“…Olanlardan bıkıp usanan bir ben mi kaldım bu ülkede ? Hani nerede şu öfkemiz ? Kahrolası ….. diye avaz avaz bağırıyor olmamız gerekirdi oysa şimdi. Bir grup salak herif ülkemizin rotasını uçuruma doğru kırmış, kurumsal haydutlar bizi gözü kapalı soyuyorlar ve bırakın hibrid araba üretmeyi, daha bir doğal felaketin arkasını bile temizleyemiyoruz. Ama öfkeden çılgına dönecek yerde, politikacılar “rotadan çıkmayın” deyince herkes oturup kafa sallıyor…Bu ülkeyi artık tanıyamıyorum. Anayasanın görünmezden gelinmesine, telefonlarımızın dinlenmesine ve bir yığın yalan üzerine bizi savaşa sürüklenmesine açıkça göz yumuluyor. Rekor derecede bütçe açıklarına karşın, zenginlerin ödedikleri vergilerde indirim yapılıyor. İş dünyasının en ünlü liderleri yaratıcı olanlar değil, elleri kelepçeli olanlar…”
Merhaba
İki ay önceydi. Havalar bu kadar soğumamıştı. Çeşme-Çatı-Çeyizlerimle yakın ilişkilerim sıkıydı. Kitaplığımdan birkaç kitap seçtim. Mevcutlar yetmedi. Yenilerini aldım. İkiyüze yakın slayt hazırladım. Ana mesajlarımı derledim. Yol haritamı oluşturdum. “Konuşma Halkası“na ağırlık verdim. SSTC Prensipleriyle alt yapı oluşturmayı öne çektim. Olgu tartışmalarıyla dramalar hazırladım. Yaşanmışlıklarımı ve deneyimle öğrenilmişleri teorilerin ve kitapların yerine koydum. Böylece “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğuna” çıkmaya hazırlandım. Üçüncü günü “Liderlik ve Koçluk” öğretilerine ayırmıştım. Başlama vuruşundan önce bu konunun bizden hemen sonra otorite tarafından kurum içi eğitim olarak verileceğini öğrendim. Bu nedenle küçük bir giriş testi yaparak,
* Ne kadar iş odaklısınız ?
* Ne kadar ilişki/kişi odaklısınız ?
* Ne kadar etkilisiniz ? sorularının ölçülebilir sonuçları ile,
* Kişinin kendini nasıl gördüğünü,
* İş arkadaşlarının onu nasıl gördüğünü ortaya koymaya çalıştım; daha doğrusu bir örnekleme ile temel mesajı aktarma gayreti içinde oldum.
İşte bu soruların doğru yanıtlarını, doğru ortaya koyabilmek için Dr.Blanchard ve arkadaşlarının otuz yıldır (!) sürekli güncelleyerek sürdürdükleri “Çok Boyutlu Liderlik” çerçevesi içinde kısa bir sunum programı yaptım. Bu arayışlarımda aklımı zenginleştirmek için kitaplığımın tozlanmayan raflarında elimi gezdirdim.
Önceki yazımda (http://www.copcu.com/2015/01/05/yasam-bufesinde-mea-culpa/) sözünü ettiğim “Bütün O Liderler Nereye Gitti ? / Where Have All The Leaders Gone ?” isimli kitapta karar kıldım. Dün gibi anımsıyorum 27.08.2010 günü Marina dönüşü Çeşme’de bu kitaptan dört tane almıştım. Sanırım üçünü dini bayramlardan birinde içine torunlarımın (IBE Üçlüsü) bayram harçlıklarını da koyarak babalarına (ÜEK) hediye etmelerini sağlamıştım. Bu sahneye ait video karelerim olduğunu sanıyorum. Elimdeki dördüncü kitabın sayfalarını rastgele karıştırmaya başladım. Bu ara kitabın yazarının kısa bir video kaydını youtube’ta görünce kitaptan ayrılamaz oldum (http://www.youtube.com/watch?v=0JrpewVQMi0).
Yazımın girişindeki mavili kısım kitabın giriş kısmıdır. Yedi yıl önce ABD’deki bir seçim arefesinde “Körfez Savaşına” hangi yalanlarla aldatılarak girdiklerinin acı öyküsünü anlatır yazar. Kendisi de sistemin bir zorlaması olarak seçime girmiş ve daha ilk adımda genç bir danışmanın davranışını görünce “al atını gör tımarını” deyip siyasi kariyerini başlamadan bitirmiştir. Kızgınlıkları ve öfkesi süren yazar hem siyasi hem de iş dünyasından özlediği lider tipini aramaktadır. Videofilminde ikibuçuk dakikada “8C” olarak özetlediği “Liderlik Sırlarını” kitabında da açıklamaktadır. Filmde sırları saydım “8” buldum; kitabını okudum “9” sır açıklandığını gördüm. Yazar ısrarla “Liderin 9 Sırrı” olarak sayıyı hep “9” olarak vurgularken filmde hangisini göremediğimi düşündüm. Sanırım “Merak” kavramını gözden kaçırdım (ya da yoktu).. Sonra bir şeyi daha anladım ki “Kriz Yönetimi” ni de ekleyip sayıyı özellikle “10” yapmak istememiş. Bunu “Musa ile karıştırılmasın” gibi bir espri ile de süslemiş. Bu onuncusuna “Kaosla Başa Çıkmak” demek daha güzel olurdu ki bugün ülkemi ve “Lider Görünenleri” daha iyi anlatabilirdi bu dokuzuncu öğenin eksikliğinde başımıza neler geleceğini… Liderin liderliği kriz zamanında kendini gösterirmiş. Yazar haklı. Atatürk’e bakmak yeter; hem özellikle dokuzuncu için hem de diğer sekizin tümü için. Bugünün liderlerini anlayabilmek için de son öğrenme yolculuğumuzda Sevgili Kenan’ın sözünü ettiği “Pseudo Leadership” kavramını düşünmek yetercektir. Sevgili Kenan’ın “Pseudo“sunu “Yalancı” olarak ilk konuşma halkamızda anlatım ve tartışma konusu yapmıştım. Mesleğimdeki iki önemli bitki hastalığını örnekleyerek konuşmaların akışını “adilik ve sahtelik o hastalık etmenlerinde değil bizde” diyerek “Common Bunt / Adi Sürme” ve “Pseudoperonospora cubensis / Yalancı Mildiyö” hastalıkları Türkçe isimlendirilirken atılan iftirayı çürütmeye çalışmıştım. Buna konuyu sulandırma da diyebiliriz. Akılda kalıcılık için öykülerle öğrenmekti bunu yaparken amacım.
Tam bunları yazarken, yoğunlaşmışken Ümit’in Pakistan’a hareket saati geldi (Albatros’tan çıkış için saat 12.00). Uçuşların çoğu iptal edilmişti. Şimdilik onun İzmir-İstanbul, İstanbul-Lahor uçuşları iptal edilmemiş görünüyordu. Kış kötü bastırmıştı. İzmir’de bile sıcaklık sıfırın altındaydı. Sabah yürüyüşümü yarıda kesmiştim. Hava ayazdı. Ümit için gözümüz yaşlı dualar ederken tıpkı 1993 Ocak ayında İstanbul, Holiday Inn’in sıcak odasından dışarı baktığım gece yarısını anımsadım. Ben Singapur’a uçmak üzere en konforlu koşullarda 48nci yaşıma giriş günlerini yaşarken sevgili Eray’ımız Yedikule’nin ahırdan bozma hastanesinde yeni bir çileye başlıyordu. Bana veda edip karanlıklarda kaybolmuştu.
Bugün de ben Albatros’un sıcak odasında sevgili Ümit’e veda ederken o, buz gibi bir havada, 49ncu yaşının arefesinde Pakistan’a yaşam büfesinde öne geçmek için, kariyer yolculuğunda ilerlemek için, yaşamı kazanmak için gidiyordu. Kazanılan parayı harcarken bizim boğazımız düğümleniyor. Yaşam Büfesinde sıraya girme gayretinden yoksun kayıktaki profesör benzeri yaşamlara ve önlenemeyen kaynak kullanımı beceriksizliklerine baktıkça yüreğimiz daha bir daralıyor. Uzaklardakilere “akıl ve fikir” dilerken kendi payımıza da bu dileklerden bir nebze olsun düşmesini umuyoruz; bekliyoruz. Soygunlarından ve savurganlıklarından vaz geçmezlerse Allah hem onları ve hem de hepimizi cezalandıracaktır. Korkum bunun kaçınılmazlığıdır. Kurunun yanında yanacak yaşların vebalini kimler çekecektir ? Uzaktayken ve hatta sadece Çeşme mesafesi kadar uzaktayken bile “Ümit Pakistan’dan geldi; Ümit Pakistan’a gitti” haberleri yüreğimi bu denli etkilemezdi. Bugün öyle olmadı. Bugün sanki kendimi 1972 yılının soğuk bir Şubat günü Kanada’nın soğuğuna yapayalnız teslim olmuş olan Şükrü’nün geride kalan gözü yaşlı babası gibi gördüm. Şükrü’nün ebeveynleri için neler düşündüğünü, Muğla’nın kenar mahallesinde geçen yoksul çocukluğun ve bozuk aile düzeninin zorluklarında öğrenilenler ve en zor yoldan kazanılan başarılarla bugün Florida’nın Key West’indeki yaşama adım adım nasıl ulaşıldığının öyküsünü kısaca bilsem de çekilen acıları tahmin edemem ki… Benim yüreğimi buran yukarıda dediğim gibi 1993 soğuk bir Ocak gecesinin ilerleyen saatlerinde sıcak otel odasının penceresinden gördüğüm karanlıklar içinde kaybolan Eray’in siluetiydi.
Bugün de buzlu bir Ocak günü Pakistan’a doğru yola çıkan Ümit’in her şeye rağmen neşeyle veda eden, gülümseyen yüzündeki sevgiydi. Allah onları korusun. Varsa (ki mutlaka hepimizin vardır) hataları(mız)ın bedelini onlara ödetmesin. Dün altı tır Şakran’a gelmişti. Keremgiller Bergama’nın karlı dağındaydılar. Dün “dead-line” dı. Direk dikilmeliydi. Çok şükür ki kar ve buzda direkler Hatay’dan yola çıkıp kritik Uşak rampalarını da aşıp sağ salim köye ulaşmışlardı. Bu hava koşulları “force major” olarak görülüp tanınan süre uzatılır diye düşünüyoruz. İnşallah haftaya direkler dikilir; kanatlar takılır ve NETRES çalışmaya başlar. Allah Keremgillerin de yüzünü kara çıkarmasın. Bunca uykusuz gecelerin aydınlık sabahında emekler yemeğe dönüşsün. Böylece Netdirekt‘in “Sosyal Sorumluluk Projesi” benzeri NETRES‘i ülkesel üretime katkı sağlasın. Dualarımız onlarla. Ailemizin sağlık limanı, tek profesörü sevgili Eray’ın Mest’leşerek başlayan yolculuğunun Dubai ve/veya Abu Dabi ayağı da bu birkaç ay içinde şekillenecektir. Hakedilmişse ve hayırlısı ise olsun.
Görüldüğü gibi yazım bir anda Bay Lee Iacocco’dan COPCULAR’a dönüverdi. Şimdi yine özlenen o liderlerin nereye gitmiş olduklarına ilişkin sorunun yarattığı açılımlarla “akıl tutulması“nı aşmaya çalışayım. Bay Lee, “Liderin Sınavı” başlıklı bölümüne şu sözlerle başlamış:
“Hiç genelkurmay başkanı olmadım ama CEO oldum. En tepedeki liderlik konusunda birkaç şey bilirim. Dokuz nokta tespit ettim. Bunlara “Liderliğin Dokuz Öğesi” diyorum. Ve işte listem:
1.Meraklı: Lider meraklı olmalıdır. Kendisini ablukaya almış olan en yakınındaki “evet efendimci” kalabalığın dışındaki insanları dinlemelidir. Dinlemesini bilmemek bir kibirdir. Kibir günahtır. Doymak bilmeden okumalıdır…Bir lider farklı fikirleri duymak için rahatlık alanının dışına çıkmazsa körelir. İnançlarını test etmedikçe doğru ya da yanlış olduklarını bilemez (C1: Curious > MC: Bizimkiler dinlemez; okumaz; kibirleri Kaf dağını aşar. İnançlarını hem kölesidirler ve hem de bağnazlıklarıyla etrafındakileri de aynı inancın kölesi yaparlar).
2.Yaratıcı: Lider yaratıcı olmalıdır.Farklı düşünmeli, farklı bir şeyler yapmaya hevesli olmalıdır. Düzenin dışına çıkabilmelidir. “Başkanımız hiç değişmemekle böbürleniyor, çevresindeki dünya kontrolden çıkmış bir fırıldak gibi dönse de…Onu döneklikle şuçlayanın vay haline ! Kendinden emin tavrında insanı rahatsız eden mesihvari bir coşku var”… (C2:Creativity> MC: Sözlerini görünce Bay Lee sanki bizimkini anlatıyor. Tıpa tıp aynı. Sanki tornadan çıkmışlar. Bizimkisi de aynı amaçla yoğrulup sanki bize gönderilmiş. Çevresindeki havuzcular, yalakalar da zaman zaman peygamberlik bile yükleyecek kadar aymaz olabiliyorlar. O da hırsını ve kinini artırarak sürdürüyor. Bunlar doğuştan mı böyle oluyorlar; yoksa bu yola çıkınca aynı merkezden de yontulup yola bırakılıyorlar).
3.İletişim: Lider iletişim kurmalıdır. Amaç gevezelik etmek ya da tumturaklı söz söylemek değildir. Gerçeklerle yüzleşmek ve doğruları söylemektir. Bugün görünenlere karşın bize anlatılan gerçeklikleri duydukça insan zıvanadan çıkabilir. İletişim acı da olsa gerçeği söylemekle başlamalıdır…Başkan evi yanarken yangın var diye bağırmayan çocuk gibidir. Yaralılar ve karmaşa dağ gibi yığılırken bile herşeyin yolunda gittiğini söyleyen inanmadığımız ve artık dinlemediğimiz biridir (C3:Communication > MC: Bırak gerçeği sadece lider değil hepsi gözümüzün içine baka baka yalan söylemekten çekinmiyorlar. Dinleyen halka bakınca hepsi söylenen yalandan sanki mutlular;açlık ve yoksulluk, işsizlik ve kazalar artarken saray ihtişamlı yaşama bakıp camekanın arkasından grilde kızarmakta olan tavuklara bakarak camı yalayanlar gibi alkışlıyorlar. Birkaç ay sonra yapılacak şeçimde yine saraylılara oy verecekler. Bu nasıl bir “akıl tutulması”dır anlamakta zorluk çekiyorum).
4.Karakter: Lider karakter sahibi olmalıdır. Bu doğruyla yanlışın farkını bilmek ve doğruları yapma cesareti göstermek demektir. A.Lincoln bir zamanlar ” bir adamın karakterini sınamak istiyorsanız ona güç verin” demişti (C4:Character > MC: Uzaklara gitmeye gerek yok. Güçlendi millet açken saraylandı; güçlendi babasının malı gibi saraydan çıkmamak için direniyor. Aldırış bile etmiyor. Halkın sırtından beleş yaşıyor. Hâla gülebiliyor. Bana mısın demiyor ! Bu olanaklar neyin bedeli olarak rüşvet gibi kendisine sunuluyor ki ? Anlamam zor. Yakışmıyor da…Üstelik değer mi ? Temsil ettiğinin yere, role, ait olduğunuz grubun misyonuna uyar mı ? Çok yazık).
5.Cesur: Lider cesur olmalıdır. “Sıkıyor” olmasından söz ediyorum. Kabadayılık cesaret değildir. Sert konuşmalar cesaret değildir. Cesaret müzakere masasına oturmaya talip olmak ve konuşmaktır. Özellikle politikacıysanız size oy kaybettireceğini bilseniz bile duruş sergilemek demektir (C5:Courage > MC: Laf aramızda açılım/çözüm kavramlarıyla yola çıkışları ve duruş sergilemeleri her şeye rağmen bizimkilerin de gösterdikleri ciddi bir cesaret işi. Bu konuda haklarını vermek gerek. Bu arada saatli havuzcular, kasacı ve kutucular olmasaydı; onlara karşı korkak olunmasaydı bu çözüm süreci yaratma cesaretlerine daha bir fazla inancım gelişecekti. Şimdilerde bende “akıl tutulması” yaratan müzakere masasına silahların gölgesinde oturduklarında hangi görünmez etkilerin altında “ver kurtul” deyip kaçmaları olasılığıdır asıl korkum).
6.İnanç: Lider olmak için sağlam bir inanç taşımalısınız. Hırslı olmalısınız. Tutkunuz olmalı. Bir şeyi yapmayı içtenlikle istemelisiniz. Elinizdeki ateş topunu nasıl ölçersiniz ? … Başkanlarının izin ve çalışma günlerini örnekleyen yazar sözlerini şöyle sürdürür “Pek çok insan bu kadar az çalışıyorsa ve gösterecek haklı bir gerekçesi yoksa işten kovulması gerekir. Ne var ki milletin temsilcileri bunca tembellikleri yanında maaşlarının artırılması için oylama yapmaya zaman ayırdı. Buna liderlik denemez (C6:Conviction > MC: Bizimkilere baktığımda bu açıdan çok hamarat olduklarını görürüz. Yeter ki bugünün saraylısından küçük bir sinyale gönderilmiş olsun. Sabahlara kadar tereddütsüz “evet”lerini topluca kullanmak için uykusuz gecelere razı olurlar. Liderlerinin ve onların liderlerine inançları tamdır. Sorgulamazlar. Gösterilen hedefe eksiksiz erişirler. Bravo demek gerek onlara. Bu beraberliğin gücü inançlarından değil, öndekinin sergilediği inanca uyumla sadakat göstermektir).
7.Karizma: Lider karizma sahibi olmalıdır. Göz kamaştırıcı olmaktan söz etmiyorum. Karizma, insanların peşinizden gelmesini sağlayan bir niteliktir. “Esin verme” yeteneğidir. İnsanlar bir lideri ona “güvendikleri” için takip ederler (C7:Charisma > MC: İtiraf etmek gerekir ki bizimkinin yüzü hiç gülmese de insanları azarlayıp tekmeletse de güçlü bir karizması var. Bunu bir de hitabet gücüyle destekleyince yükselen bir karizma etkisi oluşuyor. Bu da yetmezmiş gibi kesinlikle “olumsuzu duymazdan gelme becerisi”ni her koşulda kullanmasıyla, hep gündem oluşturup hiç bir zaman dümen suyunda kalmamasıyla, dik duruşuyla karizmasını katlandırmıştır. Ne diyeli bu da beceriksiz Kemal’in şanssızlığı ya da bizim kadersizliğimiz. İyi olur inşallah).
8.Yetenek: Lider yetenekli olmalıdır. Ne yaptığınızı bilmelisiniz. Daha da önemlisi, etrafınızı ne yaptıklarını bilen insanlarla doldurmalısınız. Başkanımız (Bay Bush) yüksek lisanslı (MBA) olmakla övünüyor. Bu onu yetenekli yapar mı ? Tarihin en büyük bütçe açığı için, Sosyal Güvenlik Sistemi yaşam ünitesine bağlandığı için, savaşın maliyeti yarım trilyon dolara çıktığı için MBA li başkana teşekkür etmek gerekir (C8: Competent > MC: Yazar alaycı tavrıyla yetenek işini eğitim yolculuğundan soyutlamaktadır. Haklıdır da. Bugün bize baktığımda eskisinin imamlık deneyimine dayalı iş bitiriciliğinin yanında yeninin hocalığı (balondaki profesör benzeri) tıpkı yazarın tanımladığı durumun haklılığını gösteriyor. İnşallah bizimkinin bu görünen liderlik öğeleri çözüm sürecinin sonraki aşamalarında iyi niyetle işe yarar. Yoksa sarayın çok sayıdaki kapısı kaçmalarına yetmeyecektir. LIST (Libya Irak Suriye Türkiye)’e bakarsak “KESE (Kaddafi Esad Saddam Erdoğan)” nin ilk üçünün hali ortada. Ne Saddam, ne Kaddafi’nin kaçacak yeri olmadı. Umarım tarih tekerrür etmez. Yoksa halimiz harap. Allah hepimizi korusun).
9.Sağduyu: Sahibi değilseniz sizden lider olmaz (C9:Common Sense > MC: Bu konuda fazla lafa gerek yok. Her şey ortada. Bizimkilerin de eksik olduğu konu bence bu ki acı çekeni tekmeletmek bile var fıtratlarında. Biraz sağduyulu olsalardı bugün pek çok acıyı yaşamayabilirdik. Aslında böylesi açık, net olan olgularda arayışlarımız sağduyuya gelmeden aklın yolu birken “akıl tutulması” yaşamak kahrediyor beni).
Etrafımıza baktığımızda sormamız gereken “Bütün o liderler nereye gittiler ?“Meraklı ve yaratıcı iletişimciler nereye gittiler ? Ahlaklı, cesaretli, inançlı, yetenekli ve sağduyulu insanlar neredeler ? Havaalanlarımızda ayakkabılarımızı çıkartmak ve şampuanlarımızı attırmak dışında yurdunun güvenliği için daha iyi fikirleri olan liderler neredeler ? Bu soruları sorduğum anda Atatürk’ün yolundan sapan ve ülkeyi ya iç savaşa ya da parçalanmaya götüren çözüm sürecinin mimarı olan lider(ler!!!) belki de Bay Lee’nin sözünü ettiği türdendir ve benim gözlerim bugün bu oluşumu görememektedir. Bu kavga sadece bugünün ürünü müdür ? Doksan yıldır güncel celalilerin benzer isyanları nasıl bastırıldı ? Hâla suçlanmıyor muyuz ? Soykırım sözlerini dile düşürecek şeyler yapılırken bugünün çözümleri akla hiç mi düşmemişti ? O gün yapılanların bugüne yansıması değil midir bugün yadırgadığımız çözüm süreci (!) tüm karşı çıkışlara rağmen ısrarla sürdürülmektedir. Ben de “Akıl tutulması” yaşıyorum ve doğruları ayırt etmekte zorlanıyorum.
Yeni yılın ilk günlerinin 2015 için müjdeli sonuçların habercisi olması dileğimle nice ayaz soğukların karla aydınlanmış yollarda sağlık ve esenlikler getirmesi dileklerimle.
Öykücü