Yaşam Büfesinde “Karaktersizin Rengi”

“… Kanun kaçağı kasabaya tayin edilen tüm papazları çeşitli entrikalarla yıldırır ve kasabadan kaçırır. Kasabaya son gelen papazın insancıl davranışları sayesinde kanun kaçağı onu sever, ona boyun eğer. Arkadaş olurlar. Papaz kanun kaçağını adalete teslim olmaya ikna eder, şerifle konuşur. Hiç kimsenin burnu kanamadan yapılacak bir düzenleme ile kanun kaçağının teslim olabilmesi için şeriften söz alır. Papaz, kanun kaçağını teslim olacağı yere getirir. Şerif kanun kaçağını vurmayacağı konusunda papaza önceden söz vermiş olmasına rağmen “ateş” emri verir. İlk kurşun kanun kaçağına saplanır. Papaz kanun kaçağını kurşunlardan korumaya çalışırken o da vurulur, yere düşer. Yerde ikisi de sürünerek birbirlerine yaklaşırlar ve el ele tutuşurlar. Son nefeslerini vermeden önce papazın suçluluk duyan gözlerinin içine bakan kanun kaçağı son enerjisini kullanarak ona şu sözleri fısıldar “I trusted the singer not the song (şarkıcıya inanmıştım, şarkıya değil)“…”

Merhaba

Yarın 1o Kasım ve ben (biz) bugün yine Çeşme’deyiz. Yine yaz gibi bir havada yazıyorum. Biraz önce çimlerin üzerinde birikmiş haftalık çam yapraklarını tırmıklayıp topladım. Bu tırmıklama olayı bana hep dede, oğul ve torun üç nesil Covey’lerin “Güven” temalı anlatımlarını anlatır. Torun Covey’in bahçe temizliğinde aldığı “dürüstlük” dersini hep düşünürüm. Hele bir de bugünlerde yakın çevremde KÜMEPlus dışında dürüstlüğe sığdıramadığım kimi davranışları gördükçe aklım almıyor. Hele hele Prof.R.Pausch‘ın ( http://www.youtube.com/watch?v=iC_EPy8Ac3g) “son ders“inde üzerinde ısrarla durduğu “mihnet” kavramının esamesini okuyamayınca. Tek şükrettiğim böylesi bir ortamda KÜMEPlus (13 Copcus)ın değerini bir defa daha anlayıp binlerce kez şükrediyorum. Bu arada bir de özür dilemek istiyorum. Çünkü bu kez “imamın dediğini yap, yaptığını yapma” benzeri bir davranışım olacak. Otuz yıldır SSTC öğrenme yolculuklarının ikinci adımında ısrarla üzerinde durduğum “pick-up positives, ignore negatives / Olumluyu yakala ve kullan; olumsuzu görmezden gel” sözüme karşıt bir davranışım olacak. Bu kez olumsuza odaklanmaktan kendimi bile bile alıkoymayacağım.

Bugün anahtar sözcüklerim “Güven“, “Dürüstlük“, “İnanmak” ve “Söz vermek“. Bu nedenle yazımın girişine rahmetli Prof.Dr.Arman Manukyan‘ın (http://www.sabah.com.tr/Egitim/2013/01/03/arman-manukyan-son-yolculuguna-ugurlandi) bir filmden alıntı ile verdiği yukarıdaki mesajla başladım. Bu anlatımla, “Sakın, sadece şarkıcıya inanarak bir işe kalkışmayın. Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.” diyor rahmetli Arman. Çok haklı. Çok haklı olduğunu dün birkaç kez daha iyi anladım. Acaba “karaktersiz şerif” ne renkti ? “Karaktersizin Rengi“ni merak etmeye başladım. “Gri” demek istedi aklım “kişiliksiz”e haksızlık olacaktı. “Renksiz” olsun dedim; hava, cam ve suya hakaret olacak diye vazgeçtim. Bu düşünceler birer öncüldü. Biraz sonra yola devam edince bu arayışım somutlaşacaktı.

Mavişehir’den yola çıktık. Çamlık’ta Amerika yolcularına uğradık. Hem veda ettik hem de Nezuş’un Tire Pazarından aldığı iğne oyalı çemberi verdik Türkiye’den bir anı olarak götürsünler diye. Rahmetli annem o göz nuru iğme oyalı tülbent yapılı, şık baş örtüsüne “yaşmak” derdi. Acaba yaşmak biraz daha farklı mıydı ? Her neyse Çamlık’taki o görüşme sırasında anladık ki şarkıcıya güvenerek yola çıkan gençleri bir sürpriz bekliyormuş. Akla ve yüreğe sığdıramadığımız davranışa bakınca adam sandığımız şarkıcıların nasıl sözlerinden dönebildiklerine tanık olduk. Yüzümüzde istihza (acı gülümseme), ruhumuzda sıkıntı dertleşe dertleşe yola koyulduk. Netdirekt‘e geldik. Uykusuz gecelere rağmen gözlerde ışıldayan sevgiyle avunduk. Lise yıllarımızdan kalan bir yakıştırma ile “why high one why (Vay hayvan vay)” diyerek tanık olduğumuz ve yüreğimize sığdıramadığımız haksızlığı paylaştık.

Hava güzeldi.  Ilıktı. Deniz kenarında oturabilirdik. Vakit akşam üzerine doğruydu. Henüz hava kararmamıştı. Sağa dönüp Balıklıova‘ya rahmetli Garip’in Yerine gittik. Efkarlanmıştık. Evde yalnızlığa hazır değildik. Mehmet ve Mustafa her zamanki samimiyetleriyle balık ve mezelerin en güzeliyle bizi ağırladılar. Yirmilik Yeni’ye baktım bardağa ağdalı bir şekilde dökülüyordu. Keyfimiz gıcırdı. Yan masaya iki adam geldi. Biraz sonra sohbetlerine baktığımda adam gibi adam olduklarını anladık. Biri Nezuş’ûn babası rahmetli “Kel Salih“e benziyordu. Yüzü sakin, tebessümlü ve göbekliydi. Diğeri de benim babam rahmetli “Hacıkuru Farettin”  gibi hem zayıf, ufak tefekti hem de tipi de biraz daha huysuza benziyordu (ikinci görselde muzurca gülümseyen gözler). Konuşmaları önce “Mustafa’ya söyleyelim balıkların ikisini de ızgaraya atmasın soğumasınlar” diye kulağıma çalındı. Tıpkı babam gibi titizleniyordu zayıf olanı. O sırada onların otuzbeşliğinin kapak rengi tartışma konusu oldu ve mavide karar kıldılar. Mavi kapaklı Garip’te yoktu ve Mehmet marketten alıp geldi. Garip’te müşteri memnuniyeti esastır.  İki adam gibi adamın dostluklarındaki sohbete kulak kabartmaya başladım. Babam gibi zayıf olanı diğerine “Bugün barbun doksana kadar çıktı” deyince bunlar emekli balıkçılar herhalde diye düşündüm. İlk sözcükler, yan masaya laf atmalar nasıl başladı tam anımsamıyorum. Biraz sonra sandalyelerimiz yan döndü ve konuşmalar bizi aynı masada sanki kırk yıllık dost gibi yakın dörtlü kıldı. Sohbeti sevdim. Arabaya gidip videokameramı alıp geldim. Bir de baktım ki Nezuş çoktan onların masasına geçmiş. Sohbet koyulaşmış. Anladım ki Nezuş’un bu samimi sohbetle verdiği mesaj eve çingene bile gelse kusursuz ağırlamakla ilgili ve çocukluk anılarıyla perçinleşmiş bir inancın paylaşımı.  Çekime başladım. “Kaç yaştasınız ?” diye sorduğumda “Sana göre kaç ?” karşı sorusu geldi. Bir ara , daha önce duyduklarımdan “Ellibeşte birkaç yıllık evliydim…” izleri öne çıktı. Tahmin ederken üç yıl geriye gittim. “Onyedisinde evlense” diye düşünüp ve “Otuzbeş doğumlusunuz” dedim. Tam isabetmiş. Dostluk biraz daha perçinlendi.

Meğer son üç yıldır arkadaşlarmış. Kader arkadaşlığı. İkisi de uzun evliliklerden sonra dul kalmışlar. Zayıf olanı Yıldırım Alaşehir, Ankara ve Almanya serüvenlerinden sonra üç yıl önce Balıklıova’lı olmuş. Mesleği örücü terzi. Göbekli olan Hamid hep Balıklıova’lıymış. Marketi oğluna bırkıp emekli yaşamını Yıldırım’la paylaşır olmuş. Sonra çoluk çocuk ve ailevi ilişkilere dönünce Nezuş’un çocukluk anıları ve Hamit’in miras paylaşımında yaşadığı anlamsız anlaşmazlık tıpkı rahmetli ablamın sağlığında Sami efendinin yaptıkları gibiydi. Yine bir “karaktersizin rengi“ni sorgularken üçüncü masada tek başına demlenen geçten Levent de katıldı sohbete. Meğer onun da bir taşınmazdaki paylaşımında önce verilen sözler ve tutulmayan sözlerle benzer bir “karaktersizin rengi” arayışında olduğunu görüyorum.

Renklerin karakteri var da karaktersizin rengi neden yok ? Ya da var da ben neden bilmiyorum ? Neden karaktersize bir renk uydurmaya çalışıyorum ? Onu uzaktan tanımak için mi ? Uzaktan tanıyıp da yolumu değiştirmek için mi ? Tüm bunları düşünürken yazılı medyaya bakıyorum ve “Ahmet-Mehmet-Yılmaz” üçlüsünün bugünkü yazılarını bir araya topluyorum. Ahmet’i sevmek ya da sevmemek gibi bir derdim yok. Çünkü Ahmet’le böylesi bir bağım yok. Tandansımız, frekansımız farklı. Ancak Ahmet’i çoğu zaman yazılarında ve hemen her zaman görsel medyadaki duruşundan, tavrından pek hoşnut değilim. Zaplayıp geçerim. İzleyemem. Ne var ki 08.11.2013 deki köşe yazısında “Neden böyle yapıyor ?” sorusuna kısa kısa, çok sayıda, net yanıtlar vermesi gerçekten de hoşuma gitti. Hepsine “doğru” dedi aklım ve yüreğim. Hele şu var ya “Suç ile günah arasındaki ayrımın farkında bile olmayan”. Son sözleri de gerçekten yerinde “İşin çok daha kötü ve çok daha tehlikeli tarafı ise yapılanların yanlış olduğunu düşündükleri halde “yaptığın yanlış böyle olmaz” diyecek, deme cesaretini gösterecek tek bir kişinin bile kalmamasıdır…Tam bu sırada Yıldıray’ın kardeşi  Bülent’in Belgrad’tan sitem dolu sözleri ortalığı kaplıyor. Bir işe yaracak mı ? Sanmam. Yine kırılan kol yen içinde kalacak. belki birazcık diline disiplin gelecek. O da uzun sürmez. Can çıkar huy çıkmaz. Kırk yıllık kâni olur mu…

Mehmet de “Şeyh işte bu yüzden uçuyor” başlıklı yazısını Prof.Dr.Ian Robertson’ın yaptığı analizlere dayandırıyor ve yedi ölümcül günahtan biri olan “kibir” e dikkat çekerek “… sağlıklı bir ruh hali değil ve giderek de kronik bir hal alıyor” diyor. Yılmaz ise her zamanki becerisi ile yazısını odaklayıp çerçevelendiriyor ve son sözlerini de “... Reşit olmuş; kendisi hakkındaki kararları kendisi verebilen pırıl pırıl gençlerimizin yakasından düş… Çocukları koynuna alan sapıklara ve o sapıklara utanmadan nikâh kıyan imamlara kafa yor biraz...” diye açık bir uyarı ile sonlandırıyor. Ah bir duyan olsa da …

Bunları okurken bugün (08.11.2013) tanık olduğum üç ayrı taşınmaz paylaşımında (Bu arada, laf aramızda; 2013/366 için de bana yönelen birkaç teşebbüs şimdilik işe yaramadı; tutumum netti ve gerçekten de niyetim birilerinin elinden birşeyleri almak değil; sadece söz konusu taşınmazın satılabilmesi için yasal olarak serbest kalmasını sağlayabilmek. Üç kişi daha katılınca 66 kişi ile uğraşmak ve olası pekçok masraf akıllı adam işi değil. Bir kere yola çıktık. katlanacağız) ortaya çıkan “gizlenmiş art niyetler”, “dürüst olmayan tutumlar” ve beni “karaktersizin rengi”ni arayışa iten etkileşimlere bir de görsel medyada “yalan, yalanlama, açığa düşme” benzeri yaftalar yapıştırılan “Recep-Bülent-Hüseyin” üçlüsünün konuşmaları eklenince daha bir karıştı aklım. Kimileri bu çatışmadan umutvar oluyorsa da bence onlar siyasetin çukurunda “yiv-set kalmayışı“nın rahatlığında kibirle bildiklerini okumayı sürdürürler. Şöyle bir geriye baktığımda biz (Türkler) eskiden böyle değildik. Ahde vefamız vardı. Söz namustu. Şimdilerde şöyle bir akıl yürütme var: Evet “söz namustur”;  “Söz laftır” ve o halde “namus laftır”. Gavurlarla (bu sözcüğü de hiç sevmem; Allah affetsin) fazla içli dışlı olunca artık bizde de “hiçbir iyilik cezasız kalmıyor“. Ne yazık ki doğru ve üzülüyorum ve yine binlerce şükrüm var ki KÜMEPlus olarak onüçümüz de bu genetik ve bulaşıcı durumun uzağında aynı sevgilerle yolumuza devam ediyoruz.

Çevrenizdeki nice yaşananlardan “karaktersizlerin rengi“ni bulursanız eğer beni de haberdar edin. Çabalarınızın, tüm ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesini ve adam sanıp dost bildiklerinizden sizleri korumasını diliyorum.

 

Öykücü