“…Seminerlerimin çoğunda, insanlardan ayağa kalkıp iki şey yapmalarını isterim. İlk olarak, kendileri önemsiz bir kişiymişcesine diğer insanları selamlamalarını rica ederim. Birkaç kıkırdamanın ardından, birbirini görmezden gelmeye çalışarak etrafta dolaşan insanlar arasında sönük bir mırıltı başlar. Bunun üzerine bu mırıltıları durdurur ve insanları selamlamaya devam etmelerini söylerim; fakat bu kez selamladıkları kişilerin, gördüklerine gerçekten sevindikleri eski dostlarıymışcasına bunu yapmalarını isterim. Salon kahkahayla çınlar ve gülümseyerek, ortalıkta koşuşturup, birbirine sarılmaya ve sohbet etmeye başladıklarında gürültü daha da artar…”
Merhaba
Çok beğendiğim Dr.Kenneth Blanchard, Jon Gordon’un “Enerji Otobüsü” isimli kitabına yazdığı önsöze yukarıdaki satırlarla başlamış. Jon da kitabını, tıpkı Ken gibi “öyküyle öğrenme” biçiminde yazmış. Kitabı çok sevdim. Çeşme’nin Eylül güzelliğindeki, temiz, serin, sakin deniz kenarında bir nefeste okudum. Sonra tekrar okudum. Daha sonra çize çize okunmaz kılacak şekilde okudum. Hem de hepsini iki günde yaptım. Bu hafta başı Dalyan’da sevgili Emin’in Köşem’inde idik iftar yemeğinde. Özel bir günümüzde. Yaş günü. Altmışın ortalarında ilerliyorduk. Binlerce şükredecek güzelliklere sahibiz ve haketmeye çalışıyoruz. Birgün yolunuz Köşem’e düşerse, mutlaka Emin’den, taze, bütün kalamarın ızgara olanını isteyin. Böyle nefis bir şey olamaz; o akşam kolesterol hapını bütün içersiniz olur biter. Arada bir, nefsi şımartmak gerekiyor. Yemekten sonra Çeşme’de dolaşırken bu hafta, üç kitapçıdan toplam on kitap aldım. Tekrarlardan dolayı ancak üçünü hatmedebildim. Bunlar;
- Bu yazıma konu ettiğim Jon Gordon‘un “Enerji Otobüsü” (www.jongordon.com; www.theenergybus.com );
- Daha sonra yazılarımda değineceğim genç yazar, eğitimci, danışman ve iş adamı sevgili Ercan Kaşıkçı‘nın “Şimdi SEN Zamanı” kitabı (ercankasikci@gmail.com ) ve
- Genç insanların yaşam misyonlarını keşfetmelerine yardımcı olabilmeyi amaç edinmiş ve The Rhtyhm of Life ve “Bana Hayallerimi Ver, Sana Dünyaları Vereyim” kitaplarının yazarı Matthew Kelly‘nin “Sadece Kendin Ol” kitabı
Jon kitabında hep bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız, bilip de farkına varamadığımız ya da bilip de yapmadığımız kuralları bir otobüs öyküsüyle daha iyi anlaşılır, özümsenir kılmış. Nedense uzunca bir süredir içinde otobüs geçen öyküleri bir başka sever oldum. Belki de Antalya’lı otobüscü koç arkadaşımızı, her yıl yinelediği çağrılarını özledim. Belki de Jim amcanın kitabındaki otobüs metaforuna pek fazla aklımı taktığım için takıntılı oldum. Jon’un amacı, hayatımızı, işimizi ve ekibimizi pozitif enerjiyle doldurmak için derlediği on kuralı bize öyküyle sunmak. Çok da güzel yapıyor. Öykünün kahramanı George ama gelin biz ona yine Kerim diyelim. İşten kendini yitirmiş. Sinirli ve huysuz biri olmuş. Evdeki yaşam da ha koptu ha kopacak. Birgün arabasının lastiği patlayınca otobüse binmek zorunda kalıyor. Otobüsün şoförü Bayan Joy yani “mutluluk”. Aslında o otobüs kendi otobüsü ve şoför de kendisi öykünün ilerleyen bölümlerinde. Bizim Kerim bu otobüste on gün geçirecek ve işinde kendisi için çok kritik olan bir lansman toplantısından önceki bu on günde pekçok iniş çıkış yaşayarak kendi benliğini bulacak. Yazımın bu kısmında sadece Kerim’in ilk gün otobüsten inerken Joy’un söylediklerine yer vermek istiyorum.
“…Joy, “Biliyorsun ki otobüsüme binmenin bir sebebi vardı Kerim” dedi. “Herkesin olduğu gibi“. Kerim, birden kendine gelerek “Hayır, lastiğim patlamış olduğu için otobüsüne bindim” dedi. Joy sözlerini şöyle sürdürdü.”Buna ya o açıdan bakarsın ya da buradaki kocaman resmin farkına varırsın Kerim. Herşeyin bir sebebi vardır. Bunu sakın unutma. Tanıştığımız tüm insanlar, başımıza gelen tüm olaylar…Her patlak lastiğin bile bir sebebi vardır. Ya bunu yok sayarak hayatına devam edersin, ya da bu sebebin ne olduğunu bulmaya çalışıp ondan bir takım dersler çıkarabilirsin. R. Bach’ın dediği gibi “her sorun aslında sana bir hediye getirir“. Bunu hediye olarak görmek ya da sadece bir sorun olarak düşünmek sana kalmış. İşte bu seçim, yaşamının büyük bir başarı öyküsü mü yoksa bir pembe dizi mi olacağını belirler. İzlemek için yeterince pembe dizimiz varken, senin gibi gerçek hayattaki insanların bunları yaşamasından hoşlanmıyorum. Ve şunu da söylemeliyim ki Kerim, sana baktığımda doğru seçimi yapmamış olduğunu görüyorum. Daha akıllıca bir seçim ya Kerim, daha akıllıca…Bu sırada otobüs durdu ve Kerim, olabildiğince hızlı bir şekilde aşağı indi. Otobüs yolculuğu yapmış gibi değil, daha ziyade otobüs çarpmış gibi hissediyordu kendini. “Daha akıllıca bir seçim… Pembe dizi…” kafasına takılıp kalmıştı… Joy, herzaman yolcularının gözlerinin içine bakıp, gerçekleri yüzlerine çarpmazdı; fakat Kerim gibi inatçı olanlar için başka yol olmadığını biliyordu. Böyle inatçı olanlar, potansiyeli de en yüksek olanlardı çünkü. Bunu biliyordu; çünkü yıllar önce o da tıpkı Kerim gibiydi. Neşesiz, bitkin, yorgun ve olumsuz… İnsanlar ona yardımcı olmak isterken her seferinde yardımları geri çevirirdi. Dünyaya karşı öfkeliydi ve bunu hak ettiğini düşünmemişti. Yardıma en son ihtiyacı olan insanların, gelecek olan yardıma en kapalı insanlar olmaları son derece iyonikti. Tıpkı şu anda Kerim’de olduğu gibi kocaman bir zırhı vardı ve acı gerçek onu delip geçebilecek tek silahtı…”
Bu satırlar bana çok tanıdık geliyor. Hem dünü hem de bugün anlatıyor bana ve ben, yarını anlatsın istemiyorum. Bu nedenle inatla direniyorum. Üç önemli Kerim’le (RU/MA/DA) enerji otobüsü yolculuğumu sürdüreceğim ve bay Gordon’un on kuralını adım adım, özümseyerek ve daha da önemlisi içselleştirerek uygulamalarına yardımcı olmaya çalışacağım. Umarım birlikteliğimiz bu amaca ulaşmamıza olanak verir. Kitabın arka sayfasında da Dr.Ken’in sözleri dikkatimi çekiyor:
“Her sabah bir seçim şansınız vardır. O gün pozitif mi yoksa negatif düşünen biri mi olacaksınız ? Pozitif düşünmek size güç verir” diye not düşmüş Dr.Ken ve ona katılan Jeffrey Fox (Eylül 2008 deki SSTC yolculuklarımda 32 kitabını dağıttığım bay Fox) da şunları yazmış:
“Olumlu ve yüksek performanslı bir organizasyon kurmak istiyorsanız otobüse binin ve bu kitabı okuyun“. Bunun için de yarın yine Çeşme’ye gidip bu kitaptan bulursam on tane alacağım. İsteyene vereceğim.
Enerji otobüsündeki yolculuklarınızın hep aydınlık geçmesi dileklerimle Ramazan Bayramı’nızı kutluyor ve sayın Kaşıkçı’nın “Aynaya bak, ne görüyorsun ?” bölümündeki bir fıkrayla yazıma bugünlük son veriyorum:
“…Erzurum’un bir köyünde köyün tamamı ve köyün şıhı hayatında hiç ayna görmemişler. Adamın biri aynayı ilk gördüğünde alır bakar ve çok şaşırır. Çünkü aynada gördüğü yüzü, ölen kardeşinin yüzüne benzetir. Öylesine duygulanır ki alır aynayı koynunda yatmaya başlar. Kocasının koynunda bir şeyle yattığını gören karısı, kocası uyurken aynayı koynundan alıp ne olduğuna bakmaya başlar. Fakat dehşete kapılır ve söylenir: “Vay anam, benim herif beni bir kadınla aldatıyor demek ki. Koynuna bir kadının resmini alıp yatıyor,” der. Bu üzüntüyle aynayı kaptığı gibi köyün şıhına, çok bilen, dert bilen adamına gider. Derdini anlatır: “Şıh hazretleri, benim herif, kırk yıllık eşi olarak beni bırakmış bir kadının resmiyle yatağa giriyor, bari birşeye benzese”. Çok bilmiş şıh efendi aynayı alıp kendine çevirir, kendi yüzüne tutar ve kendi ile göz göze gelir. Çok şaşıran şıh efendi kadına “Bacım, senin herif seni bir kadınla aldatmıyor. Bu karıdan ziyade bir gavata benziyor” diye yorum yapar…”
Unutmayın sizin bakışınız belirler bakışları ve yaşam kalitenizi. Kendimize ne kadar değer verdiğimizi, hayat karşısındaki duruşumuzu, enerjimizi, özgüvenimizi, kendimizi sevip sevmediğimizi, mutlu olup olmadığımızı ortaya koyarız.
Ramazan Bayramı’nızı kutlarken kendiniz olma ve aslan gibi kükreme yolculuğunuzda öğrenme öykülerinizin hep aydınlıklarla dolmasını diliyorum.
Öykücü