Yaşam Büfesinde “Bayram”

“…Ne yöne gidersen git, doğu, batı, kuzey ya da güney, çıktığın her yolculuk aslında içine doğrudur ve bunu anladığında tüm dünyaya ve hatta ötesine ulaşırsın…”

Merhaba

Bugün Ramazan Bayramı’nın ilk günü. Çeşme’nin Eylülünde mükemmel bir gün. Huzur dolu. Mutluluk dolu. Binlerce şükrümüz var. Herkes için böylesi esenlik ve sağlık dolu olmasını diliyorum. Diz üstü bilgisayarımın başına biraz geç geçtim. Çünkü bayram ve dostların ziyaretleri bir başka güzel. Elimizde kitaplar ve fakat bugün kitaplardan söz etmeyeceğim girişteki “onuncu kural” dışında. Şimdi aklım bu yazıma ekleyeceğim özgün bir görselde. Çünkü gönlümce eklemek istediğimi veremeyeceğim. Nedeni basit. Çevremde hızla gelişen sistemlere uyumda zoruluk çekiyorum. Bilgisayarımı sevgili Kerem upgrade etti; Türkçe’si geliştirdi. Ama ben yeterince gelişemedim ve sistemle cebelleşirken bana sadece “medya kütüphanesi”ne giriş izni veren sistemle baş etmem olanaksız. Kerem de Antalya’da tatilde. Üç dost olarak kurdukları yeni şirkete geçişte çok yoruldular ve dün Isparta üzerinden Antalya’ya gittiler. Sevgili İrem ve Zeynep’le dinlenecekleri gönüllerince bir tatil diliyoruz. Elimdeki kitaba baktım ve şaşırdım. Bende Nezuş’un seçtiği Elif Şafak’ın “Aşk”ı, Nezuş’ta ise benim iş kitabım var. İlginç.

Özgen-Eren-Eray üçlüsüne katılan Demir ailesiyla dualarla zenginleştirilmiş bir bayram soframız oldu. Ardında yılların dostu Metin-Günseli çifti ile çocuklarımızı konuştuk dualarımızı yineleyerek. Bir zamanlar ne kadar tutucuyduk. Bayram sofrası için çocuklarımızı uzaklardan getirtirdik. Sevinçleri acılaştırırdık. Şimdi gönüllerimizle biriz. Yanımızda olanlar kadar bize sesleriyle ulaşanlara da müteşekkiriz. Ümit iki gün önce Almanya’dan dönüp Pınar-Aslıhan-Barış’la Assos’ta biraz olsun kafa dinleyecek ve bayram sonrası için enerji toplayacak. Eray, bu akşam Rodos yolcusu ve dünyanın ünlü estetik doktorlarına “COPCU’s” tekniğini anlatacak. Daha ne ister insan. Binlerce şükür. Allah hepsini her türlü kazadan, beladan, hastalık ve felaketten korusun. İstediklerimizden hak ettiklerimiz ve bizler için hayırlı olacak olanları nasip etsin”. Bu dualar beni 1998 yılına götürdü ve ajandamı çatıdan alıp geldim. Amacım çocuklarımız odağında Halil Gibran’nın bir şiirini sizinle paylaşmak:

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,

Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler.

Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.

Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.

Çünkü ruhlar yarındadır,

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.

Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları

Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.

Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerlere atılmış oklar.

Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür.

Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.

Okçunun önünde kıvançla eğilin

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar

Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

 

Tam bunları yazarken gözüm bilgisayardan uzaklaştı ve yirmi metre uzağımdaki yola baktı. Yaşlıca bir adam. Zor yürüyordu. Belki de şarhoştu. Otostop yaptı. Şansına ilk gelen araba siyah bir X5 di. Durmadı. Ben de durmazdım diye geçti içimden. Adam da tıpkı rahmetli babama benziyordu. Belli ki bunun da zor yürüyüşünde damar sertliği gibi bir sorunun yarı felçli bir hali vardı. Babam da o haliyle Tepecik’ten otobüse biner ve Bornova’ya çalıştığım Enstitüye gelirdi. Bir öğle yemeğini benimle yemek için can atardı. Çünkü benden başka arkadaşı yoktu. Bilgisayarı da yoktu. Bir de hafta sonları Nezuş’u ikna edip mutlaka dışarıda bir yerde balıklı-rakılı bir sofrada olsun isterdi. İsteği hep olurdu. Benim için işkence Nezuş için görevdi. Neyse yoldaki adama döneyim. Kılık kıyafeti düzgün sayılırdı. Yaşına ve bayrama yakışan temiz bir görünümü vardı. Otostop yaparken iki elini birden yana kaldırıyordu. Hem dua eder gibiydi hem de yalvarır gibi. İlk araba durmayınca birkaç adım daha attı.Tekrar ellerini kaldırdı. İkinci araba da ilginç yine siyah ve bir jipti. O da durmadı. Adam ellerini kızgınlıkla indirmedi. Tavrını bozmadı. Adama odaklanmıştım. Gözlerimi kırpmadan izlemeyi sürdürdüm. İçimde birşeyler kıpırdanmaya başladı. Adam üçüncü arabaya da aynı şekilde ellerini kaldırarak işaret etti. O da durmadı ve üstelik üçüncü araba da siyah bir dört çekerdi. Adamın şansına hep durmayacak güzellikte arabalar çıkıyordu. Ayağımda ayakkabı yoktu. Terliklerimi giyip seyirttim. Hoş adamın uzaklaşacak hali yoktu. Hızı saatte bir kilometreyi geçemezdi. Yanına vardım. Dedim ki” dayı nereye gideceksin ?”. “Burcu’ya” dedi. Bizden iki kilometre uzakta. “Bekle arabamı alıp geleyim sen ben götüreyim“. Teşekkür etti. Eve geldim. Çekmeceleri döktüm. Fellini’nin anahtarını bulamadım. Fiesta’nın anahtarı gözüme bakıyordu. Nezuş’un arabasına zor bindi. Hareketleri çok sınırlıydı. Bindi, oturamadı. Oturdu, kapıyı kapatamadı. Zorla konuşuyordu. Sordum, adı İbrahim’miş. Karısı varmış ama aynen onun sözcükleriyle naletin tekiymiş. Çok konuşuyormuş. O da evden kaçıp Albayrak’a geliyormuş. Orada efkar dağıtıyormuş. Eve döndüğümde gördüm ki Fellini’nin anahtarı meğer cebimdeymiş. Nasip meselesi. Beş dakika sürmedi beraberliğimiz ama yazıma konu oldu. Neden ?

  • Ben otostop yapan hiç kimseyi arabama almam. Bu kez evden çıktım, yazımı yarım bıraktım ve götürdüm. Bu nasıl bir nasiptir ? anlamam pek kolay değil.
  • Hep Fellini’yi kullanırım. Fiesta bizim deniz arabamız. Bugün bayram olduğu için denize gidemedik. Demek ki denize gidiş için harcanan benzin İbrahim amcanın olacakmış. Üstelik Allah dedi ki”madem ki bir hayır yapıcam; o halde ABG un mazotuyla değil, kendi cebinden çıkacak benzinle yap“. İlginç.

Şimdi yazıma devam ederken Hakan’ı bekliyoruz. Bu sizin bildiğiniz Hakan değil. Birkaç kez arabulucuk yaptığımız ama tanımadığımız bir dost ailenin oğlu. Demek ki bugün yaşamımıza yeni bir yüz katılacak. Bu açılımların hemen hepsinde Nezuş’un sosyal ilişki boyutunun zenginliği yatıyor. Hakan, Nezuş’un yürüyüş arkadaşı Mehmet beyin oğlu. Bakalım yarınlar nelere gebe. Mutlaka güzel şeyler olacaktır.

Hergününüz bayram mutluluğu ve esenlik dolu olsun ve yolculuklarınız hep aydınlık geçsin.

Öykücü