“… Japon savaş stratejilerinde, yalnızca ustaların uygulayabileceği “sutemi” adı verilen “feda etme tekniği” diye de tanımlayabileceğimiz bir zihinsel duruş vardır. Bunda başarılı olabilmek için egoyu tamamen kontrol altına alabilmek, büyük bir zihinsel hazırlık yapmak ve hedefe tam olarak odaklanmak gerekir. Kazanmak veya rakibi yenmek olarak tanımlayabileceğimiz hedefe ulaşabilmek için her birimizde doğuştan var olan “hayatta kalma ve bütünlüğü koruma içgüdüsü”nü bilinçli bir şekilde bastırmayı ve amaca ulaşmak için yaralanma, zarar görme ve hatta daha da kötüsünü kabullenmeyi gerektirir. Bu noktaya ulaşan savaşçı hedefini kendi varlığından daha değerli gördüğü için, o hedefe ulaşmak için kişisel güvenliği ile ilgili her türlü düşünceyi bir kenara bırakır ve yalnızca kazanmayı düşünür. Bu seviyedeki bir şavaşçıyı altetmek zordur…”
Merhaba
Pazar gecesi başlayan serüven dün gece sabaha karşı sona erdi. Yorgundum. Uykusuzdum. Mutluydum. Diyarbakır üzerinden Şanlıurfa-Bozova’da odaklanan koşuşturma, destekçilerimizle, paydaşlarımız ve yoldaşlarımızla (bu sözcüğün siyasi bir amacı yoktur; sadece “yol arkadaşlığı” anlamında kullanılmıştır) verimli bir öğrenme yolculuğuna dönüşmüştür. Üçgünlük işi tekgüne sığdırınca bugün biraz mayhoş gibiysem de Bülent’in önderliğinde, Mahir ve Salih’in yardımları ve Ahmet’in destekleriyle verimliydi. Dönüş için uçağı beklerken Suriçi-Hankapısı’ndaki sedirlerde sohbetli gece kahvaltısı bir başka dinlendiriciydi. Bu arada dün Tepeköylü Yunus’tan sonra onun da Tektaş‘lı olduğunu öğrendiğim Çiçekçilerin Mehmet’le de benzer güzelliği yaşamıştım birkaç yıl önce bu yörelerde . Ne var ki başlangıçtaki ivme daha sonra sürmemişti. Çünkü inanç yoktu. Direnç yoktu. Sosyallik boyutu zayıftı. Seçilmiş müşteriyle aynı düzlemde buluşmak için “kaizenvari” ilerleyiş için enerji eksikti. İnşallah bu kez ivmelendirilmiş öğrenme yolculuğu her iki tarafın ortak görünümdeki vizyonu içinde bütünleşerek sürer. SSTC nin temeli olan “ölçmek/ölçülmek/ölçülebilir kılmak” adına bu yanda 5/250$; karşı tarafta 20.000/100.000da değerlerine erişmeye çalışırken kurumlar gerçekten de “karşılıklı kazanma” durumu yaratılır; korunur ve yaygınlaştırılır. Bu kez umutlarım yüksek. Herşey bizim ellerimizde.
Bunun için ne gerek ?
Önce nerede durduğunu bilmek gerek. Daha sonra nereye gitmek istediğini, net olarak saptamak ve paylaşmak gerek. Yolculukta varılan ara istasyonlarda soluklanırken kendine bakmak ve aynada saçlarını tararken (!) dostların sözleriyle özünü görebilmek gerek. Bu yolda heves duymak gerek. Algıları saptamak gerek. Sözün özü “geribildirim istemek” gerek. Açıkcası istemek gerek istemek. Çekinmeden istemek gerek. Maskelemeden söylenecekleri duymak ve özümsemek gerek. Belki çoğu eleştiri olacak hem de acımasız, insafsız ve ilk anda haksız (gibi) bile olsa olumsuz eleştirileri anlamak için, gereğini yapmak için “dinlemek” gerek; adam gibi dinlemek gerek.
Yazımın girişini Sayın Mahruki’nin “Vatan Lafla Değil Eylemle Sevilir” isimli kitabının altmışbeşinci sayfasından ödünç aldım. Bu paragraftaki ifade biçimi ve amacı bana yıllar önce okuduğum bir başka kitaptan aklımda kalan İngilizce “karar vermek” demek olan “decide“ sözcüğüne götürdü. Hem de bugün burada ele aldığım konuyla ilişki, bağlantı kurmada mesleğim adına bana öğretici öğeler kazandırarak aldı getirdi beni bu yazımın çerçevesine. Biz, bitki korumacılar İngilizce (ve hatta Türkçe) olarak “böcek öldürücü” ilaçlara “insecticide“; mantar öldürücülere “fungicide“ ve ot öldürücülere de “herbicide” deriz. Kolaylıkla gördüğünüz gibi üç sözcüğün sonundaki “…cide” in anlamı “öldürücü/öldüren” demektir. Peki “karar vermek” sözcüğünün sonundaki “cide” ile öldürülen nedir ? Çok basit: Diğer seçenekler. Karar verdiğiniz anda diğer seçenekleri öldürüyorsunuz demektir. Bir bakıma kararınızın değeri elde ettiklerinizden daha çok vazgeçtiklerinizle ilgili. Ne için nelerden fedakarlık ettiğimizi iyi düşünmeliyiz.
Bu yazımın hedefinde kim/kimler var ?
Biraz karışık. Özellikle karışık. Biraz sağdan soldan; biraz içerden; birazcık da uzaklardan ve yarınlara giderken az da olsa E.D.Bono’nun sözünü ettiği “yan yollara sapmak ve yeri geldiğinde by-pass yapmak” için. Yine her zaman olduğu gibi, birkaç görsel koyucam yazımın süsü olarak. Bunları dünkü sunumumdan seçeceğim. Sürekli yinelediğim, kırk kere söylersem olacağına inandığım “varlığımızın nedeni ne; ne yapmak istiyoruz ?” sorusunun yanıtı ile “misyon” bildirgemizi paylaşacağım. Onbir yıl önce tehlike çanları çalarken Dr.EY, insan kaynaklarından sorumlu finans müdürü olarak kurumun duvarlarına asılı, gözümüzün içine sokulan misyon bildirgesinden sınav yapıyordu yıllık toplantıda. Çok zorladı. İstediği yanıtın yarısını alamadı hiçbirimizden. Çünkü o parlak cümleler, ruhumuzdan içeri girmiyordu. Ne vizyon tuttu; ne misyon ve bir yıl sonra mecburcu olarak “nerde hareket orda bereket” inanışıyla İzmir’e gelen İstanbullular kısa bir süre sonra mutsuzdular. Karar verdiler. Diğer seçenekleri öldürdüler ve “köylü köyüne” deyip İstanbul’a geri döndüler.
Bugün, bu yazımın hedefinde Bozova’da tanıdığım uzman danışman olan meslektaşlarıma, usta çiftçi olan formenlerimize teşekkürüm var. Teşekkürümün temelinde bir örneğini yandan verdiğim gibi yol gösterici geribildirimleri var. Bu yazımın hedefinde yapacağımız toplantının hazırlığı aşamasında katılımcılıkları için, seçilmiş müşterinin beklentilerini ifade edişleri için, varsayımları olan yol arkadaşlarım var. Bu yazımın hedefinde Bozova’dan uzak da olsa Söke’den vazgeçip geçemeyeceğini henüz bilemediğim genç, umut dolu bir meslektaşımın diğer seçenekleri nasıl öldüreceğini merakla bekleyeşim var. Böylece sonuçta kimin ne kadar darbe aldığını değil kimin ayakta kaldığını göreceğiz öğrenme yolculuklarımız sürerken.
Yolumuz uzun; işimiz zor. Özellikle ziraat zor zanaat (3Z).
Zorluk varlığımızın nedeni; zorluk farklılıklarımızı göstermenin gerekçesi. Nice zorlukların üstesinden “cide“lerle gelirken yolunuzun hep aydınlık olması dileklerimle.
Öykücü