“…Bir kitapçı insanın isteyerek yaklaştığı bir demiryolu bilet gişesine benzemez. İnsan kitapçıya girdiğinde adeta bir rüyadaymış gibi kararsız olmalı, kendini serbest bırakarak etrafındakilerin ilgisini çekmesine ve kendini etkilemesine izin vermelidir. Kitapçılardaki rafların arasında dolaşmak, merak duyduğunuz kitapları karıştırmak, bir öğleden sonrası eğlencesine dönüştürülmelidir… Reklamcılık sektöründe çalışan şu ana kadar tanıdığım en yaratıcı insanlar fark edilebilir iki özelliğe sahiptirler. Birincisi bu dünyada ilgilerini çekmeyen herhangi bir konu yoktur. Mısırlıların ölülerini nasıl gömdüğünden modern resme kadar. Hayatın her detayı onlar için cazibe kaynağıdır. İkincisi, farklı alanları detaylı bir şekilde araştırarak çok çeşitli bilgiler edinirler…Reklamcılık sektöründe bir fikir, ürünler ve insanlar hakkında edinilen spesifik bilgilerin hayat ve olaylar hakkında edinilen genel bilgilerle yeni ve farklı bir şekilde birleştirilmesi sonucunda ortaya çıkar…“
Merhaba
İyi güzel demiş Ian Leslie kitapçı dükkanı için; ama ben böyle yapamam ki ! Koşullanarak giderim kitapçıya. Aradığımın ne olduğu genellikle bellidir. Ya bir önceki kitap çağrıştırmıştır bir yenisini ya da medya etkilemiştir beni. Çoklukla da hep aynı rafların önünde dururum. Çocukken Tom Miks, Texas, Zagor ve bunlardan hemen önce ve kısa bir süre önce de orijinal baskısıyla Küçük Su’suyla Pekos Bill’le başlamıştı kitap merakım ellili yılların başlarında. Son kitabım da “Merak” olmuştu geçen yıl. Nereden nasıl düştüyse elime ellili yılların ortalarında “Hissi Seyahat” diye bir kitap uzun süre önümde durdu. Dönüp dönüp okudum. Hiç bir şey anlamadım. Hiç bir iz yok belleğimde. Sadece bölüm başlarında el yapımı kara kalem resimler var anılarımda. Bir de kuşe benzeri kaliteli kağıdıyla iyi bir cildi olduğunu anımsıyorum. Bir süre sonra “Mavi Ölüm” gibi “Uzay Serisi” kitaplarım olmuştu merakla okuduğum. En çok sevdiğim de on ciltlik “Pardayyanlar” serisi idi. Okurken içinde yaşıyordum sanki Paris’ten Roma’ya uzanan Medici Ailesinin düzenbazlıklarıyla mücadele eden baba oğul kahramanların öykülerinden şövalye ruhunu öğrenmeye çalıştım. Arsen Lüpen serisini de mahallemizin rahmetli doktor babası Orhan Akdeniz’in kitaplığından ödünç aldığım kitaplardan hatmettim. O günlerden geride sadece on ciltlik “İki Çocuğun Devri Alemi” kaldı elimde. Onları da ikişer ikişer bez, örme ciltli yaptırmıştım Basmane Polis Karakolunun hemen yanındaki ciltcide. Çocukluk günlerimde kitapçıya yazımın girişindeki anlatım benzeri girerdim. Kitapları daha geniş çerçevede, geniş bir paradigmada seçerdim. Şimdilerde ise yolum belirli rafların ötesine geçmiyor. Örneğin Egepark-D&R a girince hem ilk sırada durup kitaplara bakar oluyorum. Aslında yetmişten sonra yetmeliydi ve yetmemiş demek ki. Hâla kişisel gelişim serisinde ısrarcı olmak neyin nesidir acep ? Bildiğim tek şey, beyin neyi ararsa onu buluyor. Tıpkı arayanın Mevlasını ya da … bulması gibi bir şey. Hadi hayırlısı.
Geçen yıla şöyle bir baktım. Ocak 2015 de Kule’de pastaya gömülen Duru’nun muzip gözlerinden geçen gün yine videoya çektiğim “Kurabiyeci Duru”ya uzanan bir yılda neler neler düşmüş kalemimden bloguma ? diye yazılarıma hızlıca göz gezdirdim. İşte geçen yılın ilk ayında görebildiklerim, bulabildiklerim:
* http://www.copcu.com/2015/01/04/yasam-bufesinden-golge-etkisi/: “…Demem o ki; yeni yıla girdiğimiz şu günlerde gölge etkisinden sakınmak gerek. “Başarının sonuçlarına katlanmak, başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktan daha zordur” sözüne inanıp hergün adım adım gelişmek gerek. Sürekli okuyup yenilenmek gerek…“ > İşte 23.12.2015 de Ankara’da BA/BC beraberliğinin sonucu; yükselen çıta. Laf aramızda Ankara öncesi dersimizi gereğince çalışmadığımızı da dün öğrendim. Gereğini yapacağız. Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/01/05/yasam-bufesinde-mea-culpa/ : “…Bugün sözde oylama olacak. KESEci MEZEler için karar verecek komisyon. Gerçekten de komisyon mu karar verecek ? Biri çıkıp da “mea culpa/Bu benim hatam” diyebilecek mi ? Ne gezer ! Umut yok. İşin korkunç yanı suratları asık olandan çok gülümsemesi eksik olmayan genç Selahattin’in “Bu sefer dananın kuyruğu koptuğunda kuyruk değil dana bizim elimizde kalacak” sözlerini duyup da kafa yormayan karar vericilerin aymazlığı… Söz güzel. Söz bıçak gibi keskin. Söz beni acıtıyor. Ne var ki karşı tarafın suskunluğu ve kabullenişi akıl alacak gibi değil. Düşünmek bile istemiyorum…“ > Bu sözlerin üstünden iki seçim geçti ve korkulanlar daha fazlasıyla yaşanmaya başlandı ve kaos eşiğini aşıyoruz. Doğumuzda savaş var ve etrafımızda ateş çemberi gittikçe daralıyor. Ben çocukken (ailem sünniydi ama dillendirilmiş bir mezhep olgusu öne çıkmazdı) Hz.Ali’nin hikayelerini okurdum (Hayber Kalesi Cengi gibi). Hz. Ali bizim için peygamberimiz kadar kutsaldı. Onun Zülfikar’ı oyunlarımızın simgesi olurdu. Muaviye’ye çok kızardık. Şii değildik ama Sünni/Şii ayırımı bilmeden ya da işlemeden çok geniş hoşgörümüz vardı… Bugün İran ve S.Arabistan arasında ateşlenen fitilin yok edeceği canlar için peşinen yaratılan kin ve öfkeyi rakip dinlerin haçlı seferlerinde bile görmedik. Bunun mayası “dindar değil kindar nesil isteyen” bugünün saraylısında görmek olanaklı. Artık öylesine gözü kararmış ki açıktan “Hitler’e özentisini dillendirmekten” bile çekinmiyor. Artık diline bile hakim olamayacak kadar hırsı aşmış ihtirasla yanıyor. Bu ne akılsızlıktır Allah’ım ! Allah yardımcımız olsun. Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/01/06/yasam-bufesinde-akil-tutulmasi/ : “…İki ay önceydi. Havalar bu kadar soğumamıştı. Çeşme-Çatı-Çeyizlerimle yakın ilişkilerim sıkıydı. Kitaplığımdan birkaç kitap seçtim. Mevcutlar yetmedi. Yenilerini aldım. İkiyüze yakın slayt hazırladım. Ana mesajlarımı derledim. Yol haritamı oluşturdum. “Konuşma Halkası“na ağırlık verdim. SSTC Prensipleriyle alt yapı oluşturmayı öne çektim. Olgu tartışmalarıyla dramalar hazırladım. Yaşanmışlıklarımı ve deneyimle öğrenilmişleri teorilerin ve kitapların yerine koydum. Böylece “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğuna (YBGÖY)” çıkmaya hazırlandım. Üçüncü günü “Liderlik ve Koçluk” öğretilerine ayırmıştım. Başlama vuruşundan önce bu konunun…“ > Bir yıl sonra aynı zaman diliminde PLN YBGUY, liderlikle zenginleştirilerek Utku beyin önderliğinde üç eğitimciyle gerçekleştirilmesi önceki etkinliğin yan ürünü olarak yaşama aktarıldı. Devamını bekliyoruz. Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/01/12/yasam-bufesinde-korkular/ : “…Otuzbeş sene önce 1968 model bir Anadol arabam vardı. Kışın ısıtmaz, yazın soğutmazdı. Yazın beklediğim soğuk kendim için klima değil motor sıcaklığının artmaması içindi. Yokuşu sevmez, tıkanırdı. İnişi sevmez durmakta zorlanırdı. Altı ayda bir gittiğim vizeden zor geçerdi. Görevli arabaya ve bana (devlet memuru olmak) bakar ve idare ederdi. Direksiyon kutusu arızalıydı. Bazen onkişi biner ve Yamanlar Karagöl’e çıkardık. İstanbul, Çanakkale ve Alanya turlarında dokuz sene kullandım; yüzbin kilometre yaptım. Halılar ve sucuklar taşıdım. Kör ışıklı farlarıyla, zor silen silecekleriyle tufan gibi günlerde, gecelerde çoluk çocuk ne seyahatler yaptık. Korkmadım. Şimdi en konforlu ve güvenli arabayla korkuyorum. Neden ? Gençlik ve yetmişe bir hafta kalanın değer yargıları kuşkusuz temel neden. Ötesi yok mu ? Bence var. Dürtülerim neydi, ne oldu ?…“ > Bir yıl sonra üç yaşını doldurur doldurmaz C4 ü Cactus’ledim. İyi mi yaptım ? bilmem ki… Onur haklı gibi. Hadi hayırlısı.
* http://www.copcu.com/2015/01/17/yasam-bufesinde-hayallerin-bedeli/: “…10.Ufku tarama yetisi: Stratejik Ajandamızın ana konularından biri de “shaping the future/geleceği şekillendirmek” idi. Ne yazık ki her şey apaçık görünürken ne “Gökkuşağı” filmim ne adına “Emergency Management” dediğim zorlamalarım ya da “Devşirme Güçler“le kritik süreçlerdeki (CI den NO ya geçiş; NO dan “S” e geçiş) açılımlarım “Kassandra Sendromu” dışında önemli bir etki yaratmadı. Yaşadılar ve gördüler. Kendinden hoşnutluğun kaçınılmaz düşüşün en önemli nedeni olduğunu acı çekerek hissettiler. Belki de hissetmeden mutlu mesut sona razı oldular. Öyleyse neden pek çoğu mahkemelik oldular… Şimdi bir nefes alıp bugüne ve bize dönelim. Sevgili Sam’in Key West (Florida) ten gönderdiği torunu Virginia’nın (ki torunum İrem’le yaşıt) fotoğrafından oluşturduğum görselle yarınlara ilişkin bir mesaj verelim…” > Sam’leşen Şükrü ile Amcaoğlumuz arasındaki diyalog “karşıtların uyumu”nun en güzel örneği olarak yıl boyu sürüp gitti. Yaşam gölünün karşı kıyısına yaklaştıkça atılan kulaçlar daha bir öğretici oluyor. Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/01/19/yasam-bufesinde-kirmandol/ : “…Geçen yıl bu günlerde bir genel kurul toplantısında eski yönetici yorgun günlerin etkisiyle, aşırı eleştirel soruların yarattığı gerilimle mutsuzdu; şikayet doluydu. Sekiz yıllık yönetim yıpratmıştı. Bıkkınlık oluşmuştu. Bir de sistem hatalarının yüklediği geçmişe dönük ödeme zorunlulukları eleştirileri artırmıştı. Öyle ki yıllık toplantıda genel kurula yazılı bir faaliyet raporu bile sunmayı gerekli görmemişti. Bir şeylerin ya da bazı şeylerin veya pek çok şeyin tavsadığı açıktı. Nöbet değişimi gerekliydi. Ne var ki hepimize göre o, bu konuda bilgiliydi, ilgiliydi, zamanı vardı, işin uzmanı olmuştu. Devam etmesi için ısrarlıydık. Tek aday olarak oy birliği ile seçildi. Toplantı bitmek üzereyken ne olduysa (sanırım tek odaktan gelen eleştiriler sürüyordu ve onun da canına tak etti) hemen ardından (daha genel kurul bitmeden) istifa ediverdi. Grup ne olduğunu anlamadı. Toplantı başkanı en çok eleştireni aday gösterip yeniden seçim yaptı ve o aday da görevi kabullendi. Ertesi gün eski yönetici pişman oldu. Yenisini devirmek için birkaç adım attı. Olmadı. Dönem gelgitli geçti. Dönem sonuna doğru yeni yönetici verilen yetki ile bir projeyi yaşama geçirdi. Yapmasa iyiydi. Böyle olacağı belliydi. Sınırlarını (seçim yaparken) zorladı. Öfke beraberliği bir cephe oluşturdu ve dün akşam çirkin bir toplantı atmosferi yaşandı. Eskisi yeniden devredeydi. Doğrudan istemez görünse de duruma bakıp kendine bir vazife çıkardı. Haksız da sayılmazdı… Ne var ki hınçları, öfkeleri artmıştı…“ > A1 in yıllık olağan genel kurul toplantısından bir esintiydi. Yarın yine genel kurul olacak. Rutin bir yıl geçti. Ciddi bir sıkıntı yaşanmadı. Dr.Can beyin yaptıkları hâla “güzellik” boyutuyla yeniliğini koruyor; cöp bacası kokmadı. Su şelalesi ve ışık görüntüsü ferahlık etkisini sürdürdü. Dr.Can bey benden yine bir teşekkürü hak ediyor. Bakalım eden çıkacak mı ? Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/01/24/yasam-bufesinde-insanin-durumu/ : “…Güneş ve yağmurla karışık güzel bir Cumartesi sabahı Mavişehir’deyim. Dolu dolu geçen bir hafta. Yeni tanışlar edinme, yeni ve genç yüzlerde önemli kararların karar vericisi olmanın sorumlulukları. Rüzgarlı bir dağ başında bir konteynırın içinde anlamlı sohbetler. Milyon avroluk vincin göğe yükselmiş uçlarında bugün dönmesin, yarın düzgün dönsün diye tutulmakta olan rüzgar gülü. Günlük güneşlik bir tepe. Eteğinde bir köy. Tipik Ege köylerinden… …Dün Işıkkent’te başlayan gün Yunt Dağında sevinçlerle doluydu. Rüzgar hızı 14 olduğundan dolayı vinç, henüz dönmeye hazır olmayan kanatları frenliyordu. Adım adım torklanan cıvataların dengeyle sıkıştırmaları sürüyordu. Her ek yük bindiğinde yeni baştan bir tork daha ilerleniyordu. Kör kuyunu dibinde su görünüyordu. Meşe ağacının gövdesindeki likenler koyu sarıya dönmüştü. Tüm bu anlattıklarım gözlerimi, yüreğimi ve ruhumu anlatıyordu. Dingindim. Ortak noktada buluşan “tripod management” ın dile düşen sözleri benzerdi. Antakya’dan Amerika tahsilli Hıdır, Netgilerden Kerem ve Semih, İzka’dan Sinem hanım, Dr.Fakı beyin sohbetine tanık olmak güzeldi… …Gecenin bir vaktiydi. Yetmişli yılların sonuna doğruydu. Altmışekiz model bir Anadol’la gündüzden yola çıkmıştık. Nazilli, Kemer Barajındaki lojmanlarda keyifle yemek yerken kıyamet koptu. Apar topar dönüşe geçmiştik. Halbuki ne umutlarla ertesi sabah yapılacak sünnet töreni için gitmiştik…Nice gelgitlerle pekişen ustalıklarımızın, yaşam gölünün karşı kıyısına atılan kulaçların yarattığı yorgunluklarda; seçenek öldüren kararlarımızda hep aydınlık yollarda keyifle, gururla geçmesi dileklerimle…” > Milyon watları aşan enerji üretip sisteme bedelsiz verdik, bürokrasinin çarklarını aşabilmeyi sabırsızlıkla beklerken (hâla bekliyoruz). Haydi Hızır seni bekliyoruz. Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/01/31/yasam-bufesinde-yalancinin-pokeri/ :”… Armanç’a yakın bir unlu mamulleri imalat ve satış yerinde servis gelecek diye bekliyorum. Servis gelip gidiyor. Rampa korkuluklarını yapanlara fırınlanmış kaşarı gevrek ve çay almak için beklerken masanın üzerindeki Milliyet Gazetesine gözüm takılıyor. Üst tarafta son beş yıldır fındık üretim, ihracat ve döviz girdisi değerlerinin analizini görüp “kasap kağıdına (sarı teksir kağıdı)” na rakamları karalıyorum. Hemen altındaki haber bir başka anıları canlandırıyor. “Alibaba” alışveriş sitesinin sahibi Ma Yun isimli Çinli kardeşimiz ~30 milyar dolarlık servetin sahibiymiş. Üç kez Harvard’da okumak için gençliğini zorlamış. Olmamış. Tıpkı rahmetli Jobs gibi. Ne var ki daha sonra Harvard’da ders vermiş. Tıpkı Jobs’un Stanford’da konuşma yapması gibi. Gençliğinde İngilizce öğrenmeye ağırlık vermiş. Tıpkı ben dahil bizim gençlerimizin yapmadıkları gibi. “Forrest Gump” ı çok severmiş. Adını Ma’dan Jack’a çevirmiş. Tıpkı bizim Şükrü’nün Kanada’da Sam olması gibi…“ > BA / BC buluşmasının sonrasında verilen ev ödevi “legomaster” olmanın bir bedeli ve bence geleceği şekillendirme adına açılmış bir kapı (gateway). Kerem’in internet kafesi gibi sınırsız internetin beyne perçinlediği becerilerin yaratıcı enerjiye dönüştürülmesi ve BE İkilisinin “Networking”i ile neler yaratılmaz ki ! Bir de Netdirekt’in sahip olduğu alt yapının hazır hard ve soft ware’ine ekleyecekleri “humanware” ile “Liberate Potential & Creating Edge” becerisini görelim. Hadi hayırlısı !
* http://www.copcu.com/2015/02/08/yasam-bufesinde-ron-donemi/ : “…Dün yaz gibiydi hava (22 derece). Akşamdan özel konuğumuz olan İrem’le Mavişehir sahilinde çok güzel bir sabah yürüyüşü yaptık. Güzeldi çünkü; sohbetliydi. Güzeldi çünkü; Z kuşağımızdan biri de rutin yürüyüşümüze katılmıştı, renk katmıştı. Güzeldi çünkü; kahkahalıydı. Uzun süredir salt duaların sessizliği içinde geçen bir saatlik yürüyüşte gülmeyi unutmuştuk. Küçük şeylere güldük. Flamingolara baktıkça kanatların altındaki kırmızılığa hayran kaldık üçümüz de. Daha iri olan kuşların adını anımsayamadık. Belleğimiz bize oyun oynadı. “Pe…” diye başlayan aklı zorlama sürecimiz hep “Penguen” e takıldı kaldı. Öteye geçemedi. Evet “Penguen” olmadıklarını biliyorduk ve biz (MNC) “Penguen” dedikçe İrem gülmekten yerlere yatıyordu. Ta ki öğleden sonra F12/D8 de Duru ile İrem buluştuğunda Zeynep’e sorunca aklımızın mührü kırıldı ve “Pelikan” olduklarını anımsadık. Öğrenince de dudaklarımızdaki gülümseme eksilmedi. Bizi bu moda sokan İrem’e teşekkür ediyoruz…“ > “Zorlukların orta yerinde mutlu olabiliyorsan eğer aklın gerçek potansiyelini görürsün” diyen Çinli ustanın adının Türkçe karşılığı “Başa Dönen Yolcu” imiş; tıpkı bugün benim gibi. Almanca dersinin kurabiye yapma ödevi kaydımız da tarihin hızlı ilerleyen otoyolunda yerini aldı. Bir gün gelecek ve …Hadi hayırlısı.
İyi güzel demiş Ian Leslie reklamcılık sektöründeki yaratıcı insanların iki ortak özellikleri için, “Merak ve Sentez” i ele alırken ve bunları Young’ın beş adımının açıklandığı küçük cep kitapçığına (İyi Fikir Bulma Tekniği) değinerek aşamalandırmış. Biz bunları bilmeden ikinci global birleşmenin ilk anlarında İstanbul sokaklarını gezerken bir duvar yazısı benzeri bir reklam sloganı görmüştüm (2000 lerin başları). Bu ikinci birleşmemizin temel özelliği “Kuvvetlerin Ayrılığı Prensibi (KAP)“ne dayanıyordu. Merkezde güçlü ve uzman bir otorite olmadığında kaos kaçınılmazdı. Usta ve uzman da özellikle geçiş sürecinde geçici de olsa devre dışında kalmayı yeğleyince dananın kuyruğu kopma anına gelmişti. Bu durumda değişime uymakla statükoyu korumak (suyu bulandırmamak) arasında bir denge kurmalıydım(k). Yoksa şaşkınlık artacak, panik yaşanacaktı. Çünkü aradan üç yıl geçmeden ikinci bir global birleşmenin sarsıcı etkisi vardı; şok sürüyordu. Ayrı ipliklerden kumaş dokunmasında renk ve desenlerin oluşturulması örneğinde Synleşmemizi görüyordum. Bu konudaki sunum bana verilmemişti. Arkadaşıma önerdim. Görsel kıldım. Aklına yattı ve kullandı. Böylece biz rastgele gözümüze çarpan bir farklı sektör sesini alıp kendimize uydurmuştuk. Sözün özü; cevap her zaman gözümüzün önünde, yeter ki bakan değil gören gözlerin olsun. Hadi hayırlısı.
Yeni yılda İzmir’de yaşanan karlı, buzlu soğuk Tokat yolcularını yoldan geri çevirip de bize hindi ikram etmelerini sağlayacak kadar etkili olsa da iki gün sürdü ve bugün hava sanki bahara dönüverdi. Bugün MedikalPark’lılaşıp sevgili doktorumuz İlker beyin yardım ve yönlendirmesi için yarın başlayacak bir süreç yönetimine karar verdik. Dost doktorların en büyük faydası çözümlerin sorunlardan daha ağır olmaması için örneğin yaşanmış olan “auotuımmune-ITP” olgularını her zaman akılda tutmaları ve çözüm yollarında daha duyarlı ve daha seçici olmaları. Daha ne ister insan. Hadi hayırlısı.
Teşekkürlerimiz ve sağlık, esenlik dileklerimizle hep aydınlık yollarda geleceği şekillendirme gayretlerine başarılar diliyoruz. Hadi hayırlısı.
Öykücü
NOT: Sevgili Ümit bugün yine Pakgillik yolcusu oldu. Hayırlı yolculukları olsun. Bu arada dün onunla sohbet sırasında aklıma gelmeyen TED in açılımı: “Technology, Entertaintment and Design (Teknoloji, Eğlence ve Tasarım)” mış. Bsşlangıçta senede bir kere California’da fikirler üzerine düzenlenen bir konferansken, günümüzde “ideas worth spreading / yaymaya değecek fikirleri” destekleyen küresel bir marka haline gelmiştir. TED, 2013 yılında Prof.Mitra’yı “kendi kendine organize olan öğrenme” konusunda deney yapmayı sürdürmesi için bir milyon dolarla ödüllendirmiştir. Ben TED in görsellerinde en çok Elif Şafak’ın konuşmasını sevdim. Hadi hayırlısı.