“…Dışarıda ne kadar fazla bilgi olursa, bir şeyler öğrenmek için kendinizi vermenizin size sağladığı getiriler o kadar fazla olacaktır. Bu yüzden, söz gelimi Çin veya Hindistan gibi gelişmekte olan bir ülkede yaşayan bir bireyseniz, akıllı ve azimliyseniz, bu yeni dünya düzeninde 10 veya 20 sene önceye göre çok daha iyi durumda olacaksınız. Ancak, nispeten daha varlıklı ülkelerde, fazla motivasyon sahibi olmayan bir şekilde geçinip gideceklerini düşünen bir sürü insan bulunmaktadır. Bence bu insanlar şimdiden nispeten daha düşük kazanç elde ettiklerini görmeye başlamıştır. Çünkü hiçbiri sandıkları kadar matah varlıklar değildir…”
PLN SSTC ÖUYolculuğundan bir kesit (Müşteri Responslarının Ele Alınması / MREA)
Merhaba
Ian Leslie‘nin kitabındaki bu alıntı Tyler Cowen‘in 2013 de yayımlanan “Average Is Over” isimli kitabındaki bir röportaja ait nottur. Anlatılmak istenen “merak“tır. “Neden sürekli öğrenmeli ve meraklı kalmalıyız ?” başlıklı video kaydını şu linkten izleyebilirsiniz (https://www.youtube.com/watch?v=1JT_40wlxYY). Matah olan nedir, matah olmak nasıl bir şeydir ?
“Matah” sözcüğüne takılmıştı aklım. Belleğimi algım için açılmaya zorladığımda bu sözcük ilk anda aşağılayıcı bir etki uyandırdı. Doğrudur da. Sonra “değerli, değersiz, değer, değmez, değsin, biraz gayret, değmek için uğraş verilsin, yazık değil mi, mihenk taşı ne ola ki, sana mı düştü, hadi canım sen de, cost/benefit, vb” uzantıları anlamsızlığa doğru sürüp gitti. İlk anda henüz çıta yükselmemişse ve SSTC Elması gerçekten de Utku’nun dediği gibi iki yarısı anlatılabilirse ya da kabul görüp yaşama aktarılşırsa etrafına bir bak neler neler görürsün… gibi ilgisi zayıf bir iletişim ağı gelişmeye başladı. Belleğinden sıyrılırsan çevrende matah olan neler görürsün ?
Dün Netdirekt kafetaryada laptopuma yoğunlaşmış “formal sohbetler“i yazıyordum. Aynı zamanda önümdeki masada konuları hızla gelişen, değişen, dönüşen bir üçlünün konuşmalarına kulak misafiriydim. Biri İstanbul’dan, diğeri Urla’dan gelmiş iki uzman konuk, ev sahibi NBMK ile iş görüşmesi yapıyorlardı. Buluşmanın hangi amaçla organize edildiğini bilmiyorum. Sadece dikkatimi çeken diyalog sırasında gelişen yan ürünlerin (by-products) esas amacı bile aşan fırsatlar yarattığı idi. Belli ki önceden bir çerçeve oluşturmuşlardı ama diyalog geliştikçe yeni yeni frsatlar, şanslar, açılımlar birbirini ateşliyordu. Yola çıkışlarında yapılanmada yeni bir gelişme için hardware yatırımı benzeri bir konu olsa gerekti. Hayranlık duydum. Gençler bambaşka. Gençlerle birlikte olmak da bir başka. Dikkatimi çeken anahtar sözcükler neler oldu ?
Üçü de belirli konuların ustasıydı. Yine de önerilere açıktılar. İnatçılık görmedim. Alıcının tipik rolünün “kaymakamlaşmak” olduğu inancında olan ben, ilk anda karşıt yaklaşımları duyup da sesszi kalırken pek öyle kolay kabullenemedim. “Müzakereye gitmeyelim; net ve nihai teklifimizi sunalım” önerisinin kısa açıklamasında “negotiation skills” den “BATNA” vardı. Bizim (MNC) hep yaptığımız “müzakere ve pazarlık” konusunda inancım insanoğlunun yapısında ve özellikle alıcı rolünde “karar vericinin kendisi” olduğu algısının çok önemli olduğudur. Bu nedenle “adil süreç” kavramını çok kullanırım. Bunu da “insanlar kendilerine bir şey satılmasından hoşlanmazlar ama satın almaktan hoşlanırlar” diye dillendiririm. Bu nedenle SSTC ÖUYolculuklarının beşinci gününde, finalde “etkili görsel kullanımı” örneklemesi, alıştırması, pratiği olarak dağıttığımız el kartlarının son cümlesi satıcıyı uyarır: “Müşterinin kendi nedenleriyle satın almasına izin ver / Let customer buy in his reason” yazılıdır. Ne var ki, internet çağı gençlerinin değer yargıları daha doğru. Çünkü bugün onların akıllı telefonları kadar akıllı olan yargılarını şekillendiren her şey, fiyat ve değer, matah olmak ya da olmamak apaçık ortada. Onlar ve onlar gibi olanlara bunların tümü açık; erişmek kolay. Bu nedenle oyun oynamak için ne özel bir alan var ve ne de buna harcanacak zaman. O halde SMART‘ik değer yargılarıyla ve asıl önemlisi “karşılıklı kazanma” nın somut verileriyle bodoslama gitmek gerekiyor(muş). Karışmalı mı ki ?
Uzunca süre üçlüyü dinledim. Birinin arkası bana dönüktü; yüzündeki gelgitleri göremedim. İstanbul’lu gencin yüzündeki gülümseme, memnuniyet ve sürpriz hazzının yansıyan güzellikleri olumlu olguları yaşamanın net bir keyif ifadesini “karşılıklı kazanmada kazanma” noktasında buluşmayı anlatıyordu. Dayanamadım. Söze karıştım. Tanıştık. Böylesi beraberliklerde SSTC Elmasının yeri ve etkisi ne olabilir ki?
Otuz yıla yakın bir süre içinde keyifle, haz duyarak SSTC Öğrenme ve Ustalık Yolculukları düzenledim. Hepsinden ayrı ayrı güzellikler kazındı belleğime. Sondan başlarsam, “İyi bir satıcı nasıl olmalıdır ?” sorusuyla sahne alan sevgili Utku, sözlerine bir benzetmeyle başladı. Katılımcı onaltı genç arkadaşımızın görüşlerini kaydettim. İçlerinden sevgili Mithat tam sözcükle beklediğimiz yanıtı verdi: “İyi bir dinleyici olmalıdır” dedi. Utku, “dinleme” konulu çerçeveye geçmeden önce katılımcıları iki gruba ayırıp uygulama yaptı. Dinlemenin önemini gösterdi. Tüm bunlardan önce daha açılış sözlerinden hemen sonra beni ve çocuklarımı örnekleyerek başarılı olmanın örnekleriyle “iş-özel yaşam dengesi” becerisini vurguladı. Sözlerindeki gizemin ana mesajı neydi ?
Bir zamanlar yazılarımdan birinde “HADOBE vs BEDOHA“* uydurmalarıyla “Neden öğreniriz ?” veya “Ne yaparız ?” benzeri soruları yanıtlamada farklı iki bakışa dikkat çekmiştim. Bunu yaparken de kriz yılının kısıtlayıcı etkilerinde (doksanlı yılların ortaları) sunum görsellerimizi hazırlamak için gecenin bir vaktinde neden Muradiye (Manisa) ye gittiğimizi anlatmıştım. O zamanlar revaçta olan (makbul olan, beğenilen, popüler olan) görsel kullanma aleti tepegözdü (overhead projector sözcükleri ne de güzel Türkçeleştirilmişti. “Tepegöz” ü çok sevmiştim. Azıcık masallardaki devi anımsatsa da…). Printer’ımız olmadığından ve otorite de tasarruf tedbirleri nedeniyle alınmasına izin vermediğinde asetatları çoklukla elle yazardık. Buna rağmen, özellikle önemli olan sunumlarda yine de asetata renkli baskı yapan printer’ımız olmadığı için “Printer’ımız olsaydı (HAve); öyle güzel şeyler yapardık (DOne) ve yıldız olurduk (BE)” diyerek küsmezdik. Bir kenara çekilip “ne yapalım abicim, istedik vermediniz ve biz de daha iyisini yapamadık, elimizden gelen bu kadar” demezdik. Bunun yerine zorladık; aradık, taradık ve sevgili Alev’in de izniniz alarak İzmir’den Muradiye’ye gittik. Mesai saatleri dışında tohum fabrikamızda gecenin ilerleyen saatlerinde, el ayak çekilince asetatlarımızı hazırladık. Tıpkı krizin ertesi yılında bağ bölgesinde sorun üzerine cesaretle giderek “poster şovlu bağcılar günü” yapışımız gibi. Sevgili Tahsin’le Mehmet Alaşehir’de, biz de sevgili Eray (Prof.Dr.E.Copcu)’ın da destekleriyle gecenin 02.00 sinde ofiste poster hazırlıyorduk. Ne günlerdi. Varlık içinde yokluğu yok saydık ve biz “Çözüm yollarını bulma gayretinde olabilirsek (BE), asetatları basarız (DO) ve yıldız olma yolunda ekstra şanslara sahip oluruz (HAve)” diye düşündük. Öyle de oldu. En basit şekliyle iki global birleşmede (1997 ve 2001) elemeler yapılırken ikimiz de kariyer yolculuğunda elenmediğimiz gibi kariyerimizde hep bir adım ileriye yükseldik. Bu nedenle “no gain without pain” e ya da “emeksiz yemek olmaz” a yürekten inanıyorum ve sürekli olarak şükür ve şükranlarımla dilimden düşürmüyoruz. Konu dağıldı. Toparlarsam ve tekrar SSTC Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarına dönersem neler kalmış aklımda “key messages” olarak ?
Yine sondan devam edeyim (14-18.12.2015 Manisa/ Holiday Inn / PLN SSTC). Utku sözlerine beni ve çocuklarımı içtenlikle örnekleyerek başlarken elinde bir elma tutuyordu. Böylece grubun dikkat ve ilgisini en üst düzeyde tutuyordu (AIDA’cı Utku). O söyledi, ben çok benimsedim ve “SSTC Elması” sözlerini filme alt yazı yaptım. Bu filmi Netdirekt’in hızlı erişim hattında Flex’ledikten sonra gelecek yazılarımdan birine eklerim. “Elma” sözcüğünü “ismin “i” hali” ile söyleyip de “…Elması” deyince bu kez de yetmişli yıllarda Türkiye Fitopatoloji Dergisi’nin yayın sorumlusu oluşuma gitti anılarımın yolculuğu. Yıllardır Üniversite Matbaa Müdürü olan Cemal Beyin oğluna ait matbaada bastırdık dergimizi. Daha sonra sıkıntılı bir süreç yaşanınca Çankaya’da Doğruluk Matbaası’na düştü yolumuz. Matbaacılar Derneği Başkanının matbaasında iki oğlundan önceleri Ajlan daha sonra da Hamdi yürütüyordu müşteri ilişkilerini. Neyse kısa keseyim ne ilgisi var “elma” ile “Doğruluk”un ? Ne zaman baskı için son düzletmeler ve baskı onayı için matbaaya gitsem hep bir seri okul destek okuma kitabının yeni yeni baskılarını görürdüm. Yazarı Mehmet Kaplan olan bu küçük okuma kitaplarının seri başlığı “Çalışan Kazanır, Elması Kızarır” idi. İşte Utku’nun sözünü ettiği “SSTC Elması” ile bu kitapçıklardaki “kızaran elma” mı daha yakın ilişkilidir; yoksa hani “Kaşıkçı Elması” gibi midir “SSTC Elması” nın anlam ve sembolik değeri ?
Yazımı burada keseyim. Bugün Mavişehir’de bahar gibi günlük güneşlik bir gün. Yağışlarla aksayan yürüyüşümüz bugün Bostanlı Bisiklet Yolunda özlediğimiz rutine kavuştu. Yeni beslenme rejiminde kuş gibi hafifti ayaklarım yürüyüşte. Aklımızın bir kenarında “Bahar geldi beyim evde durulmaz; bu mevsimde çemenzare varılmaz” sözlerinin ritmik etkisiyle “Hadi Çeşme’ye” baskısı artsa da yarına erteledik. Bugün Sevgili Zeynep’imizin de yaş günü. Bir düzine yılı aşkın zaman önce aramıza katılan ve biz Copcuları C10 dan C13 e taşıyan, bize “KIDZ Aile Birliğini” ve hep gülümseyen sevgileri, sevgilileri veren kızımıza nice sağlıklı, mutlu ve başarılı yılları, yolları dilerken şükür ve şükranlarımızla öğrenme ve ustalık yolculuklarının hep açık ve aydınlık yollarda keyifle geçmesini diliyoruz.
Öykücü
(olarak yazmak adet olmuş olsa da bu mesajımız bu kez Nezuş ve Musto Dede’dendir).
——————-
* : Ben bunları azıcık modifiye etmiştim ve “HADİBE vs BİDAHA” demiştim.