Yaşam Büfesinde “Abyssus / Uçurum”

“…Kaptan reisi çağırır…Sert bir sesle, “Reis geminin sancak makinesi çalışmıyor… Yük ağır…Yolcuların filikalara binip gemiyi terk etmelerini sağla…Onları ikna etmelisin…Aksi halde batacağız“der…”

Merhaba

Buradaki “reis” bugünlerde dillendirilen sizin bildiğiniz reis değil. Hani aslanın emri ile ormanda çıkan yangından kurtulmak için alfabetik sırayla ormandan çıkması gereken hayvanların en önünde yer alan “bit” gibi. O da itiraz eden arı, ayı ve ata “ben sizin bildiğiniz bitlerden değilim” demişti. Bu da öyle bir reis işte !

Dr.Orhan Erdem’in “ünvansız liderlik” kitabından ödünç aldığım kısa öykünün devamını yazımın ilerleyen bölümlerinde vereceğim. Neden batmakta olan gemi ve neden yazımın başlığındaki Latince sözcük ve Türkçe karşılığı olan “uçurum” ???

Korku dağları bekliyor ve bu günlerde SSTC deki 6 temel satın alma dürtüsünden en baskın olanı “to make a gain / kazanç sağlamak” tan daha çok “fear of the lost/kaybetme korkusu“… Öyle ki tirajın önemli bir kısmı Yılmaz’a bağlıyken korkudan yazısını yayınlayamadı Doğangiller bile. O köşe birkaç gündür kapalı ve bugün de Ahmet’siz çıktı gazete. Gerçi laf aramızda Florida’dan Sam’in gönderdiği yazıyı okuyunca hep bildiklerimizin bugün ülkemi temsil edecek en önemli icracı makamı doldurma kararı arefesinde sözcüklerin gereğinden fazla adileşip sınırları zorladığını gördüm ve “doğru” demekle birlikte benim de yüreğim elvermedi bu düzeyde medyalaştırılmasına…

Tüm bunların üstüne bir de İzzet Çapa’nın iki gün önce “Can Yücel ve Nâzım Hikmet” odağında dile getirdiği “küfür etme özgürlüğüne sahip çıkmak lazım” başlıklı yazısını da okuyunca aklım Yılmaz’la İzzet’i buluşturdu. Onların birbirlerinden hoşlanıp hoşlanmadıklarını bilmiyorum. “Hoşlanmak” anlamlı bir sözcük. Gazetenin koridorlarında sol açık (Yılmaz), orta oyuncu (Ahmet) ve sağ bek (Akif) karşılaştıklarında acaba birbirlerine nasıl bakıyorlardı; nezaketen de olsa acaba hangi asgari sözcükleri kullanıyorlardı ? Bence farklılıklarla zenginleşmeye inanan (!) ya da böylece daha geniş kitleye erişmeye çalışan gazete için bu üç beyin takımı bana bir beynin üç farklı lobunu anımsattı. Acaba hangisi hangi lobu temsil ediyor ? Bu araya bir şiir sıkıştırayam ve o da rahmetli Neyzen Tevfik’ten olsun:

Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler / Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyuz ! dediler / Künyeni almak için partiye ettim telefon / “Bizdeki kayda göre şimdi o meb’us dediler”

“One minute” nasıl evrimleşti ?

Yirmibir yıl önce satış ve satış yönetimi sorumluluğunu üstlendiğim kriz yılında tanımıştım Dr.Ken Blanchard‘ı. Dörtlü seri olan kitaplarının genel ismi” one minute manager” idi. İlginç bir rastlantı. “Reis ve One Minute”… Bizimki de bildiği iki kelime ile sahnede yanında oturanın kolunu “one minute” diyerek tutmuş ve Türkçe devam etmişti. Her neyse ! Bizim Ken amca yedi sene önce “one minute” yaklaşımını güncellemiş ve “Liderlikte Çıtayı Yükseltmek” ismiyle yeni bir kitap yayımlamıştı. Bu kitaptan beş tane alıp “kariyer yolculuklarında” umut veren arkadaşlarıma hediye etmiştim. İşte bu kitabın çatıdaki kitaplığımdaki birine üç gün önce HİK’ta çıkan bir yazıyı kesip yapıştırdım. Bay Devrim bu köşe yazısında liderliği “kendi doğruları yönünde, kendi koyduğu hedeflere ulaşmak için insanları manipule eden yönetici” olarak tanımlamış. Canı öyle istemiş. Liderli “yönetici” sınırlarına hapsetmiş. Bu kısmın eksik ya da yetersi olması önemli değil. Önemli olan Zeynep ve Janet‘le 2007 de Çanakkale’de başlattığımız “kolaylaştırıcı koçluk” öğrenme yolculuğundan CINOS’un üçüncü evre seçilmişleriyle beraberliğimizde “üç beyin teorisi“ni dillendirmemiş olmamızdır.

Üç beyin, batmakta olan gemi, uçurum ve tokatçı tekmelettin reisin bindirdiği alametle nereye gidiyoruz ?

Önce yazımın girişindeki öyküyü tamamlayayım.

“…Kaptan reisi çağırır…Sert bir sesle, “Reis geminin sancak makinesi çalışmıyor… Yük ağır…Yolcuların filikalara binip gemiyi terk etmelerini sağla…Onları ikna etmelisin…Aksi halde batacağız“der.

Reis “Emredersiniz” dedikten sonra hemen yolcu kısmına gider. İkna çalışmaları bittikten sonra kaptana gelir ve “Gereken yapıldı…Yeteri kadar yolcu filikalarla denize indirildi” der.

Kaptan şaşkın bir şekilde sorar: “Peki, nasıl ikna ettin bu insanları ?”

Cevap liderin iletişim gücünü yansıtmaktadır: “Bir kısmına, ‘ Sizin gibi insanlar okyanusun derinliklerinde kaybolmamalı‘, bir kısmına ‘ Okyanus suyu çok faydalı’, bir kısmına da  ‘ Okyanusa girmek yasak’ dedim...

Bu üç farklı yaklaşım bizim SSTC çerçevesindeki üçüncü evre olan “Yaşam Büfesinde Öne Geçme” ustalık yolculuğunun,  LCWS (Liderlik ve Koçluk Çalıştayları)  kurallarından ilkini yansıtmaktadır: “Eşit olmayan kişilere eşit davranmak en büyük eşitsizliktir“.

Bu öykünün bir diğer anlamı da beyninin üç farklı kısmından birini baskın kullanan insanları sembolleştirmesidir. Bunlar,

1.Kafatasını arka kısmında bulunan ve bezelye tanesi kadar olan sürüngen beyni‘dir. Bir kısmımız hâlâ “one minute“lerken dörtyüz milyon yıl yaşındaki beynin bu kısmını kullanıp uçuruma doğru keyifle, havuzla, gemiyle, kutularla, kasalarla yol almaya devam ediyoruz. Hem de rüyalarında bile göremeyecekleri makamlara gelmişken. Bunca doymazlık, açgözlülük, arsızlık niye ki ? Bu sorunun yanıtı için biz de sürüngen beyni çalıştırmalıyız. Belki bu bezelye tanesinden dolayı “saksıyı çalıştır” diye uyarılar alıyoruz zaman zaman…

2.Beynin ikinci kısmı Dr.Maslow’un “ihtiyaçlar piramidi“nin alt sıralarını oluşturan temel ihtiyaçlar için aktifleştirdiğimiz elli milyon yıl yaşındaki “memeli beyni” dir ki belki “evlat sıfırla geliyorlar” korkusunu beynin bu kısmı ile yönetmeye çalışıyoruz.

3.En genç olan “insan beyni” bile üçmilyon yıl yaşındaysa varın siz verdiğimiz kararların ne denli insancıl olduğuna, tokat atıp tekmeletmeden, kucağa oturtmadan önce önce “mantıklı düşünme” yi yönetemeyen beynin bu kısmı aslında tüm beynin %80 iymiş. Demek ki daha çok fırın ekmek yenmesi gerekecek “geleceği şekillendirmeye” çalışan liderlerin Prof.M.Yunus benzeri fukaralığı yok etme gayretlerinden sonuç alabilmek için. Umudum var mı ? Yok… Bunca arsızlıkları görüp de iki İngiliz epidemiyologun “su terazisi” kitabından çizdikleri 12 milyon $ lık hırsızlık sınırını fersah fersah aşanların salyalarını ve açgözlerini gördükçe kesin umudum yok. Allah sonumuzu hayreylesin.

Neden umutsuzum ?

Uçurum” demek olan Latince sözcüğün kavram olarak anlatmak istediği şöyle: “Abyssus abyssum invocat !”. Türkçe olarak “uçurum uçurumu doğurur“. Güncellersek “Bir hata, diğerlerinin doğmasına sebep olur“. Evet belki “Rıza” başa geçmez ve 84 milyar $ lık altın ihracatı ile ülkemizin dış ticaret açığının kapanmasına %15 lik gerçek payı sürdürür; kuşkusuz sol açık oynayan (ve bu günlerde oynatılmayan) Yılmaz’ın önerisiyle pencere açılınca patlayan piştov için bilgilendirilen B…. oğlan da başa geçmez… Ancak bu gidişler “one minute” i Dr.Ken amca gibi doğru okumayan, sahnede komşusunun kolunu tutup da şov yapan birinin tek adamlığında Davudun oğlu ile de nerelere nasıl gideceğimizi anlamak için bilge olmak gerekmez. Allah yardımcımız olsun.

Onbir yıl önceHollanda’nın en kuzeyinde, okyanus kıyısında yer alan bir şehirde, yemek fabrikasında kendi yaptığımız yemekleri ekibimizle paylaşıp yerken, gün boyu ustalık yolculuğumuza liderlik eden Neil Rackham’ın “SPIN Selling” kitabının finalinde dediği gibi: “…Satu tanjong laigi / Bir dönemeç kaldı”diyebilmeyi gerçekten çok isterdim. Gelin ata binmiş “ya nasip !”

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler. Bu inançla yazıma içerikle hiç ilgisi olmayan fotoğraflar koydum. Ülkemde genel görünüş ve algılarım yanında birlikte olduğum genç neslin uykusuz geçen gecelerinde, dağlarda esen rüzgardan enerji üretme gayretlerinden, İzmir’in üstünü kablosuz internet ağı örmeye çalışırken filler ve karıncalar çatışmalarının öğretilerinden ve elde edilen sonuçlarla geleceğin resmine bakıp “Allah nazardan saklasın; başarılarını sürekli etsin. Allah korusun” dualarımla kıvanç duyarak, genel umutsuzlukların içinde umudu yapılan yatırımları simgeleştirebilmek için yaptım. Bunu da Huancho Duaren (umarım adını doğru anımsadım. Yirmi yıl önce elime geçen bir cep kitabı yazarı ve adının anlamı da “başa dönen yolcu” demekmiş)’in bir deyişine inanarak yaptım: “Zorlukların orta yerinde mutlu olabiliyorsan eğer, aklın gerçek potansiyelini görürsün” . Herhalde bu da beynin en genç olan kısmının baskınlığındandır. Buna da şükür.  Yolumuz hep aydınlık olsun.

Öykücü