Yaşam Büfesinde “5 AK”

“…Pazarlama bölümleri sıklıkla varlıklarını kanıtlama ihtiyacı hissederler. Geçen yılın sloganı eskimişse, yenisini bulmak ve yaymak için milyonlar harcarlar. Perakende satışlar düştüyse, pazarlamacılar mağaza görünümlerini yenilerler. Çokca karşılaşılan bu pazarlama çabaları bir sıkıntının sonucudur. Bir bütçe sıkıntısı ya da bir ürün sıkıntısı… Bu sıkıntılar hiçbir şey yapmamaktan daha kötüdür. Hiçbir şey yapmazsanız en azından mevcut müşteri ağınızı gereksiz şeyle yükleyerek kısa devre yapmalarına neden olmazsınız. Hiçbir şey yapmadığınızda, yayıcılarınız ilk başta ortaya çıkardığınız ve sizi popüler yapan ürünü yaymaya devam ederler. Hiçbir şey yapmamak, büyük bir şey yapmak kadar iyi değildir ama; sırf meşgul olmak için pazarlama yapmak da hiçbir şey yapmamaktan daha kötüdür…”

Merhaba

Çeşme’nin yazı müjdelerken hoş bir serinliğe büründüğü bir hafta sonundan sağlıklar diliyorum. Yazımın başlığı “5 AK” ve girişini de son AK’ın dolambaçlı çağrışımlarıyla Seth Godin‘in “Mor İnek” kitabından alıntıdır. Bu kez odaklanamadım. Karar vermede güçlük çektim. İki gündür basına bakıyorum ve beklentilerime ışık tutacak en küçük bir sinyal göremiyorum. Pazar günü çok özel söyleşide zirve yapan ilişki birden sönüverdi. İçime sindiremedim. Elektronik postamı çocuklarım dışında “gizli kopya” yaparak yirmi kişiyle paylaştım. Postanın ekine Eylül 2005 de Rio için ön hazırlıklarımdan birinin arşiv görselini koydum. Haftaya Amerika yolcusu olan oğlum Dr.Eray’ın 42nci yaş gününe ait kısa bir not da ekledim arşiv kaydının kapak sayfasına. O günlerde Jim Amcanın etkisi altındaydım. Mayıs 2005 de Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun adeta tropik yapısındaki ormanlarında çıktığım “sezgi yürüyüşü“nde özüme sorduğum sorunun yanıtını bulma gayretindeydim. CINOS‘un üçüncü dalgasında uzatmaları yaşarken “Yaşam Büfesi” ve “Bitki Hekimliği” kavramlarının alt yapısı kendiliğinden güç kazanıyordu.

Rio’da sahneye çıktığımda ana mesajım “inovasyon” du. Somut örneğim de yirmi yıllık başarı öyküsünü artırarak sürdüren bir ilaçla ilgiliydi. Rakipleri çoğaldıkça pazar büyüyor ve pazar payı hergün artıyordu. Üstelik tazeleme adına yirmi yılda yaptığımız ekstradan “hiçbir şey”di. Mersindere’de başlayan görselin etkisi yirmi yıl sonra geçen hafta beni Selçuk’ta bulmuştu. Bu düşünce ile Seth Godin’in 2007 yılında dokuzuncu baskısını yapan kitabını rahmetli Prof.Dr.Arman Kırım‘ın yerelleştirdiği, bize özelleştirdiği “Mor İneğin Akıllısı (2003)” ve “Mor İnek Nasıl Büyüsün ? (2005)” kitaplarından sonra okumaya başlamıştım. Eskilerin deyimiyle birazcık “takdim tehir” olsa da benim için daha iyi olmuştu.  Kitabın seksendördüncü sayfasındaki konu başlığı “oraya otur, hiçbir şey yapma” idi. Rio’da ortaya koyduğum ve iki montaj filmimle süslediğim sunumumda “CoCI/Hadi gel birlikte yenilikçilik oynayalım” mealiyle genelleme çabalarımda “orijinal etkiyi parazitsiz koruyabilme (pürüzsüzlük)“nin yollarını arayış mesajı vardı. Kitabın sayfalarını kırmızılaşmışım ve notuma göre 28.06.2007 tarihindeki bir sabah sohbetinde “%25 yetmez, ben size %29 vaat ediyorum” diyen bir yeni, tek karar vericinin odasındaymışım. Masasının arkasındaki Atatürk resmi gitmiş yerine, 50×200 cm boyutlarında çerçeveli “marketing works” yazılı bir levha asılmıştı. Aslında bizim pazarlama eksikliklerimize bakınca bu yeni karar verici doğru seçimdi. Ancak ondan beklenen rol bunun ötesindeydi. Bu nedenle Kumluca’ya yaklaşırken tepeden aşağıda büyük totemdeki otobüscünün ve yanındakilerin yüzlerinde yansıyan ışık-gölge ifadeleri onun uzmanlıklarıyla çok güzel olmuştu. Ne yazık ki %29 a uzanan yolda yapılacakların arkası dolu değildi. Ben o gün o odada gördüklerim için Bay Godin’in kitabının bu sayfasına “… background’un güçlü alanında oynama ihtiyacı ve kanıtlama ihtiyacı” diye yazmışım. Her neyse ! Öğrendiğim şu ki, gerekli olan büyük şeyi yapamıyorsan, hiçbir şey yapma ve izin ver; özümseme süreci içinde efsane oluşsun ve ürünün uyum eğrisi ilerlesin.

Şimdi gelelim Yaşam Büfesindeki “5 AK” ın ne demek olduğuna ve neden bugün bu yazının içinde bir araya geldiklerine ?

Altmışlı yılların son günlerinde araştırarak öğrenme sürecimin ilk aşamasına baktığımda Enstitülü iki AK dostumun yaşam büfesinde sıraya geçmeme yardımcı olduklarını görüyorum. Bunlardan ilki sevgili Aykut Kapkın (AK1). Aynı odayı paylaştık. Üzümle ilgili araştırma konularını paylaştık. Tübitak projesinde birlikte olduk. O Devlet Lisan Okulu’na gidince “ölükol hastalığı” na ilaçlı çözüm arama çabalarının denemelerini yürütmek bana kaldı. Böylece hem Cumartesi günleri bile hevesli çalışmayı öğrendim hem de etmenin alfa ve beta sporlarını. Aradan kırk sene geçti. Bugün ne zaman ki “Ölükol” ile ilaçlı savaşımdan söz edilse, yılların eskitemediği kamusal bir yaklaşımla önce “aman kış ilaçlamasını ihmal etme” derim. Bu alt yapı hem mücadeleyi etkili kılar hem de ekonomik. Bu alt yapı yıllar sonra “bir taşla üç kuş” açılımına da olanak verir daha modern çözümlerle destekleme girişimlerini. Sevgili AK1 le yine çok sevdiğimiz müdürümüz Mahmut beye karşı çıkışımızı da simgeler. Koridorda sandalyesinde oturup hırkasını ören hizmetli Yaşar hanıma yıkatamadığı petri kaplarını bize yüklemeye çalışan çok sevdiğimiz müdürümüzün resti aynen şöyleydi “siz yıkamazsanız ben yıkarım“; ve o yıkamaya başladığında ben ve AK1 laboratuvarı terketmiştik. Yumuşak inatlarımız birlikte gelişmişti. Şimdi AK1 bağımsız danışmanlık hizmetleri ve başarılı deneme ve raporlama deneyimleriyle mesleğini sürdürmekte. Sağlık ve esenlikler diliyorum.

Kardeşi ile beraberliğim Atatürk Lisesi’ne uzanır. Ailecek sevişiriz. Bugün pek fazla görüşemiyoruz. Geçen hafta bir trafik kazasının izlerini taşıdığını öğrendim. Acil şifalar diliyorum. Dr.Ayhan Karcılıoğlu (AK2) ile beraberliklerimiz önceleri rahmetli Coşkun beyin doktora konusundaki ortak çalışmalarla şekillendi. Aynı laboratuvarı paylaşınca birlikte geçen zamanlarımız arttı. Resmi çiğ köfte partileri içinde pekişti. Ne zaman ki tütün çalışmaları ağırlık kazandı, Gönen Alman Çiftliği tarlalarında Prof.Dr.E.O. ile birlikte gerçekten özverili çalışmalar içinde gerçek dostluğun ne olduğunu anladım. Doğruları bulmada, daha hızlı olabilmede, fikir virüsünü güvenle yaymada, bilimsel toplantılarda sahneye çıkmada, 1402 ile cezalandırılanların mesleki çalışmalarının değer bulmasına destek olmada AK3 ün öğretici çabaları her türlü övgüyü aşıyordu. Zor günler geçiren dostuma sağlık ve esenlikler diliyorum.

Enstitüde onaltıncı yıla geldiğimde kendimce pek fazla birşey üretemez olmuştum. Bay Godin’in dediği gibi birşey yapmadan bir köşede oturmak da bana göre değildi. Tübitak ödülünden sonra yeni açılan laboratuvara şef yapıldım. Araştırma Komitesine başkan oldum. Doyumsuzluğum gitmemişti. Annem birdenbire ölüverince babamla birlikte evde beş erkek bir kadın yaşamı daha bir zorlaştırıyordu. Özellikle Cumartesi günleri akşam yemeği çalgılı yerlerde oluyordu babamı mutlu edebilmek için. Kerem dört yaşındaydı. İnciraltı Mahkumlar restoranında eline beşyüz lira verdik mi istek şarkımızı kolayca çaldırıyordu. “Parmağında yüzükler, kolunda bilezikler…” le sahneye çıkınca bir de baktık ki liseden arkadaşım, aile dostum ve fakültede sınıf arkadaşım Alev Kutay (AK3) ın gündemine düşmüşüm. Ertesi hafta elinde bond çantayla Enstitüye gelen AK3 nin teklifi netti ve tüm bilinmeyenlere rağmen birgünde istifa edip özel sektöre geçiverdim. Böylece AK3 benim için gerçekten tam bir “mile stone” ya da daha doğrusuyla “corner stone” olmuştu. CINOS‘un ilk iki evresinde on yılı aşkın olarak birlikte yaşadık. Beni esas görevlerimin dışında SSTC öğrenme yolculuklarında usta olmamda yol gösterici rolüne çıkaran da o oldu. Sulama suyu ile herbisit kullanımı yolunu açan o oldu; ben de geliştirip resmileştiren. Teknik’i satışla birleştirmeyi ondan öğrendim. Daha sonra tohumu yeğledi ve böylece kendi işini kurmada mükemmel bir ekip de yarattı. Bugün aile şirketini kurumsallaştırırken işi rahatlıkla ikinci nesle bırakmasını bildi. Keyif için girdiği reklam işinden de çıkıp gerçekten keyif yaşamaya başladığını duyup mutlu oluyorum. Sağlık ve esenlikler diliyorum.

 Zaman hızla akıyordu. Doksanlı yılların ortalarındaydık. Ülkem krizdeydi. Kurumsal sıkıntılar artıyordu. Gözü açılan maymunlar ya altına hücum ediyorlar ya da rakipleşiyorlardı. Büyük olmak vaziyeti kurtarmıyordu. Ben teknikte rahattım. Bir görev yüklediler ve satışa geçtim. En stresli günlerdi. Adana’da patates toplantısı yapacaktık. Nevşehir dolaylarında deneyim kazanmış ve bugün hâlâ özlemlerinde patatesin ayrı bir yeri olan sevgili Ayhan Kullep (AK4)‘le tanıştım. Rakiptik. Buna rağmen bilgi paylaşımında sınırsızdı. Paylaşılan bilginin gerçekten çoğaldığını AK4 den öğrendim. Gerçek bir dost. Bugün de başarılarını CINOS‘un üçüncü evresinde başarıyla sürdürüyor. Sağlık ve esenlikler diliyorum.

 Ve… AK5. Onunla bir kere birlikte oldum. Altı yıl önce olabilir. Ortaklaşa sunulan yaklaşık iki saatlik seminerde az yüksek bir plarformda Bay Friedman’ın düz olduğunu söylediği iş dünyasında ne yapalım, nasıl yapalım da farklı olalım, farklılık yaratalım ve büyüyüp serpilelim anlamında sakince anlatıyordu. O kısa sürede altmışı aşkın “abicim” demişti. Bu yaklaşımı çok sevmiştim ve ben de o gün bu gündür hep “abicim” diyorum. Hem de kimi zaman Nezuş’a bile… Bundan önceki dört AK i sadece bu beşinciye giriş olsun diye ve anıların öğreticiliğini paylaşabilmek için yazıma aldım. AK5, bu hafta içinde vefat eden sevgili Prof.Dr.Arman Kırım (AK5). Bay Godin’den de bu nedenle alıntı yaptım.

Eylül 2003 de kaleme aldığı “Mor İneğin Akıllısı“nı okuduğumda itiraf etmeliyim ki alk anda bana özgün gelmedi. Bay E.D.Bono‘nun “sur/petition” ile ve Bay G.Hammer‘in “strateji devrimdir” kitabıyla benzerlikler algıladım. Buna rağmen bu kitaptan etkilenerek 2003 yılında Antalya’daki Hillside Su’da sahneye çıktığımda görsellerimden “saat” sembolünü çıkarmıştım. Bunun yerine “pusula” koymuştum. Vermek istediğim mesaj da “BUS / Business as Unsual / İşler eskisi gibi değil”di. Ancak 2005 yılında Paris’teki “Çerçeve çalışmaları 2 (F2)” öğrenme yolculuğu öncesi gelşen uyarıda “Jim Amcanın kitabını okumadan gelme” olunca rahmetli Kırım’ın bu kitabında Jim Collins’den alıntı “Stockdale Paradoksu” nun ne demek olduğunu daha iyi anladım.

Amiral Stockdale diyor ki “… acı gerçeklerle ne kadar acı olurlarsa olsun yüz yüze gelmeyi bilmek, bunu bir disiplin, bir alışkanlık haline getirmek ama bununla birlikte sonunda başaracağınıza dair inancınızı hiç kaybetmemek hayatta kalmanın ve başarmanın en önemli sırrı. Birbirinin zıttı gibi görünen iki farklı şey: acı gerçekleri görmek, buna rağmen başarma inancını kaybetmemek. İkilem… Paradoks…” Sevgili Kırım da Ayşe Arman’a verdiği son ropörtajında “şalteri indirmemek” ve “Allah’a isyan etmemek” dengesini bence bu paradoksa olan inancıyla söylüyordu.

Jim Amca “Good to Great” isimli kitabında paylaştığı çok ciddi araştırmasının sonucunda başarılı şirketleri tanımlayan altı ayırt edici özellikten bir tanesinin bu paradoks olduğunu söylüyor. Diğer beş temel husus da şunlar:

1.Beşinci düzey liderlik: İddialı ama şöhret değil sonuç isteyen gönüllü ve paylaşımcı, mütevazi bir liderlik.

2.Otobüs: Önce kim sonra ne ? Kiminle yola çıkıyorsun. Otobüse aldıkların seni yarı yolda bırakmasınlar. Doğru insanları doğru koltuklara oturt.

3.Kirpi: Stratejin basit olsun; herkes kolaylıkla anlasın. Tilki gibi kurnazlıklardan sakın.

4.Yumurta: Sonuna kadar takipçi bir disiplin. Değişim civciv yumurtadan çıkmadan kuluçka döneminde başlıyor. Buna göre takipçiliğinle geç kalmadan olguların farkına var.

5.Volan: Umtsuzluğa kapılma; o koca volan herkesin el atmasıyla bir defa dönmeye görsün bvak neler oluyor. Teknolojiden yararlan ama teknolojinin esiri olma.

Tüm bunların demek istediği “gerçekler rüyalardan daha sağlıklı“dır.

Aradan iki sene geçtiğinde Mart 2005 de rahmetli Kırım’ın bu kez “Mor İnek Nasıl Büyüsün ?” kitabını yazıyor. Kitabın son sayfasından (258) bir alıntıyla hâlâ etkisinde olduğum birdenbire kaybın (!) hissetikleriyle yazımı bitirmek istiyorum:

“… Bir hırka bir lokma ya da dünya fani ölüm ani felsefeleri bireyler için geliştirilmiş hayat yaklaşımlarıdır. Şirketlere uymaz. Şirketler, eğer hayatta kalmak istiyorlarsa büyümek zorundadırlar. Büyümeyen şirketler küçülür ve ardından yok olurlar… İyi ve heyecanlı insanlar ölü toprağı serpilmiş şirketlerde çalışmaktan hoşlanmazlar. Onlar hareketli, heyecanlı, yeni projeler üreten, sonuç alan ve büyüyen yerlerde olmayı severler. Büyümek şirketlerin oksijenidir. Kâr ise kurumsal mutluluğun kaynağı. Mutlu, heyecanlı ve sürekli daha iyi sonuçlar üreten bir kurum olmak istiyorsanız “akıllı büyümek“ten başka seçeneğiniz yoktur… Hepinize gönülden başarılar diliyorum…”

Sevgili Kırım’ın altı yıl önce bu dileklerle bitirdiği kitabından sonra da pekçok kitabı çıktı. Nice paylaşımlarla yaşam büfelerimizdeki sıraya geçme, sırada kalma ve sırada öne geçme çabalarımıza katkıları oldu. Selam ve sevgilerimle yaşam büfelerimize renk katan dostlarımıza aydınlık yollarda başarılar diliyorum.

Öykücü