“… Hiç bir şey bir kerede olmaz; üzüm veya incir de öyle. Bana derseniz ki bir incir istiyorum.” Şöyle cevap veririm “Zaman gerek.” Önce ağaç büyüsün, sonra meyve versin ve sonunda meyve düşsün…”
Merhaba
Yeni yılın ilk pazarından sesleniyorum. Gerçek bir kış sabahına uyanan bu pazarın ilk ışıklarını Çeşme’de gördük. Gece boyunca yağmur yağmıştı. Hava soğuktu. Dün gece Ildırı’nın balığı ve şöminenin ateşinde güzel bir Çeşme gecesiydi. Mavişehir’e oranla hava daha bir ipek gibiydi. Tan yeri ağardığında hava sakinleşmişti. Ancak yerler çamurdu; adada yürüyüş zordu. Yürümeliydik ama yürüyemezdik. Denize bakarak sütlü kahvemizi yudumladıktan sonra İzmir’e doğru dönüşe geçmeden önce çatıya çıktım ve rastgele üç kitap aldım kitaplığımdan. Rastgele demem bence lafın gelişi; çünkü gündemimde bu çarşamba Netgillerle yapacağım JAN MOTES‘in ana gündem maddesi olan ISO/BGYS/Gizlilik Sözleşmesi ve Güven” konusu var. Buna göre elimi uzattığımda raflara önce torun Covey’in “Güven” isimli kitabı; ardından Acar Hocanın “Ekip Çalışması ve Liderlik” kitabı ve son olarak da 1999 yapımı Larry James‘ın “10 Yaşam Becerisi (The First Book of Life Skills)” isimli kitapları gözüme ilişti. Aldım geldim. Şimdi bu satırları Mavişehir’de denize bakan camekanlı balkonda yazıyorum. Hep böyle bir çalışma yerim olsun istemiştim. Özellikle Enstitü yıllarımda (1970-1985) rahmetli iyriboz’un evinin önünden tren istasyonuna giderken böyle camlı çalışma odasını görüp imrenirdim. Benzerini rahmetli Karman’ların Çiftçi caddesindeki evlerinin bahçeye bakan bölmelerinde de görmüştüm. Demek ki o devrin ciddi çalışma adamları böylesi rahat çalışma ortamı yaratmaya daha bir önem veriyorlardı. Her neyse üç kitabı alıp İzmir’e geldim.
Yazımın başlığı olan “Kişisel Kalkan / Personal Shield” den amacım 2013 den 2023 e uzanan gelecek on yılda neler olabilir acaba ? sorusunu kendime sormak ve sadece geçmiş onar yıllı dönemlere bakarak bu sorunun yanıtını seslendirmeden algılayabilmekti. Bunu yapmaya çalışacağım. Bunu yaparken de bence birer özdeyiş olan ve ilki sevgili D.C.Deniz’in “Cesur Sorular” isimli kitabını okurken aklımda kalmış olan “Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır” sözüne gönülden inanıyor oluşumdur. Diğeri de toprağı bol olsun Bay Churchill”in “ne kadar geriye bakarsanız o kadar ileriyi görürsünüz” sözüyle dikkat çektiği yaşanmışlardan ders almak konusunu hep aklımda tutuyor oluşumdur.
Ben “Kişisel Kalkan” la ilk defa 2005 Mayısında Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatoda kaldığım bir hafta boyunca ustalık yolculuğuma kattığım “Frameworks 2 / Çerçeve Çalışmaları 2 : Omurga Kullanımıyla Liderlik Modeli” öğretilerinde tanıştım. İlk tanışmamızda işin aslını öğrenmem çok kolay olmadı. Biray sonra bu kez Çeşme’de düzenlediğimiz Zora’lı üst düzey beraberlikte aldığım “Facilitator” görevinde biraz daha inancım gelişti. Yine de tam değildi. Ta ki Eylül 2005 de Ajlan Beyin liderliğinde Abant’ta, işin ruhuna tam uygun ortam ve ambiansta bu kez Türkçe olarak yinelediğimiz ustalık yolculuğunda her şey yerine tam oturdu. Özellikle kendine, ötekine, ekibine ve kurumuna liderlik olarak dört aşamalı olarak vurgulanan özgün liderlik modelimizde her aşama için sekizer tane olmak üzere toplam 32 küçük becerinin (Micro Skills) gerçekten ne denli basit ve önemli olduğunu çok iyi anladım. İşte bunlardan birisidir “Kişisel Kalkan“. Daha sonra İzmir, Adana ve Çeşme’de yinelediğim “Çerçeve Çalışmaları“nda herkesin kişisel kalkanlarını flipchartta sergiledikleri görüntüleri video kaydına aldım. Onları zaman zaman izliyorum ve bugün uzmanlık alanım olan sektörde birisi en büyük yerel diğeri özgün ve özellikli Japon şirketinin genel müdürü olan Çerçeve Çalışmalarının seçilmiş iki yöneticisinin ve SSTC Ustalık Yolculuklarının deneyimli yardımcı eğitmenlerinin nasıl emekler ve hak edişlerle bu yerlere geldiklerini daha iyi anlıyorum. Hiç bir emek boşa gitmiyor; emeksiz yemek olmuyor. Ya da İngilizcesiyle “no gain without pain.” gerçekten de iş yaşamında her zaman er ya da geç mutlaka yerini buluyor. Şimdi bugüne bakmak istiyorum.
Bu kez yazımın girişinde küçük bir öykü yazıp mesaj türetmek yerine Epictetus‘un sözlerini aldım. Dikkatimi çeken sözün sahibinin aynı zamanda işin pratiğini de bilen gerçek bir bilge oluşuydu. Yazının içinde incirin gerçek incir lezzetinde olabilmesi için yere düşmesinin gereği doğal olarak geçiveriyordu. O zamanlar sanırım Bardacık da pek bilinmiyordu. Her neyse ! Espri bir yana, sabrı vurgulayan bu sözün odağında kendimizi anlık zaferlerden uzak tutmak da yatıyor. Bize bir gecede söz veren ya da anlık gelen başarıdan kuşku duymak gereğini de görmek olanaklı bu sözde. İşte tam bu noktada uykusuz geçen gecelerle yaratılan Cube CDN için bugün bu kış gününde bir haftalığına İstanbul yollarına düşen SEKgiller için durmadan dua ediyorum: ediyoruz. Diğer yandan hafta sonu nedir bilemeyen, profesörlükten sonra bile emek yoğun olmaktan sıyrılamayan, yılbaşında olsun ailecek bir keyif yapma fırsatını bile tam değerlendiremeyen ortanca oğulun yorgun günlerinin bedeli de mutlaka beklentileri düzeyine bir gün er ya da geç mutlaka çıkacaktır. Yoksa dün Sevgili Ege Cansen’in köşe yazısında kısa ve net olarak dikkat çektiği gibi bugünkü sistem içinde doktorların özelde ya da devlette sıkıntıları pek biteceğe benzememektedir. Çünkü bugünki iktidarın tutumu hem geçmişten gelen kimi konuların acısını çıkarmak ve hem de doktordan çok hastaya yatırım yapmaktır ki bakalım bu gidişin sonu ne olacaktır ? Büyük oğulun yurt dışı serüveni bu yılda gerçekleşecek midir ? Bu da bizi sevinç/hüzün karmasına iten ayrı bir konu. Henüz uzakta kalmanın tam olarak hüznünü çekmemiş bizler için , yıllar sonra yeniden ve bizzat gurbeti yaşamak, yetmişe merdiven dayarken ayrılığın etkisine katlanmak bakalım nasıl olacaktır ? Tüm bunlar bugünün adımlarıyla gelecek on yılın şekillenmesidir ki hangilerin ne tür kelebek etkilerine sahip olduğunu bilmiyoruz. Dualarımın ana teması olan “… istediklerimizden hak ettiklerimizi ve bizle için hayırlı olacak olanların gerçekleşmesini dilemek ...” koşulu şimdi biraz daha önem kazanıyor ve bugüne dek olanlara bakınca dualarımızın hep gerçekleştiğini görüp huzurlu oluyorum. Sahi on yıl önce bugünlerde iş ve özel yaşamın renklerinde neler vardı acep ?
On yıl önce (2003) gündemimizde neler vardı ve bugünlere etkisi ne oldu ?
İş açısından CINOS’un üçüncü evresinin en kritik günleriydi. Önce DOD (Do Or Die / Yap ya da Öl) demiştim. İşin acı gerçeği, en üst otorite bile anlamakta zorluk çekmişti tam da tatil dönüşü özel sahneye çıkışımdaki ısrarımın anlamını. İşin vehametini idrak edemeyen (pek fazla eski oldu ki on yıl öncesine yakışmaz; bunun yerine “işin önemini kavrayamayan” demem daha iyi olur) yarıdan fazla Pazarlamacı gruptan ayrıldı (16 kişiydik; 7 kişi kaldık). Merkezin İstanbul’dan İzmir’e taşınması ve diğer köklü değişimler bomba gibi düşmüştü güneme. Beni de Pazarlama Müdürü yaptılar. Halbuki Atina’dan yurda dönerken içinde bulunduğumuz koşullarda bu görevin ayak üstü yapılması bile beni ürpertmeye yetmişti. İlk ana mesajım olan DOD’u Antalya toplantısında dillendirmiş ve zorla elde ettiğim sunumumda o günlerde elimden düşmeyen G.Hammel’in “Strateji devrimdir” isimli kitapçığa dikkat çekmiştim. Ne yazık ki özel gündemli öğrenme oyunları, paint ball ile birbirini vurma heyecanları, en aktif dönemde tatil gibi eğitici amaçlı, yüksek bütçeli toplantılar işe yaramamıştı. Aradan bir yıl geçti, geçmedi ve yeni yönetim grubu geldi. Hem de ne geliş. On yıl öncenin arifesinde CINOS‘giller Çeşme’de toplanmıştık ve bu kez ana mesajım “NON / Now Or Never: Ya şimdi ya hiç” olmuştu. Hız önemliydi. Avrupa’dan gözleyen otorite yeni atadığı yöneticiler için bir çıta koymuştu ve onu aşmalıydık. Bu özel ilişkilerde FST lerden seçme bir karma filmle “Emergency Management / Acil durum Yönetimi” kavramıyla motivasyonu geliştirmeye, sahra gücünde seferberlik ilan etmeye çalışıyordum. İş durumu bu savrulmalarla kelebek etkisiyle yeni ufuklara doğru sürerken evde de hızlı gelişmeler oluyordu. Doktorumuz uzmanlığını tamamlamış Üniversitede hızlı bir kariyer yolculuğuna çıkıyordu. On yıl sonra onu bugün hem yanı başımızda ve hem de profesör olarak görüyoruz ki başımız sıkıştığı anda hemen sığındığımız limanlardan biridir. Allah nazarlardan korusun. On yıl önce onun bu adımları daha sonraları onu COPCUs Tekniği yaratıcısı olarak başta Amerika olmak üzere pek çok ülkeye ülkemiz temsilcisi olarak gitmesine neden olacaktı ki daha ne ister insan ? Yöneticiliği seçen “Big Brother” ise Bursa’da hızlı bir yükselişe geçecek ve evrensel bir başarı yakalayacaktır. Binlerce şükür. İkinci neslin en küçük COPCU’su ise henüz Üniversitede uzatmaları oynadığının pek farkında değildi; ya da o farkındaydı da biz uyuyorduk. Evimiz ormana bakan dördüncü kattan Mavişehir’e taşınmıştı on yıl önce. Mutluyduk. İşte o günler ve hemen ardından gelişecek olan arkadaşlık ve evlilik hazırlıkları bizi hem Albatros hem de Flamingo’lu yapacak ve sayımızın 13 e çıkmasını hızlandıracaktı. O günlerin eleştirisi olan açılımlar bugünün alt yapısını hazırlamıştı. Bugün İstanbul’a gidişlerindeki 2013 umutlarının artışı; NETgillerde kurumsal adımların hızlanışı hep o günlerin anlamakta zorluk çektiğimiz çalışmalarıydı.
Kişisel kalkandaki diğer onar yıllık dönemlere daha sonra bakmak üzere sağlık, başarı ve esenliklerin 2013 yılında öncelikle ailem ve daha sonra tüm yurdum için hep aydınlık yollarda gerçekleşmesini diliyorum.
Öykücü