alınacaktır. Karar verme süreçlerinde sarkacın bir o yana bir bu yana gittiğini adeta izlersiniz. Dalgalanma günden güne değil, dakikadan dakikaya değişen bir şeydir. Denkleme yeni bir veri eklenmedikçe dalgalanma sonsuza kadar sürer.

Birşeye inanmaya ikna olduğumuzda, kısa vadeli davranışlarımızda değişimler yaşanır. İnsan bir şeyi yapacağına, başka bir şeyi yapar. Birşeye inanacağına, başka bir şeye inanır. Kişi inancını ne kadar çok kişiye açıkladıysa, bu inancın korunma olasılığı o kadar artar.

İşte anahtar soru: Bir kişiyi ikna ettikten sonra olacağını tahmin edebileceğiniz herhangi bir şey var mı ?

Evet. Bir kişi bir şeye ikna edildiğinde, dalgalanma nedeniyle pişman olacağı biliniyor. Bu nedenle siparişlerini iptal ettiren pekçok müşteri vardır. Şunu hep anımsayın: Dalgalanma tam olarak kararsızlık değildir. Dalgalanma sonucu belli olmayan durumlara verilen doğal bir reaksiyondur. Bu reaksiyon ne kadar yoğun ve şiddetli olabilir ?

  • İkna edenin güvenirliği artıkça dalgalanma da artar.
  • Mesajın gücü ve soruların sunum güzelliği de dalgalanmayı artırır.
  • Seçeneklerin önemi de dalgalanmayı şiddetlendirir.

Genelde dalgalanma, riski de beraberinde getirir. Hem değişimin hem de statükonun riskli olduğu durumlarda dalgalanma yaşanması kaçınılmazdır.

Nice zorunlu dalgalanmaların dalgaları arasındaki öğrenme yolculuklarınızda yolunuzun hep aydınlık olması dileklerimle.

Öykücü (mustafa@copcu.com)