“…Adam arabasını kenara yanaştırıp camı açar ve yol kenarında müşteri beklemekte olan fahişeye sorar: “Viziten kaç lira ?”. Kadın adama bakar ve “100 lira” der. Adam bir teklifte bulunur: “Ben 200 lira vereyim ama biraz döverim“. Kadın düşünür. İşler kesattır. Zaten her müşteri azçok eziyet etmektedir. En azından bu adamın açık sözlü olduğunu ve üstelik iki kat para alacağını hesaplayıp teklifi kabul eder. Arabaya biner. Otele doğru giderlerken kadının aklına takılır ve “Ne kadar döversin ?” diye sormaktan kendini alamaz. Adam sakince “Eh biraz döverim işte” der. Kadın sessiz kalır. Tam otelin kapısına geldiklerinde arabadan inmeden kadın bir daha sorar “İyi de ne kadar döversin ?”. Adam açık sözlüdür ve yanıtı da nettir: “Verdiğim parayı geri alıncaya kadar döverim“…”
(Not: Yazıma daha sonra Bayram Soframızdan, Bayram Yemeğimizden kısa bir film ekleyeceğim. Bu filmde ATV ile bayram namazına gitmek; Sahil Güvenliğin sorularına yanıt vermek; Tatlının şerbeti ve duamızdan kesitler göreceksiniz. Bu amaçla FlexMMP kullanımında Seyirtepelerinin kontenjanından yararlanmam doğru olacaktır).
Merhaba
Seçimlerin üzerinden neredeyse kırk gün geçti. Dün ilk adım atıldı. Bugün ve yarın da diğer ikiliyle görüşmeler olacak. Palasında palasını hazır tutan bugünün saraylısının taktikleri doğrultusunda verdiği parayı geri alıncaya kadar dövecek olan adamın tekliflerine bakalım kimler neler söyleyecek ! Sürpriz olmayacaktır. Hoş erken seçim olsa ne değişecektir ki ! Sadece taktikler değişecek ve göz boyamalar artacaktır. Bence talihin %60lıklara sağladığı tarihi fırsatı kullanabilmiş olsalardı; bu süreçte yeniden seçime gidilecek olsa bile bugünün saraylısının adamlarına hazırolda duran 292 ile gözdağı vermiş olsalardı mesaj hem 550 e hem de 70 milyona giderdi. “Helal olsun; doğrular için yoldan çıkmışlara gerekli uyarıyı dik duruşlarıyla verdiler. Bunlara güvenilir. Biz bunları daha desteleyelim ki...” diye bir yargı oluşurdu. Bu ortamda yeni seçimin neler getirip götüreceğini daha iyi düşünürler ve bu denli aymazlık göstermezlerdi.
Ara verdim. Aradan bir hafta geçti. Yazımın ilk anda başlığı farklıydı. İlk paragrafı bir hafta önce yazmıştım. Kerem bana 6GB lık yeni bir paket almıştı. Ongün önce, 12 Temmuz pazar gecesini sabaha bağlayan altı saatte ben ne tür hata yaptıysam, hangi becerikli kişi ya da sistem benim hatamdan yararlandıysa ben uyurken, ben on paralık (on megabyte diyelim) harcama için aşırı duyarlı davranırken 4,6 GB indirmiş, 4,5 GB bindirmiş ve benim paket mafiş. Kaldım mı dımdızlak ortada. Üstelik bir de sahibine gönderilen mesajla benim bu durumum ortalığa dökülmüş. Ben ne yaptığını bilmeyen cehalet primi ile hüzünlü Seyirtepelerine giderken halime bakan Kerem ekstra 4 GB daha satın alıvermiş. Allah razı olsun da ben hatamı bilemezsem bu da bir pazar akşamı gidiverir ben sefasını süremeden diye ekstra ekstra önlemler aldırdım. On kişi değil tek ben gireyim; benden başkasını tanımasın paket. Uzaktan kablosuz erişim olmasın, kablosunu sokmadan çalışmasın; her bağlanışta bana PİN sorsun şifre sorsun gibi önlemler bakalım işe yarayacak mı ? Durumuma bakıp da yeni bir hüzün yaşamayayım diye koruma önlemlerini Avast’la güçlendiren Kerem bir de DUMeter yükledi ki elim klavyede gözüm metrajda, Burak TeamViewer’da her an hırsızı yakalamaya hazır alertteyiz; bakalım ne zaman ve nereye kadar ?
Yazımın başlığı önce “Palaspandıras” idi on gün önceki ruh halimle. Ekranlardan tiksiniyordum. Sadece bana şov yapan dört grubun dördünden de nefret eder olmuştum. Sözlerinde samimi isen 292 kişi adam gibi meclise gelirsin teklifini verirsin hem malum dörtlü gündeme gelir hem baraj beşe iner hem de erken seçime hazırlanan grubu mecliste halkın gözüne soka soka rezil edersin. Kim tutar seni ? Yapabilir ama yapmaz. Yaparsa Ayakkabı Kutusu Perisi grubu 200 ün altına inse bile bilir ki Cahil Höküzlerin Pergeli de 100 ün altına iner ve bindikleri dalı kesecekleri ile yapmazlar. Bu nedenle aklıma takıldı ikiyüz lira veren adamın teklifi. Bu kadar saf ya da salak olabilir mi siyaseti memurluk sanacak kadar beceriksiz olabilir mi umut bağladığımız Cahil Höküzler Pergeli ? Bilmeleri gerek ki “Tanrı zar atmaz” ve bence Allah’ın sopası var bunu yakında mutlaka görecekler.
Biraz önce Adabalık yakınındaki plajda herkesin gözü önünde beş yaşlarında bir kız çocuğu boğuldu. Hemen bir doktor hanım geldi ilk yardımı yaptı. Hemen ambulans çağrıldı. Ben caminin yanında ambulansa yol göstermek ve süreci hızlandırmak için yola çıkıp beklerken bir başkası daha akıllı davranıp arabasına atmış ve ambulansı yolun yarısında yakalayıp daha doğrusunu yapmış. Duydum ki çocuk kurtulacakmış. İlk anda yanlarına gittiğimde ürperdim. Dilim tutuldu; boğazım düğümlendi. Tanık olduğum sessizliği yadırgayıp sormak istedim “anası babası yok mu ?” diye sesim çıkmadı. Boğazım düğümlenmiş. Sanki dilsiz olmuşum. Ağlama sınırındaydım. Anladım ki yetmişten sonra hiçbir acıya hazırlıklı değilim. Allah’ım başta ABİDE’miz olmak üzere tüm çocukları her türlü kazadan, beladan, hastalıktan felaketten korusun.
Yazımın başına bir de formül ekledim. Ne demek ola ki ?
Bolluk çağında yaşıyoruz. Yeni kuşaklar (biz X isek Y ve Z ler) refah ortamında büyüyüp gelişiyorlar. Bizi hazırlayan “PreX”ler özellikle İkinci Dünya Savaşı sıkıntıları içinde her varlığın değerini fiyatından önce biliyorlardı. Üç kuruşun iki bilemedin en azından bir kuruşunu tasarruf etmeye çalıştılar. Bu nedenle ellili yıllarda her yıl fuar dönüşü bisiklet hevesim kursağımda kalmıştı. Aynı şekilde yetmişli yıllarda X kuşağının (Ümit ve Eray) isteklerine “aybaşında inşallah” yanıtımız baskındı. Yeni elbie ve ayakkabılar bayramdan hemen önce alınırdı (alınabilirse) ve hem hazzı yüksek olurdu hem de beklemenin verdiği heyecan ve umudun yürekteki sıcaklığı. Şimdilerde her şey ve her zaman emre hazır; yeter ki alacak gücün olsun. Öyle ki hiç kimse kutsal zamanlarda bile müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan gocunmuyor. Eskiden, fileden önce kağıt torbaların (kese kağıdı) ve hatta sepetlerin kullanıldığı dönemde alışveriş sonuçları gösterilmez gizli tutulurdu. Olanakları olmayanların heveslerini azdırmamak için. Şimdilerde öylesine davranışlar var ki ben bunlara “2N” dedim : Naif Nesiller anlamında. Kime karşı naiflik, kırılganlık ? Önce kendilerine. Kendi ruhlarına, kendi umutlarına, kendi beklentilerine, kendi mutluluklarına. Çünkü beklemenin hazzını yaşamıyorlar. İstemek, sahip olmak, kullanmak ve atmak öylesine kısa bir süreç oluyor ki ne sevinci özümseyebiliyorlar ne de “üst sınırı” oluşturmadaki duyarlılıkları koruyabiliyorlar. Tüketim teşvikleri akıllı seçimi yok ediyor. Heryerde tahrik var. Biraz önce maillerime baktığımda 1972 den beri Kanada-ABD uzaklığında yaşam gölünün karşı kıyısına kulaç atmakta olan Sam’leşmiş Şükrü‘nün güncellenmiş bir özdeyişe sevgili arkadaşım Cihan içtenlikle verdiği yanıtında hafifçe dokunduruyor ki Cihan’ın yaşamında da onbeş yıllık bir ABD deneyimi var.
Şükrü demiş ki; “…Nefsini control edemeyip cebindeki son meteligini tasarruf etmesini beceremeyen insanogullari Turkce’de ” Evinde yorgani yok yatmaya , tahterevanla gider sicmaya ” diye tarif edilir. Iste, Incil’de ” Chosen People ” diye beyan edilen ...”
Cihan daha çok sevmiş bu güncellenmiş versiyonunu ve yanıtını da şöyle oluşturmuş: “…Sevgili Sam, anlaşılan deyimler da zaman içinde evrim geçiriyor. Sözünü ettiğin şu ‘Evinde yorgani yok yatmaya , tahterevanla gider sıçmaya’ deyimi, son duyduğumda ‘ayranı yok içmeye..’ diye başlıyordu. Fakat, ‘evinde yorganı yok yatmaya..’ diye başlayan versiyonu da güzelmiş. Sevgi ve selamlarımla,..”
Karnın açsa özlem duyulan şey ayran olsun, üşüyorsan, çıplaksan yorgan olsun beklentin; önemli olan tahterevandır seni yoldan çıkaran. İşte rahmetli Hanife ablanın hiç dilinden düşürmediği, “Zengin zengin oluncaya kadar çok cefa çekermiş; fakir fakir oluncaya kadar çok sefa sürermiş” sözünün anlamı bu. Çimlerin üzerinde akşam üzeri keyifler çatılırken, viski ya da şaraplar yudumlanırken masaya yanaşan Cango salam dilimleri ve kaşar peyniriyle beslenirdi ve Hanife abla bunlara tanık olduğunda kendi tasarruf tedbirlerini düşünür ve kahrolurdu. Bizim neslin de böylesi aymazlıkları çoktu. Ne zamana kadar ? Açlık sınırına ya da daha doğrusu yaşlar ilerleyip, akıllar devişirilip ya da yoksulluk sınırına yaklaşırken ve Cango aşırı şişmanlıktan ölünceye kadar. Allah’ın sopası var da sen görebiliyor musun ? Bütün mesele bu.
Yarın bir toplantı yapacağım. Çeşme’de ve yeni bir kombinezonla. Uzunca bir süredir izliyorum ve devrede olursam ek bir fayda sağlayabilirim diye düşünüyorum. Yetmişinden sonra eylemli olamam. Buna özellikle limitlenmiş olan vigorum yetmez. Aklım bedenime uyum sağlayamaz ve belki de köstek olurum ya da gereğinden fazla atak. Sadece var olan işbirliğini eşgüdüme, etkili eşgüdüme çevirebilirim; belki süreci hızlandırabilirim. Bunu da daha çok tanık olduklarımla büyüyen kişisel korkularımı azaltabilirim. Belki bu kez ellerimi uzatıp olmayan kapı tokmağı ile kapalı kapının açılmasına yardımcı olabilirim. Yarın ki ilk toplantının adı amacı olacak: Tabula rasa. Önce hesap kesip masanın üstünü temizleyip yeni bir sayfa açacağız. Yetki ve sorumluluklarımızı belirleyip paylaşacağız ve zaman çizelgemizi şekillendireceğiz. Bu bir bakıma Çeşme günlerimin de eylemli programı olarak beni ayrıca mutlu edecek: İşe yaramak.
Bugün şöyle bir baktım ve iki erkek torunumun onbeşinci yaşlarıyla, Kerem’in 15 yaşını (1996) ve hatta beşer seneye geriye gidip de onar yaşlarını (2010 ve 1991) düşündüm. Pekçok kavram birbirine karışıp beni etkiledi. İlk anda (Top Of Mind) aklıma düşen Servet Topaloğlu (http://servettopaloglu.com/hakkinda.html) nun yazdığı kitaptaki bir yargısını anımsadım: “İnsanların harcamalarının artması ihtiyaçlarının artmasından değil, gelirlerinin artmasındandır”. Adam haklı. Öyle harcamalar var ki bugün Suruç’ta yaşanan patlamanın başka benzerleri yıllardır sürüyorsa bunun en güzel analizini ve karşı çıkışların önlemezliğini yıllar (belki 20-30) önce Çetin Altan bir köşe yazısında dillendirmişti: “Varlık içinde yokluğu yok saymanın en kolay yolu uygulanamaz yasaklar koymaktır”. Varoşlarda bir süpermmarket düşünün. Yanıbaşında bir tepe var ve yoksullar marketten çıkan elleri dolu poşetli insanları seyredip içlerinde hınç kabarıyor. Neyi, nasıl önleyeceksin ? Eşitsizliği kaldırmak en azından azaltmak için gerçek anlamda birşeyler yapmadıkça… Bugün dört grup da sadece laf üretiyor ve onların kendi çıkarları, istikballeri dışında yüreklerinde en küçük bir ekstra (siyasetçi olmanın gereği) üzüntü olduğuna inanmıyorum. Hepsi için yazımın girişindeki fıkra aklımdan çıkmıyor.
Herneyse. Torunlarımın 10 veya 15 (bugün) ve küçük oğlum Kerem’in 10 veya 15 nci yaşlarını (2015/1996; 2010/1991) karşılaştırdığımda gördüğüm en çarpıcı fark yaşam biçimleri ki farkın nedeni sadece sahip olunan olanakları. Geçmişte Kerem elinde bir ekmek, bir şişeye sarılı misina ile uzaktaki deniz kenarına gidip yarım gün boyu (öğleden önce ya da akşam üzeri) güneşin altında kapkara olurdu. Bazen birkaç küçük balık bazen boş bir el fakat mutlu bir yürek ve hep gülümseyen mutlu ve sevimli bir yüzle doyumsuzluk yoktu yaşamımızda. Ya şimdi tıpkı genç yaşta rahmetli ve çok sevdiğim Prof.Arman Kırım‘ın CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) nde değindiği gibi “Müşteriye %5 iskonto verirsin %10 ister; %50 iskonto verirsin bedava ister üstelik bir de üstüne taşıma parası ister” benzeri ifadenin yeni nesildeki yansıması gibi. Sınırsız paket alırsın haftasına kalmaz sınırları aşar gider; 150 GB alırsın yetmez. Halbuki dünyada hiçbir kaynak sınırsız değil; başta nefes ve sağlık olmak üzere. Yirmiyıl önce elindeki şişeye sarılı misinası olan Kerem bugün oniki metrelik yeni teknesini beklerken mevcut teknesiyle geçen gün 41 balık tutup gelince ellerindeki oltalara baktım da özel ip misinanın doksan lira oluşu bile benim değer yargılarımı zorladı. Belli ki rahmetli babamın nüfus kağıdında “ekmek verilmiştir” damgasının “karneyle ekmek alabilmenin”yetmiş yıl önceki etkisi bende (bizde) hâla sürmekte ve ben biraz uzak kalmalıyım bu gördüklerimden… Yoksa “2Y” bakışıyla yeni nesillerin sahip olduklarını sanki kıskanır gibi görüneceğim: Yoksulluk Yaşamamış. Böylece “2Y2N” ni siz gruplayabilirsiniz. Daha geriye gitseydim (ellili ve altmışlı yıllar) babamla aramdaki ilişkiye baksaydım ailenin tek erkek çocuğu olarak şımarık da olsam öylesine disiplinli terbiye etmesi vardı ki sanki “quae nocent docent (yaralayan şeyler öğreticidir)” özdeyişini biliyordu rahmetli babam. Üzülmüşüm, kırılmışım önemli değildi (ya da bana öyle geliyordu); doğru bildiklerini doğrudan öğretmede, hatta ruhumu incitse de dosdoğru gitmede, kıvırtmadan net mesajları en kızgın yüzüyle vermede benden fersah fersah daha cesurdu. Ne var ki (itiraf etmeliyim ki) bugün çocuklarımın bana olan bakışının yarısı bile benden babama doğru yoktu. Bu nedenle korkularımı kendime saklayıp, sessizliğimi koruyup bu sevginin bedeli olarak sadece gözlemci olarak kalmaya sabırlıyım. Sadece bu satırlar var kimi zaman yüreğimdeki yangınların sinyalleri olarak ki o da bugün gözümüzün önünde boğulan sevgili küçüğün yarattığı predispozisyondur beni bu noktalara getiren. Biraz önce Fatoş’a sordum çocuğu ve helikopterle İzmir’e götürüldüğü haberinden fazlasını öğrenemedim. Dualarım o sevgili küçük için. Allah onu bağışlasın.
“2Y2N” i anladık da bu “3M” neyin nesidir ?
Sizin bildiğiniz hani postit’lerin yaratıcı anlı şanlı “3M” değil; hani market büyüklüğünü anlatan koca levhalarda gördüğümüz “3M” hiç değil. Bu cümle bana iki ayıp fıkra anımsattı. İzninizle biraz modifiye ederek yazayım, belki bir yerde işe yarar:
Bu sizin bildiğiniz “3M” değil dediğimde…”Ormanda yangın çıkmış. Karmaşa oluşmuş. Hayvanların hepsi çıkışa hücum etmiş. Ortalık karışmış. Hemen kral aslan bir taşın üstüne çıkıp kükremiş: “Durun” demiş “Herkes alfabetik sırayla çıkacak”. Arı, aslan, at, ayı sıralarını beklerken bit en önde yola çıkmış. “Hooop” demişler “Ne oluyor ?”. Bit sakince “Ben sizin bildiğiniz bitlerden değilim”…demiş ve yoluna devam etmiş…” Bu “3M” sizin bildiğiniz “Minnesota Miner & Manufacturing” değil (inşallah doğru yazmışımdır; uydurmuş da olabilirim).
Bu “3M” hele hele sizin hemen hergün gördüğünüz ve büyüklük anlatan “3M” hiç değil… dediğimde...“Eşkiya köyü basmış. Eşkiya başı muhtarın güzel karısına göz koymuş. Muhtar “Aman yapma beyim benim karım çok namusludur” demiş. Eşkiya başı bu karşı çıkışı haksız çıkarmak, isteğini haklı kılabilmek için bir test yapmaya karar vermiş. Demiş ki “Senin karın gözü kapalı senin penisini tanıyabilir mi ?” Muhtar “Tanır” deyince köyün birkaç erkeğini soyup sıraya sokmuş eşkiya başı ve kendisi de muhtardan hemen önce sıraya girmiş. Gözü bantlı kadın penisleri eliyle inceleyip yanıt veriyormuş: “Bu değil, bu değil,…” Tam eşkiya başına gelince “Bu bizim köyden hiç değil” demiş…“ Bundan sonra muhtarınkini ellemiş mi ? bilmiyorum. Demem o ki burada yazdığım “3M” yukarıdaki iki örneğin hiçbiri (bundan sonra “değil” yazmam gerekiyor mu ? Yazarsam sanki hatalı olacak ve iki olumsuz sözcük yan yana gelince anlamı olumlu kılacak gibi. Bu hata çok yaygın ve belki de “galat-ı meşhur” olunca hata değil)…
Söz uzadı. Yazmayı özlemişim. Üstelik bir de boğulan (ve belki de şu an sağlıklı) kız çocuğunun yüreğimi geren, dilimi tutuk kılan üzüntüsü ile yüklenmiş olmak uzattı bu yazımı. Demem o ki; Yoksulluk Yaşamamış (2Y) Neslin Naiflikleri (2N) sonuçta Müsrif, Mutsuz ve Miskin (3M) bireyler yaratıyor ve ne sabah serinliğinde ada yürüyüşü, ne ardından dinçleştiren deniz ve kum ve ne de el emeği ile zevkle süslenmiş kahvaltının keyfi olmadan kapalı odalarındaki sanal alemde geçiyor ömürleri… Allah sıkıntı göstermeden, yoksulluk yaşatmadan sahip oldukları değerlerin ve ilişkilerin farkına vararak akıl ve beden sağlıklarını koruyacak yolları gönüllü kabullerini sağlayacak yargıları ve kabulleri oluşturmalarına yardımcı olsun. Aksi halde bu durumda İzmir’in sıcağı ile Çeşme’nin serinliği arasında haz yaratan bir fark kalmıyor (bana göre). Tek korkum var: Allah’ın gücüne gider ve avans olarak verdiği ekstraları (basiretsiz fahişeyi heveslendiren ikinci yüz lira) döve döve alırken eldekiler de gidiverir ve aman gelmeyelim rahmetli Hanife ablamın zengin/fakirine, cefa/sefasına ve sahip olduğumuz değerlerin farkına varıp bugünün güzelliklerine yarının umutlarını yükleyelim.
Bu sabah deniz kenarında elimdeki kitap M.Sekman’ın konsept danışmanlığı yaptığı serinin ikinci kitabıydı: Hayat Bilgesi 2. Yanlarına * koyduğum sözlerin bazıları şunlar:
* “İnsan ruhu yaşlı doğar, giderek gençleşir. Yaşamın komedisidir bu. İnsanın bedeniyse genç doğar, giderek yaşlanır. Bu da yaşamın trajedisidir (O.Wilde)”.
* “Ne kadar az şeye sahip olursanız, size o kadar az sahip olurlar. Yaşasın “Ilımlı Yoksulluk’” (Nietzsche).
Eskilerin deyimiyle “Allah açlıkla terbiye etmesin”. Bu nedenle dualarımın en önemli yeri “…Allah’ım istediklerimizden hak ettiklerimizi ve bizler için hayırlı olacak olanları nasip eyle…” Nice beklentilerinizin gelecek günlerinizi hep aydınlık yollarda şekillendirmesi, gerçekleşmesi dileklerimle geçmiş bayramınızı kutluyorum.
Öykücü