“… On sekiz yıl önce Les Barges’da başlamıştı bu öğrenme yolculuğum. Bu yıl Sharm el Sheikh’te bitecek (10.10.2004). Mutlu son “more than expected”. Küskün gidilen Mısır’da Zeytinyağlı etkilerine bir de dönüşte “Mısırlı Mustafendi” ekleneceğini kim bilebilirdi ki… “Bee” mesajlı; “Bravemen” isimli özgün filmin de etkisiyle olsa gerek dört yıl daha sürdü işim; beklenti dışı olarak. O zaman bir kez daha anladım ki “tırtılın dünyanın sonu” dediğine usta “kelebek” dermiş… İlk yurt dışı yıllık toplantımızdı Mısır. İstanbul’da sabaha karşı uçağı beklerken sevgili Fırat alt ve üst yuvarlaklarla ilgili kısa bir fıkra anlattı…”
Merhaba
Ocak ayının son gününde, bugün İrem özel konuğumuzken ve biraz sonra Nezuş’la “Köfte Yağmuru“na gidecekken yeni masamda ilk yazımı yazmaya başladım. Masam çok güzel; teşekkürler Zeynep. Odam daha bir aydınlık ve ferah; teşekkürler Nezuş.
Dilime bir şarkı düştü; İrem’in “neşeli ve aşk şarkısı olsun” diye bizi 88.7 den Power Türk’e yönlendirmesiyle portföyüme giren ve montajlarımda da yer alan: “Çıkmaz Sokaklar” mıydı neydi adı; Eflatun mu yoksa Murat Dalkılıç’mı söylüyordu bilmiyorum. Yetmişe doğru giderken güncellenen pek çoğu şeyin hızına yetişebilme becerim gün geçtikçe azalıyor. O şarkıda “Korkularıyla yüzleşiyor insan er ya da geç…” diyordu. Kimilerinin bu yüzleşme şansı olmayaca mı acep ? Bu soruyla odak noktamı değiştirmek istiyorum.
Bakışlarımı biraz uzaklaştırıp ülkem insanlarına bakınca … Ekrandaki gülmeyen yüzlerle, gözüme baka baka yalan söyleyenlerle, kısık sesiyle durumu idare etmeye çalışan etkisiz baş adamla yaşananları hep “Hatalı Hancı” ürünleri olarak görüyorum. Onların hiçbirisi hancı olarak benden farklı, az ya da çok etkileri yok bu dünyada. Bu odağımı da sevmedim. Olumsuzluktan sıyrılmak istedim. Adam sandıklarımın ekonomik korkularla dernek başındaki iş arkadaşlarını nasıl sattıklarına takılınca Recep beyin yoluna tereddütsüz devam etmesine hak verdim. Ne yanında, ne ötesinde doğruyu söyleyecek hiç kimsenin kalmadığını içim sızlayarak gördüm. İşte bu acı beni on yıl önce Mısır’daki sunumumdaki “Bravemen/Cesur adamlar” filmime götürdü. Geçen gün sevgili Tufan’ın telefon mesajına ek olarak CINOS’un “S” evresine bakınca çok sayıda mahkemelik dosya olduğu anlaşılıyor ki buna aklım almıyor. Bu da sanırım bir başka “Hatalı Hancı” tutumunun sonucudur. “Muvazaa” gibi bir tanımla suçlanmak çok uluslu bir şirket için gerçekten de tek kelimeyle “akılsızlık”tır. Üstelik bir de profesör hukukçu danışmanları varken böylesine basit ve önemli hataları nasıl yaparlar ki ! Fazla mı gözü karalardı; yoksa özellikle mi birileri tuzağa düşürdü !
Yuvarlakları nasıl etkili kullanmalı ?
Atatürk havalimanında sabahın köründe bekliyoruz. Grubumuz neşeli. İkibindört yılını başarıyla tamamlamışız. Karar verici ilk kez yurt dışında yıllık toplantı yapıyor. Pazarlama müdürü olarak son yılım ve kime devredeceğim de belli. Benim için de 36 yıllık çalışma hayatımla başarının zirvesinde görev devri bir kıvanç. Sadece birkaç ay önce gelişen bir itirazın “başkaldırı” gibi algılanmasından doğan “zeytinyağ etkisi” var ilişkilerime gölge düşüren. Bu duygularla uçağı beklerken sevgili TF bir fıkra anlatıyor. İşte o fıkra ve onunda oluşturduğum birkaç görsel:
“…İki genç ilk kez uyuşturucu kullanmaktan dolayı yargıç karşısına çıkarlar. Yargıç gençlere hapis cezası vermeden önce son bir şans daha vermek ister ve “ikinize de birer hafta izin veriyorum. Çevrenizde uyuşturucuya bulaşmak üzere olan gençlerden en az beşer tanesini ikna eder ve uyuşturucu kullanmaktan vazgeçirirseniz hapis cezalarınızı kamu görevine çevireceğim” der. Gençler giderler ve bir hafta sonra yeniden yargıç karşısına çıkarlar. Gençlerden birisi altı diğeri on altı genci uyuşturucu kullanmaktan vazgeçirmiştir. Yargıç önce altı genci vazgeçirene sorar “Nasıl becerdin ?”. Genç ellerini birleştirip halka yaparak anlatmaya başlar : “Onlara dedim ki; hani kafanızın içinde şu kadar olan beyniniz var ya…” Sonra bir elinin baş ve işaret parmaklarını birleştirerek halkayı küçültür ve sözlerini sürdürür: “İşte o beyniniz uyuşturucu kullanırsanız nah bu kadar küçülecek ve aptal olacaksınız”. Bunu dinleyen gençlerden altısı uyuşturucu kullanmaktan vazgeçer ve birinci genç hapis yatmaktan kurtulmuş olur. Yargıç ikinci gence döner “Sen ne yaptın da on altı genci vazgeçirdin ? Nasıl daha fazla etkili oldun ?” diye biraz da hayretle sorar. İkinci genç birinci gencin son el hareketini, küçük halkayı yaparak uyuşturucu kullanmak üzere olan gençlere söylediklerini anlatmaya başlar :”Onlara dedim ki; hani poponuz var ya uyuşturucu kullanmadan önce işte bu kadar olan” ve ellerini birleştirip büyük halkayı yaparak “İşte o poponuz siz uyuşturucu kullandığınız için hapse düştüğünüzde işte nah bu kadar olacak” . Bu sözler üzerine gençlerden on altısı uyuşturucu kullanmaktan vazgeçmiştir…”
Bu öyküdeki alt ve üst yuvarlakları düşündüm ve kimlerin alt yuvarlak korkusu ile Muharrem beyi hemen satıverdiklerine üzüldüm. Buna biz halk arasında “popo korkusu” diyoruz ki İrem bile bu korkuyu bu kadar kibarca söylemez ve “tak” diye taşı gediğine kordu. Sanırım benimkisi de “popo korkusu”. Ah azıcık da olsa bugün ülkemde en üst otorite olanlarda da popo korkusu olsa ve …Birazcık olsun döt korkuları olsaydı belki bu denli pervasız olmazlardı. Bir ara yaşanan kaosun ya da varılan “kaos eşiği“nin düze çıkaracağına inanmıştım. Yanılmışım. Ayakkabı kutularına sığmayan ve havuzda toplanan yeşillerin paylaşımından çıkan bu kavga belki de yazılan senaryonun bir parçası. Mart sonuna az kala bizi bir şeylerle meşgul ederlerken Akkaya’da adı taş ocağı olan nükleer santral, boğaza döşenen yeni köprünün ayaklarının kutularına dolan yeni yeşiller ve daha kim bilir neler cukkalanıyor. Belli ki bunlar “fetret”ten şikayetçi gibi duruyorlar. Nereye kadar acaba ? Gözleri doymayacak gibi yüreklerinde alt delik korkusu yokken !
Martın sonuna az günler kala; 1000 Ali’yle İzmir irfanını değiştirmeye kalkanlara 35 ve 35.5 da şans tanımasam da Cameron’a bile laf uzatan zihniyete ait düşünce tarzının ülkemin genelinde eksilmeyen ağırlığı ruhumu sıkarken nice gelişmelerin aydınlık yollarda hakedilmiş kazanımlar yaratması dileklerimle…
Öykücü