“…Borneo’da hiç yol yoktu ve her yere nehir üzerinden ulaşırdık. Herhangi bir yolculuğun herhangi bir anında kayıkçıya ne kadar yol kaldığını sorduğumuzda hep aynı cevabı alırdık: “Satu tanjong lagi“. Yani “Bir dönemeç kaldı”. Değerlendirme çalışmaları da hep böyledir. Tam gereken tüm kanıtları topladığınıza inandığınız anda karşınıza bir dönemeç daha çıkar. Muhtemelen o dönemeci asla geçemeyeceğiz…”
Merhaba
Bugün nasıl bir gün ? diye kendime sorduğumda net bir yanıt bulamıyorum. Dün yoğun bir günümdü. Gecenin bir vaktinde uykum kaçtı. Yazmaya başladım. Yazdım; yattım. Uyuyamadım; kalktım yine yazdım. Yazdıklarımın çerçevesinde dün yaptığım görüşmelerin etkileri, izlenimleri vardı. Kurumsallaşmaya çalışırken, büyüyüp gelişirken yükler ve yorgunlukların artışında, sistem gediklerine yerleşen gereksiz güç savaşlarından fazlasıyla etkilendiğimi anladım. Bu dönemeci aştığımda; bunların üstüne Çeşme odaklı “soysuzlaşma” sinyallerinin yan ürünlerinden hâla kendimi kurtaramadığımı anladım.Amerika’dan yeni dönen dostların dertlerine, diğer kardeşlerin de katıldığı bu soysuzluk olgusu da zor aşılacak bir dönemeç derken…
Tüm bunların üstüne Kanal D sabah haberlerinde, çok sevdiğim Değirmenci’nin her zaman neş’eli olan sesini gizlenmeye çalışılan kızgınlıkla, kırılganlık doluydu. Konya’dan yüreğimi yakan bir haber günüme gözyaşları kattı. Kırsalda iki katlı kerpiç bir ev. Baba askerde. Anne geliri yok, garip, bir genç kadın. Küçük çocuğunun adı Ayaz, -15C lik ayazdan ölmüş; aslında biz, hepimiz öldürmüşüz. Hepimiz suçluyuz ve asıl suçlu ayakkabı kutularında para saklayanlar. Sözde Makendonya’da cami yapacaklar. Artık çuvala sığmayan mızrak başta arsızların arkalarındaki bir yere dokunması gerekirken ruhları paslanmış… Kalbim çarpıyor. Ana ne olduğunu bile anlayamamış, sakin, donuk, anlamsız gözlerle bakıyor ve “abi konuşacak gücüm yok” diyor kameraya. Oturduğu eve uzaktan bakınca dörde bölünmüş ve bu anaya düşen bölüm tek oda, camı kırık, soba var ama yakacak yok. Üstelik kirası da 140 liraymış. Buna bile isyanı yok oğlu ölmüş annenin. Komşusunun sözleri, hırsız ve soysuzlara odaklanmış akıllarımıza, yüreklerimize bıçak gibi saplanan doğal yapılı oklardı: “Soba var ama kömür yok; kömür olsa odun yok; odun olsa ekmek yok; ekmek olsa yemek yok, yoğurt yok, ayran yok. Arayan soran yok. Bunlar ölü mü canlı mı diyen yok” sözleri ayazdan ölen Ayaz bebek kadar yaktı yüreğimi. Allah kahretsin. Mecliste Mehmet’in söylediklerine, uzaklardan lanet okuyan Gülen hocanın sözlerine aynen katılıyorum: “Böylesi gariplerin göz önünde ölümlerini görmezden gelen, hırsızlara, soygunculara, soysuzlara hamilik eden, gözü doymaz ayakkabı kutusu tutkunlarının hepsinin Allah belasını versin” diyen sözlerini yüreğimin kabulünden çıkaramıyorum. Bu dönemeç uykularımı kaçırıyor.
“Bu oyunda bir yanlışlık var” diyor. “Burada şah oyuncuları korumaya çalışıyor” diyor NTV deki Muharrem Sarıkaya ben bu satırları yazarken…İstifa eden bakanlar beni tatmin etmiyor; aklım karışıyor. Bayraktar’ın gider ayak söyledikleri, İstanbul’da Savcı-Vali çekişmesine bakınca bu dönemeç beklenti üstü kurbanlar yaratacaktır bence…
Günüm böyle başladı. Durgun bir yolculukla Çeşme’ye gittik. Programlanmış olan duruşma beklendiği gibi Şubat 2014 e ertelendi. Otuz yıl önce kamunun oluşturduğu 66 ortaklı yapıda yer alanların adreslerini benden istiyor yargıç. Gülünç bir durum. Kaldı ki rahmetli Ayaz bebekle başlayan günümde bu konunun hiç bir kıymet-i harbiyesi yok. Tam bu sırada gelen bir telefon bir diğer acının yakınımızdaki etkisi ile bir başka üzüntüye giriyoruz. Sevgili Pervin’in torunu genç kızımız Gizem’in trafik kazasında vefat ettiğini öğreniyoruz. Bornova Yeni Cami’de buluşuyoruz ve dostlarımızla paylaşılan üzüntülerle bu dönemeçten sonra gün yine rutinine dönüyor. Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Ankara’da ortalık toz duman… Bakalım bu “kaos eşiği” bizi düze çıkaracak mı ? Allah yardımcımız olsun. Bu arada ne İzmir’e göz koyan, irfancıbabanın ardılı kutucu grubundan yüzbinaliden, ne de dershanelerden kimse dem vurmuyor. Kutucugillerin panikle yaptıkları ayaklarına dolanacak ve ipin ucu baş hokkabaza, kuklacıya erişecek gibi ki sanırım vanminütlivaytsileyemeden Sudan’da dükkan açaçak…
Yazımın girişindeki kısa anlatım; SSTC öğrenme yolcuklarını tamamlayanlara önerdiğim “SPIN Selling” kitabından. Kitabın yazarı Neil Rackham’la on yıl önce Hollanda’nın en kuzeyindeki bir kentinde birlikte olmuştum. Avrupa Grup Konferansında geçen birkaç günümün bugünlerde yeniden güncellenen etkisiyle kitabı, öncül ve ardılıyla birlikte Çeşme’den alıp geldim. SPIN Selling’in öncül ve ardılına ait görüntüleri yukarıdaki slaytta görebilirsiniz. Öncülü, SSTC nin temel prensipleri ve çerçevesini oluşturuyor. SPIN Kitabının kendisi “soru sorma becerileri“ni ele alıyor. Ardılı ise “Bildiğiniz Satışın Sonu” başlığı altında “Soru Sormanın Çerçevesi”ni güncelleyip geliştiriyor.
Aklım karışık. Ruhumda kaos var. Ayaz’ın anasından utanıyorum. Gizem’in ailesine sabırlar diliyorum. Ümit’in Pakistan’dan geleceği günleri bekliyorum. Dua ediyorum. Şükrediyorum.
Yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü