“…Uluslararası şirket olmak hem avantaj hem dezavantajdır. Sadece (ya da ğırlıklı olarak) uluslararası olarak hareket edip yerel değerlere önem vermezsek, çok çabuk dışlanır ve “soğuk” bir şirket olarak algılanırız. Bu da ciro kaybına neden olur…EvDo bölümüne odaklandığımızda tüketicinin bizim markamıza kendini çok yakın hissetmediğini gördük. EvDo bölümündeki markamız CaDo nun reklamlarında yabancılar vardı ve reklamları izleyenler orada kendilerini bulamıyorlardı…”
Merhaba
Yazımın girişindeki alıntı elimden düşürmediğim ve son edindiğim iki kitaptan birinden. Artık “Merak”ın taranacak, karalanacak yeri kalmayınca güncel paradigmamdan çıkarıp yakınımdaki rafa koydum onu, kuşkusuz geçici olarak. Yerine “Yeni CEO Sensin”i aldım elime yeniden. Sayın İzzet Karaca’nın bu kitabında nedense “kendimi buluyorum”, yaşadığım CINOSlaşma sürecinin göremediğim perde arkasında yapılanları ve itiraf etmeliyim ki daha çok yapılamayanlarını hissediyorum. Ne kadar basit konularmış ve “aklın yolu birken” neden yapmamışlar ? Hayret bi şe ! demekten kendimi alamıyorum. Düşünülmesi, bulunup çözüm üretilmesi CEO düzeyine bırakılamayacak denli yaşamsal olup gözümüzün önündeki bu şeneklerin neden biz farkına varamamış ? diye hayıflanıyorum. Bunları düşünürken Netdirekt’in “Teknik Bölüm” katında kendimi bugün iki kez şanslı gördüm. Neden mi ?
Dün tek bir öneriyle, hiç nazlanmadan “Kemeraltı Sefası” yaptık. Üç otobüs ve bir vapurla keyifli bir yolculuk oldu hem de 65 yaş kartının avantajlarıyla. Hava da buna uygundu; ruhumuzun titreşimleri de. Konak’ta tarihi Hükümet Konağını geçerken “Burada şambali tatlıcısı olurdu”, biraz daha ilerleyince sol tarafta Flo olmuş olan yerde “Merkez Eczanesi vardı” anılarımızı seslendirerek ağır ağır yürüdük Kemeraltının parkelerinde. Köşeyi dönerken baktım ki Kemeraltı Karakolunun kapısına kilit vurulmuş. Karşı köşedeki sebil de kapalı. Solda Petek hâla duruyorsa da birkaç yıl önce bir tadına bakalım dediğimizde beklediğimiz lezzeti bulamamıştık. Oraya gelmeden sağda bir kıraathane anımsarım. Camlarından içeri baktığımda kahverengi deri koltuklu sandalyeleri ve (sanki) divanı bulunan bir yerdi. Hani bir zamanlar rahmetli yazarların en büyük ustası sayılan Burhan felek’in pazar yazılarında konu aldığı kahvehane kültürü ve konsolos beyin gittiği türden bir yerdi diye düşünüyorum ki anılarıma girişi ellili yılların sonlarına doğru Tilkilik Erkek Ortaokulu günlerimdendir. Kemeraltının yan sokağına geçip de balıkçılar, kuşçular derken iyisinden yarıomşar kilo gün kurusu kayısı ile hurma alıp Kızlarağası Hanına doğru yollandık. Sermakçiyle pazarlık edip de onu biraz kızdırdıktan sonra aldığımız hediyelik eşyalarla oturup çay içtik. İşte tam o sırada ağzımın sol alt tarafındaki çiğneme takımları ikindi ara öğünü kayısıya takılıp yerinden çıkıverdi. Şimdi Netdirekt’te sevgili doktorumuz Mehmet Beyden gelecek randevu haberini bekliyorum. Beklerken hangi haber düştü telefonuma ?
Üç yıl önce bitişin 45nci başlamanın 50nci yılını kutlamak üzere “68lilere” çağrı yapmıştım. Mayıs 2013 de geniş bir katılımla Antalya’da özlem gidermiştik. Keyif doruk yapınca ertesi yıl da Gaziantep toplantımız oldu. Gitme planları yaptık. Ancak ciddi bir sağlık sorunu yaşayınca gidemedik. Aklımız arkadaşlarımızda kalmıştı. Dün akşam düşünceye daldım. Birden bir program düştü aklıma. Belki de birden olmadı. Ben farkına varmasam da beynin hazırlıklarını tamamlamış olsa gerek ki beni uyardı. Oturdum laptopumun başına. Hoş laptopun ne başı var, ne de başına, üstüne oturulur. Lafın gelişi işter. Lafın bir de gidişi var ki…Çok dikkatli olmak gerek. Çağrımı bloguma alayım ki mail adresleri olmayanlar telefonla aradıklarında bloguma yönlendirsem işe yarar mı ?
“Merhaba
Yeni yılınızı birkez daha özlemle kutlarken düşünüyorum da, 2018 yılında Bornova’dan ayrılışımızın ellinci yılı olacak. Nasıl geçiyor zaman ? Daha henüz dün gibi…
Özledim ya yüreğim dillenip diyor ki,
- 25 Mayıs 2018 Cuma günü Çeşme’de buluşsak,
- Çeşme’de bir otelde konaklasak,
- O gece Çeşme’de güzel bir akşam yemeği yesek (serbest),
- Ertesi gün (Cumartesi) sabah feribotuyla Sakız Adası’na gitsek,
- Cumartesi günü öğleden sonra Sakız’da güney ada turu yapıp bir sahil köyünde balık yesek,
- Cumartesi akşamı Sakız’da bir Yunan Tavernasında eğlensek,
- Pazar sabahı öğleden önce kuzey ada turu yapsak,
- Pazar akşam üzeri feribotla Çeşme’ye dönsek,
- Pazar akşamı Çeşme’de aynı otelde konaklasak,
- Pazar akşamı Çeşme’de hep birlikte bir gala yemeği yesek,
- Pazartesi sabahı kahvaltıdan sonra vedalaşıp evlerimize dönsek
…ne güzel olurdu ! Değil mi ?
- Var mısınız ?
- Bu aydan itibaren her ay bir kenara kişi başına 10 € korsanız bu seyahatiniz bedavaya gelir.
Bana yanıt verir misiniz ? Şimdiden hazırlıklara başlayayım mı ? Belki de Sam ile Amcaoğlu bile gelir taaa uzaklardan ! Why not ?
Selam ve sevgilerimle, özlemlerimle, sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz ve yılınız hep açık ve aydınlık olsun.
Hemen olumlu yanıtlar aldım. Kaos eşiğinde yaşayan ülkemin her gün gelen acı haberleriyle yüreğim yanarken azıcık da olsa umutlarım arttı. Her şey nasip meselesi. İyi olur inşallah. Her zaman da iyilik haberleri düşmüyor telefonlarımıza. Ben 2018 için çağrı yaparken bir dostumuzun vefat ettiğini öğrenip yarın son yolculuğunda buluşmak dostlarıma ulaşmaya çalışıyorum. Tüm bu gelgitlerin “Yaşam Büfesinde Kendini Bulmak” la ne ilgisi var ki ?
Hayat devam ediyor. Yarın son yolculuğa uğurlayacağız. Bunun için bir cami avlusunda dostlar buluşacak. İki rekat namaz kılınacak. Vedalaşılacak. Evlere, işlere dönülecek ve yaşam sürecek. Biz (UN ve MC) 26 Ocak 2016 da Netdirekt sponsorluğunda “eğiticinin eğitiminde” bir araya geleceğiz. Bunun hazırlıkları önem kazanacak. Birgün gelecek bizim için de bir uğurlama töreni yapılacak. Nasipse ! Kimse ne olacağını bilemez ! Organlarımı 01.12.1989 da bağışlamıştım. Bağış kartım hep cebimde, cüzdanımda. İmzalayan tanıklarım da oğlum Eray (Prof.Dr.Eray Copcu) ve sınıf arkadaşı Dr. Erkin (Prof.Dr.Erkin Kır), onaylayan da Prof.Dr.Ö.Yararbaş. İnşallah kader ve kısmet hakedilen güzelliklere yansır ve kalanlar işe yarayıp, giden de huzur içinde yatar (hoş tüm rganlar gidince yatacak geriye ne kalır ki. Takmayacak kafana tokadan başka bir şey). Yine giremedim “Yaşam Büfesinde Kendini Bulmak” başlığının açıklamasına. Neden böyle bir başlık ?
YBGE (Yönetim Becerilerini Geliştirme Eğitimi) ne başlarken küçük bir test yaparım. Kasım 2014 de ABG katılımcılarına yapmıştım. Amacım dolaylı da olsa bir algıyı ölçme örneği yaratmaktı. Görevleri ne olursa olsun, kendilerine bakmalarını ve yargılarını verilmiş dört sınır değeri ile sıraya sokmalarını isterim. Genel olarak ne derim ?
* Yaptığınız işe, görevinize bakın ve “Ne yapıyorum ? Ne yapabilirim ? Ne yapmalıyım ? Ne yapmayı istiyorum ?”. Basit dört soru. Önemli dört yanıt. Kendini bilmek, kendini bulmakla ilgili dört yargı. Niyet ve zihniyeti yansıtan dört sıralama. Olgunluk karar katsayısı olarak sıralanmış ardışık dört değer. Peki olgunluk nedir ki ? Olgunluk, saygı ile cesaret arasında geliştirilmiş olan denge halidir. Bir eyleme geçerken, bir ilişkiye girerken, bir itirazı yanıtlarken, önderlik ederken, yönetirken cesaretiniz düşük, saygınız yüksek olursa karşınızdakini sırtınıza bindirip gezdirir ve ezilirsiniz. Diğer dört seçeneği de siz düşünün. Sadece “kendini bulmak” ne demek, neden önemlidir ? sorusunu ele alıp yazımı bitireceğim.
Yirmi yıl önceydi. Bağ bölgesinde kırmızı tulumumla dolaşıyordum. geceleri de kahvelerde film oynatıyordum (aslında slayt gösterisi). Slaytlarım sorulu cevaplı, SSTC çerçeveli, yerel fotoğraflı renkli görsellerdi. Sevgili İbrahim bunlara “Konuşan Fotoğraflar” derdi. Örneğin kendi resmimi koyup “İyi bir külleme ilacı nasıl olmalı ?” sorusunu sorup dururdum. Kahvedekilere dönüp yanıtlarını alırdım. Sonraki slaytta kuyucu Ali dayının fotoğrafı üstündeki konuşma halkasına “Üzümü sıkmasın” sözü yazılı olurdu. Kahvedekilerden şu sözler ortaya dökülürdü “Aaa bu bizi Ali dayı” ve “Bak ne güzel söylemiş. Aferin Ali dayıya” hatta “Bak benim dediğimi demiş Ali dayı da“…Bunlar hem ortamı ısıtır, hem okey taşları bırakılır ve hem de sunum sonrası yazdığım tavsiyelere uyumu artırırdı. Aynısı Fethiye seralarında da yaşanırdı. Hıyar mildiyösüne yeni çözümümüzü sunarken kullandığımız slayttaki Ahmeti görenler “Aaa bu bizim hıyar ağası” demekten kendilerini alamazlardı. Kendini görmek, kendini bulmak ve kendini tanımak ne güzel şeydir. Tabii ki yapabilene. Bunun için eğiticinin eğitimi programında TTTC den TTTS e geçiş için yetkinlik ve beceri ayırımına dikkat çekerim. Sizce şu soruların yanıtları ne olur ?
* Konuşma yetkinliğinizi beceriye dönüştürdüğünüzde bunu nasıl gösterirsiniz ?…………….
* Duyma yetkinliğinizi beceriye dönüştürürseniz hangi beceriniz etkinleşir ? ………………….
* Yürüme yetkinliğinizde becerikli olduğunuzda ne yaparsınız ? …………………………………….
Evrensel doğrular yerel görsellerle “adil süreci” etkinleştirir. Kabul kapılarını açar. İşinizi kolaylaştırır. Kimi zaman “onüç kişi kahvelerde ne yaptığı meçhul !” benzeri kravatlı eleştiriler alsak da ben bunu hep yaptım ve böylece CINOS’un üç aşamasında da Cinken, Nolaşıp, Synleşirken yerele yakın durup hiç bir zaman yabancılaşma ya da “soğuk şirket algısı” olmamasına yardımcı olmaya çalıştım. Şimdilerde nasıllar bilmiyorum….
Sınıf arkadaşımız sevgili Gönül’ün eşi Ali beyin vefat haberini tüm dostlarımızla paylaşırken Allah’tan rahmet diliyor ve kalanlara Allah’tan sağlık ve esenlikler diliyorum. Kalın sağlıcakla.
Öykücü