“…Boğa ve insan karışımı bir canavar olan ve de Girit Adasında yaşayan Minotauros, her yıl Atinalılardan kurban istemektedir. Atina kralı Aigeus, oğlu Theseus’u gemiyle yollarken ondan şu istekte bulunur: “Eğer sağ olarak geri dönersen, direğine beyaz yelken çek ki gemini ufukta gördüğümde yaşadığını anlayayım.”… Oğul bu öğüdü unutur ve günlerdir gözü ufukta olan baba beyaz yelkeni göremeyince oğul acısıyla kendini denize atar… Ve bu sular kralın adından dolayı “Ege Denizi” olarak anılır…Amiral Guepratte 18 Mart günü gemisi Suffren’in toplantı salonunda savaş mahkemesi kurar ve boğazı mayınlardan temizleme görevi verilmiş ona yüzbaşıyı görevini tam yapmadığı için idama mahkum eder. Yüzbaşı Guepratte asılırken başını kaldırıp ve Amirale bakar titreyen dudaklarından son söz dökülür: “Baba !…” Sedyeciler hiç durmadan cepheden yaralı taşırlar. Doktorlar yaşama şansı olan askerlerle ilgilenirler. Bir doktor ayağı kopmak üzere olan ve bağırsakları dışarı taşmış haldeki umutsuz yaralıyı görünce: “Bunu kaldırın” der. Bu sözü, savaşın her günü onlarca defa söylemektedir. “Bunu kaldırın !” O an can çekişmekte olan asker inilti halinde seslenir: “Baba …”Etraftakile taş kesilir.Doktor çaresizlik içinde oğlunun kanlı yüzünü siler ve sedyecilere “Bunu gölge bir yere kaldırın!” der. Oğlu için tek yaptığı ayrıcalık “gölge bir yer” dir !…”
Merhaba
Bugün 1 Mayıs.Vakit sabah. Hava bulutlu ve serin (soğuk). Bostanlı’da yürüyüş güzel. Camlı bölmede kahvaltı sonrası önümde gazete; sol yanımda “Geyikli Park“, sağ tarafta “Tanrı’nın Doğum Günü“. Aklımın çerçevesi belli. Yazımın girişindeki üç öykü de “Geyikli Park“tan. İlki ikisi “Korkusuz”, üçüncüsü “Doktor Madalyası” başlıklı bölümlerden birer kısa alıntı. Meraklısı (ve hatta meraksızı da) mutlaka “Geyikli Park“ı okusun ki…Otuz yıldır sürdürdüğüm SSTC Ustalık Yolculuklarının ilk adımı olan “FAB” Formülünü yaşam büfesinde sıraya girme gayretlerini etkili kılmak için uygulayabilsin. Bu arada teşekkürü unutmayayım: Sağolasın sayın Akın. Acımasız (!), doğrucu Davud iki baba ve oğulların son seslenişleri yanında, kulağımda çınlayan ve sehvencibaşı oğul Bilal’i koruyan bir başka güncel, kabadayı baba (!). Yüzsüzlüklere baktıkça kararan yüreğim ve İstanbul’dan seslenen sevgili Diğdem “Aman yüreğini karartma Mustafa bey…” diyen gülen bir yüz…
Güne bakınca; Taksim’de henüz durum sakin. Aklım biraz daha dingin. Netpiknik bu havada olmaz. Bugün “bilanço” zamanı; defteri dürme zamanı; yeni bir beyaz sayfa açma zamanı. Bugün Regaib Kandili. Altmışsekizli grubumuzdan aklımın seçtiği dörtlüye bakıyorum. Adına SAİM (Sam/Alev/İsmail/Mustafa ya da Muhsin) dediğim dörtlüyü sadece kişisel olarak ve aklımın aldığı kadarıyla “Tanrı’nın Doğum Günü” kitabı çerçevesinde yüreğimin bir yerine oturtmaya, buluşturmaya çalışıyorum. Seçilmiş dörtlüde “Mustafa” olarak kendim yerine sakalın ortak sembol oluşu ile “Muhsin”e yer vermeyi yeğliyorum. Yazımın bir yargılama gibi algılanmamasını özellikle istiyorum. Bunlar benim algılarım.
Günün önemi ve bugün dualarımızın ekstra anlamları için önce Burak beye kulak vermek istiyorum. Bundan önce de kitabı satın aldığım beş yıl önceki 14 Şubat 2009 “Sevgililer Günü”nden kişiye özel bir notu yeniden buraya yazmak istiyorum:
“… Seninle birlikte hayat, hep haldır haldır akan bir ırmak. Cennet de bir adım ötemizde. Sen bu kadar cesur olunca, suda seni kaldıracak güç hep var oldu. Seninle, yaşarken cennetin konforuna sahip oldum; olduk. Bir düzine Copcu adına sağlık ve sevgiler içinde ol…“ Aradan beş yıl geçince biz Copcular 13 olduk. Böylece “Z Kuşağımız“da “ABİDE (Aslıhan/Barış/İrem/Duru/Eren) Beşlisi” tamamlandı. Şu günlerde ektraları yaşadığımız “enaytipi“li günler de geçecek ve “Binlerce şükür.”
Burak bey üç Ayet’i sıralayıp “10 Emir/Solid/Katılık-Esneklik/Kötümser-İyimser/Enerji/Akışkan Yapı/Daha hayırlısı/En hayırlısı/Akıl-Mantık-Sağduyu/Zaman-Mekan-Koşul/Muhkem-Mütaşabih” anahtar sözcüklerle beni yoğunlaştırıyor. Alıntı yapmak istiyorum. Bütünün ruhunu yakalayamıyorum. Dün yapmaya çalıştım. Olmadı. Olmadığını hissettim. Bugün yeniden yapacağım. Bakalım bir mesaj türetebilecek miyim ?
Altıyüz yıllarında “korku kültürü” ile kabullenmeyi sağlamaya çalışırken; Bay Burak’ın ilk keskin mesajları şöyle:
“… Hayatta değişim diye bir şey varsa, Kur’an’da da dinamik bir içerik vardır. İlaç gibi düşünecek olursa Kur’an, alındığında vücud içinde zamana yayılarak çözünen bir haptır. Vücuda salınan ilk etkisi korkudur. Kur’an insanlara en büyük korkuyu, “Allah Korkusu”nu öğretmiştir… İnsan Tanrıdan korkarak diğer insanlardan korkmamayı öğrenir. Bu nedenle Kur’an öğretisinde ilk ders Allah korkusu olarak seçilmiştir. O çağdaki iletişimi etkinleştirmenin yolu korku oluşturmak olmuştur. Eğitimin ilk motivatörü korku olmuştur. “Korku Düzlemi”nin misyonu insanın vahşi doğasını evcilleştirmektir…” Örneğin Enfal Suresi 12.Ayet “İnkar edenlerin kalplerine korku salacağım.” ya da Maide Suresi 44.Ayet “… öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun.”
Bay Burak beni de cezbeden anlatımla devam ediyor “… Korku, Rab için bir amaç değil, araçtır. Öğretme metodudur.Korkuyu başarıyla öğrendik. Şimdi korkuyu öğrendiğimizi de öğrendik. Sıra, sevgiyi öğrenmeye geldi. Korkunun çağı artık sona erdi. Beni sonsuz sevgiyle dolu bir Tanrı olarak yanıbaşında bulmanın zamanı geldi…” Enbiya Suresi 47.Ayet’te diyor ki ” Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmeyecek. Hardal tanesi kadar bir şey olsa onu ortaya getiririz. Hesap görücü olarak biz yeteriz !” ve arkasından da Secde Suresi 13.Ayet’i okuyunca “Yemin olsun, cehennemi tamamen cinler ve insanlardan dolduracağım.” Tanrıyla sohbet eden insanın aklı karışır. Yaradanın ifadelerini çelişkili görmeye başlar. Bay Burak düşündüren bir açıklama yapar. Bu açıklamaya inanmak ya da inkar etmek bize bağlıdır. Beni düşündürüyor.
“…Derinliğe inildikçe bazı ayetlerin birbiri ile çelişiyor gibi göründüğüne tanık olacaksın. Bunun nedeni bu ayetlerin farklı Kur’an kademelerine ait olmasıdır. Tanrının sözleri çelişmez. Yaşam bir anlıktır ve bir anlık algıların sonsuzluğu belirlemesi adil değildir. Kur’an’ın yazıldığı “zaman-mekan-koşul” düzlemlerini göremezsen bir girdabı yaşarsın. Bu da Tanrının imajının yıpranmasına neden olabilir. Buna izin verme…” Buradaki ifadeler beni Einstein‘ın bir sözünü anımsattı: “Tanrı zar atmaz“ demişti.
Bu kadar yeter. Fazlası beni aşar. Ben din uzmanı değilim. Haddimi aşmamalıyım. Bu satırlar alıntı da olsa benden izler taşıdıkları için farklı yorumlara neden olabilir. Amacım Bay Burak’ın emek dolu, araştırma dolu eserinin farklı bakışlarla okunmasına katkı sağlayabilmektir. Bizim 68lilerden seçme dörtlü grubumdan “Mİ” ikilisinin güçlü, kuvvetli, temelli din kültürlerinde bu bakışlara yer olabilir mi ? Onlar da bir pencere açarlar mı ? “Acep ? ” sorusuyla merak duyguları kabarır mı ? Why not ! Ya diğer ikisi ! “AS” ikilisin ortak paydasında ben neler görüyorum ? Sam dostumuz gençliğini Kanada koşullarında cenk ederek geçirdi. Altımışından sonra Florida’da belki biraz rahata erdi. Datça serüveni tam sonuçlanmadı. Muğla’dan başlayan “yaşam gölünde kulaç atma” gayretleri belli ki Kanada’da geçen 25 zor yılda “no gain without pain” ile onu ruhen zenginleştirdi. “A” kardeşimiz ise İzmir koşullarında, akademik bir eş desteğinde, İsviçre kültürü ile zenginleşip, “Y Kuşağı”nı Amerika kültüründe eğitip İtalya dönüşümlü yetmişe erişmiş yaşamında bence Bay Burak’a daha yatkın ve eğer bir de zaman ayırabilirse eşi Fatoş’un desteği ile katkılar sağlayabilecek şekilde açılımlara sahip olabilir.
Peki neden yazımın başlığı “forcognito” ?
Ne alaka ! Madem bunca sözler “Geyikli Park” ve “Tanrı’nın Doğum Günü” kitaplarını odağına alan yorumlar için neden “forcognito” ? Forbes’in Aralık 2013 sayısında Prof.David Passig’in bir yazısını Adana havalimanında uçağımı beklerken okumuştum. “Gelecek Sınavları” isimli makalen beni hem yakın (torunlarım BE sınavlara girdikleri için) hem de uzaklardan gelen haberleri dağarcığıma alışımda etkiledi. Madem ki Bay Burak Kur’an için “geçmişi yaşatmak değil, geleceği yaratmak için” bir varlık nedeni tanımlamış ve madem ki ben de bu yazımda Bay Burak’ın söylemlerini Bay Sunay’ın öykülerle belleğime kazıdığı gerçeklerle bir araya getirdim ve madem ki bu birleşime “gelecek” konusunda bir sos ya da harç ekledim o halde bu “forcognito” sözüne biraz daha derinlik katmaya çalışayım.
Prof. Passig kimdir ?
Sorusunun kısa yanıtına şu linkten erişebilirsiniz (http://davidpassig2050.blogspot.com.tr/2011/08/david-passig-kimdir.html)