Yaşam Büfesinde “Rol Tutsaklığı””

“…Kervan yola çıkmaya hazırlanıyormuş. Kervanın sahibi zenginler zengini Alihan beymiş. Alihan bey telaşla son hazırlıkları denetliyormuş. Tüm değerli eşyalar sandıklara yerleştirilmiş. Seyisler, muhafızlar, develer, atlar yola hazırmış. Tam yola çıkacakken ufak tefek, çelimsiz, sıska bir adam koşarak gelmiş. “Benim adım Veli, beni de alın yanınıza” demiş. Alihan bey: “Seni de alayım da, senin ne hünerin vardır. Silah kullanmasını bilir misin, seni muhafız yapalım”. Veli: “Ben silah kullanmayı bilmem.” Alihan bey: “Seni seyis yapalım, attan deveden anlar mısın ?” Veli: “Vallahi hiç anlamam.” Alihan bey: “Aşçı yapalım o zaman, yemekten anlar mısın ?” Veli: “Yemek yemeği severim de pişirmeyi bilmem.” Alihan bey: “Yıldızlardan anlar mısın, seni rehber yapalım.”  Veli:” Karanlık gecelerde sırt üstü yatıp yıldızları seyretmeyi pek severim de hangi yıldız hangi yönü gösterir, işte onu hiç bilemem.” Alihan bey kızmış: “Kardeşim, hem elinden hiçbir iş gelmez hem de kervana katılmak istersin, bu nasıl iş” demiş. Veli şöyle karşılık vermiş…”

Merhaba

Bugün Martın ilk haftası. Geçen haftaya baktığımda “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” sözü haklı çıkacak sanırdım. Hatta İçanadolu deyişiyle “Kork Aprilin beşinden öküzü ayırır eşinden” sözleri kulaklarımda çınlardı. Bir yandan soğuk diğer yandan felaket derecesinde yağışlar Ege’yi bile ürküttü. Televizyonda gün ortası haberlerinde bile Çeşme’yi su bastı, Ilıca’da evlere botlarla gittiler benzeri uyarılar olunca geçen Çarşamba günü hastaneden doğruca Çeşme’ye gittik. Ufak tefek hasarlar dışında kayda değer kişisel kayıplarımız yoktu. Komşu Kenan’dan geciken küçük bir yaz işini telefonla istemek dışında şimdilik kalıcı bir sezon temizliğine başlamadık. İnşallah Martın ortasına doğru bahçe, çimler ve iç-dış bina temizliklerimiz rutini aşmadan, bizi fazla yormadan yoluna girer. Şu ölümlü dünyada hiçbir şeyi dert etmeye değmiyor. On paralık tavırlardan, alınganlıklardan kırgın geçen tüm yazdan sonra “3N” nin en büyüğünün önemli sağlık sorunları kırık kalplerin sızısını unutturdu. Belki de erteletti. Çok fazla iyimser değilim. Acılar geçince yine küllenen açık hesaplar ortaya dökülür diye endişem var. Neden mi ?

CINOS‘taki son yılımdı (2008). Çerçeve çalışmalarının üstüne yerlilere baş olan yabancının hoyratlığında “havuz” problemleri doğru çözülemiyordu. Merkeze direnmek yerine 25/60/15 % oranlarını korumak için “adil” olmaktan uzak hoyratça yerleştirmeler yapılıyordu. Sevgili MG onca emeğinin karşılığında “alt grup” içine yerleştirilmişti. Kırgın ve üzgün sözlerini “kopan herşey bağlanır; arada bir düğüm kalır” sözleriyle anlamlı kılmıştı. Bu sözleri, kısa bir süre sonra Bursa’daki “Ocak Ayı Etkinlikleri”nde İrem’e söyletip video kaydı yapıyordum. Aynı anda henüz Pakistanlı olmamış olan Ümit de sevgili Özdil”in köşesinde dillendirdiği “anlayana sivrisinek saz, anlamayan sazı soksan az” deyişini aynı kayıtların bir yerinde görsel ve kalıcı kılıyordu. Yerlilerin başına gelmiş olan yabancı otorite, henüz cin olmadan şeytan çarpmaya kalkan beş milyon dolarlık kazancın ardından sahra eylemlerine çıkan yeni ve geçici beş ekibin kahve çalışmaları için alınan otuzbeş liralık uzatma kablosuna kafayı takan, ekibe güvenmeyen tutumuyla rol tutsaklığına düşmüştü. İşler böyleyken sağlıklar nasıl ?

Yetmişe varanlar, yetmişi aşanlar doğal olarak tekliyorlar. Nezuş hep söyler: “Bu yaşta kızamık çıkarmayacağımıza göre...” başımıza gelenler belki sadece erkencilik ya da şiddet açısından bizim hatalarımızın bedelidir. Yakın geçmişte ben ilk kez ambulansa bindiğimde uyarılar netti. Neler olduğunu anlamak için gözlem altına alındığımda sevgili Eray’ın, profesör hekim oğlumuzun destekleriyle konfor alanım bozulmadan süreci atlatmıştım (Aralık 2013). Ardından sevgili Ertuğrul’la Bostanlı sabah yürüyüşümüzde Balıklıova-Garip Randevusu verip ertesi sabah vefat ettiğini öğrenmiştim. Boşluk duygum artmıştı. Çok geçmeden Nezuş’un MedikalPark serüveni gelişti. Kısa süreli steroid tedavisi bizi planlanmış Antep Seyahatinden etti. Ancak soğuk ve yağışlı üç Mart gününe Alevlerle birlikte sıkıştırılan Sakız Seyahati pekçok anıyı ve keyfi pekiştirdi. Bu gelgitlerle geçen baharın ardından Çeşme’nin Seyir Tepeli yazı ve Keremgillerin tekneleriyle bolca getirdikleri mercanlar sağlığımızı güçlendirdi. Ardından havalar soğudu. Kış soğuktu. Kış yağmurluydu. “3N” lerin en büyüğü rahatsızlandı. Ana operasyon öncesinde hızlanan kalp rahatsızlığı korkuttu. Yine sevgili Eray’ın destekleriyle olabildiğince devlet hastanesi konforu özel kılınmaya çalışıldı. Şimdilik evde iyileşme sürecinde. Allah şifalar versin. Neden buna değindim ?

Ailemizde Şubat ayı sevinç ve hüznü aynı güne sığdırıyor. On Şubat günü hem Ziyneti ablamın doğum günü hem de Hanife ablamın ölüm günü. Yıllar geçince aynı güne sıkışan ne doğumun ne de ölümün etkisi eskisi gibi olmuyor. Bu nedenle 10 Şubat gününde ne sevincimiz ne de hüznümüz önceleri kadar şiddetli değil. İkisinin birlikte olmasının yarattığı “karma mesaj” daha bir anlam kazanıyor. Hani “hayat kısa” diyoruz ya işte tam bu söze uygun bir anlayış ağırlık kazanıyor. Hayat öyle kısa ki, doğumunuzda okunan ezan ölümünüzde kılınan namaz için oluyor. Hanife abladan bize yadigar kalan bir söz var ve onu çok kullanıyoruz. O derdi ki “Zengin zengin oluncaya kadar çok cefa çeker; fakir fakir oluncaya kadar çok sefa sürer“. İşte bu söz yakın çevremdeki kararlara, eylemlere tutum ve davranışlara bakınca kimi zaman yüreğimi yakıyor ve bendeki korku” dağları bekliyor”. Uykularım kaçıyor. Neden mi ?

Bir yanda Yunt Dağında frenlenmiş kanatlar ve Ekim ayından bu yana biriken kayıplar; diğer yandan kanatlanmış giden doların sürecin sonlanmasını bekleyen borçlara olan yakıcı etkisi… Bir yanda zayıflayan finansal dengenin “seferi yakıtları” kullandırması diğer yanda CINOS (1985-2009)’un 2000 yılındaki İstanbul’daki son günleri gibi vazgeçilemeyen tutkular…Bir yanda huzur ve disiplini koruma duyarlılığı diğer yanda çatıda tüm kritik süreç yönetiminin kırılganlıklarına ve duyarlı kararlara tanık kılma pahasına çözüm üretme girişimleri… Bir yanda uykusuz gecelerle uzmanlarından daha hızlı sorun çözme becerileriyle iş doyumları diğer yanda Eylüle kadar uzanan süreçte aklı ve kalbi salim kılarak yaşamı keyifli tutabilme gayretleri… İşte “yere sağlam basmak” adına “pusula, ayak izleri ve saat” sembollerinin anlamları…Allah eşleriyle birlikte onların bu paradoksları kayıpsız yönetme becerilerinde ve niyetlerinin safiyetinde hep yollarını açık ve aydınlık etsin; beraberliklerinin gücünü artırarak sürdürsün. Yazımın girişindeki öyküyü Prof.Ü.Dökmen’in “Küçük Şeyler” isimli kitabından aldım. Peki öykünün sonunda ne olmuş ? Veli kervana katılmış mı ? Ne işe yaramış ?

Veli “Benden böyle büyük hünerler beklemeyin. Kervana alırsanız pişman olmazsınız” demiş. Bu işe aklı pek yatmasa da kalbini kırmayayım, bir eksik bir fazla, alırsam iyi olacak diye düşünen Alihan bey, Veli’i de alıp yola çıkmış. Bir süre işler yolunda gitmiş. Ardından çölde fırtına çıkmış, hastalık baş göstermiş, eşkiyalar kervanı basmış ve ne maldan mülkten ne kervandan eser kalmış. Adamlar ya ölmüş ya kaçmış. Çölün sonuna doğru Alihan bey tek başına kalmış. Yarı baygın geçirdiği bir gecenin sabahında gözlerini açtığında yanında bir tek Veli varmış. “Sen niye gitmedin ?” diye sormuş. “Onların birer işleri vardı. İşleri kalmayınca gittiler. Benim işim yoktu. Gitmem de gerekmedi” demiş Veli. Alihan bey “Sağol da ben şimdi ne yapayım ? Malım mülküm gitti. Yaşamam gereksiz” deyince Veli “Hala yapabileceğin bir şey var” demiş… Öyküyü tamamlamayacağım. Buradaki mesaj, Velinin rol tutsaklığının olmadığıdır. Bugüne bakarsak, hepimizin sahip olduğumuz ya da oynadığımız pek çok rol için tutsaklıklarımızın olduğu ve hatta bu tutsaklığın kimi zaman yaktığı, yıktığıdır. Her koşulda güçlü durabilmek önemli. Çok şükür ki bu güce, bu dayanışmaya sahibiz. Binlerce şükür.

Çinli bilgenin sözüne kulak vermek istiyorum: “Doğduğun zaman 1 sin, sapsade 1. Zamanla 1 in sağına sıfırlar eklersin. Diplomaların olur, ünvanların olur, rollerin, rozetlerin olur ve sıfırlar çoğalır. Ama unutma o sıfırlar ancak 1 var olduğunda değer kazanır.” Evet sahip olduğun ve herbiri sana rol tutsaklığı veren sıfırlar ancak “1” yani sen ya da sağlığın var olduğunda anlamlıdır. Bu nedenle gerek Alihan beyin Veli’si ya da bugün Yunt Dağında bekleyen kanatlar, kanatlanan yeşillerin hüznü ile çözüm bekleyenler hep sağlıkla aydınlıklara çıkacaktır. Elimizdeki toplardan sadece sağlık camdan yapılmış olan ve aman düşüp kırılmasın diye biraz daha özen lütfen.

Herşey sizin ellerinizde. Yeter ki siz isteyin. Kerem’in “Teknoloji Zirvesi-Fark Yaratan Şirketler Paneli (23.05.2013)”nin kapanış değerlendirmesini yaparken söylediği gibi “hiçbir emek boşa gitmeyecek ve emeksiz yemek olmayacaktır“. Niyetin safiyetini korudukça, yolunuz hep aydınlık olacaktır.

Öykücü