“…Sonunda beni son düzeltmeleri yapmak için İsviçre’ye davet etti. Chur kenti yakınlarındaki dağlık bölgede bir chalet’si (kışlık villa) vardı. Beni orada ağırlamadı; yakınlardaki iki yıldızlı bir otelde yer ayırtmıştı. Sevimli ihtiyarı o kadar sevmesem dayanılacak gibi değildi. Hoca sabahın köründe geliyor; öğle vakti “gerek yok odada ufak tefek bir şeyler atıştırırız” deyip öğle yemeğini sosis, patates kızartması ve bir şişe birayla idare ediyordu. Bu çalışma akşam saat 22.00 e kadar sürüyordu. Benden en az 20 yaş büyüktü ama en az 20 kat daha dinamikti. O gittiği zaman turşum çıkmış halde yatağa düşüyordum. Böyle dört gün çalıştık. Veda günü geldiğinde beni “şık giyin” diye uyardıktan sonra eşiyle birlikte bir ortaçağ şatosuna yemeğe götürdü ki…”
PLN ve Netin Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarından Mesajlar (12.2015-03.2016)
Merhaba
Netin Öğrenme Yolculuklarının üçüncüsünü (NÖY3) gerçekleştirirken VTR2 aralarında Netdirekt kitaplığına takıldı gözüm. Onbir yıl önce kitaplığıma giren sevgili Ali Saydam’ın “Algılama Yönetimi”ni seçiverdim. Halbuki aynı sırada Ken Sheldon’un “Sahte Liderliğin Ötesinde”, torun Covey’in “Güven”, baba Covey’in “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı”, Dr.Blanchard’ın “Liderlikte Çıtayı Yükseltmek”, “Gün Gün Drucker” ve daha pekçok benzer kitap varken neden Bay Saydam’ın kitabını seçmiştim ?
Birkaç neden sayabilirim. İlki biribirine yakın olan yaşımız ve öğrenme yolculuğumuz aynı çevre dinamikleri (68 kuşağı ve 12 Eylül anıları) içinde geçmiş…Her ne kadar “Dördüncü L > L4: Leave A Legacy” onun için benden birkaç adım önde başlamış ise de gerek gruba “Merhaba” ile başlamak, gerek “Algılama” tanımımızın benzerliği ve gerekse MAS5 (2005) den sonra kendisine yazdığım iletiye verdiği yanıtın içtenliği olsa gerek beni kendisine yakınlaştıran. Bir diğer neden de “İsviçre” ortak paydamız. Benim için özellikle CINOS sürecinde (1985-2009) ve bu sürecin üç aşamasında İsviçre çok önemli bir yer tutar. Kaldı ki iş dışında eşimle yurt dışı seyahatlerimizde de İsviçre hep keyf aldığımız bir uğrak yeri olmuştur. Bay Saydam’ın gerek dokuz yıllık öğrencilik (kimya mühendisliği üniversite yılları) anıları ve gerekse daha sonrasında İsviçre’de yaşadıklarından çıkardığı mesajları nedense kendime çok yakın buluyorum. Yazımın girişindeki mavili alıntı da Jupp Derwall’le olan beraberliğine aittir ve o satırlarda kendimle özdeşlenen neler buluyorum ?
İlki çocukluğumun kitaplarında sanki içinde yaşayarak defalarca okuduğum Heide öyküsünün hazzını İsviçre kırsalını çağrıştıran her anlatıda yeniden hissediyorum. İkincisi 1986 Ekiminde yağmurlu bir havada, aklım İzmir’de, babamın rahatsızlıkları ve oğlumun ergenliğinin okula yansıyan kritik süreçleriyle eşimi bir başına, tek başına bırakıp çıktığım onaltı günlük İsviçre Öğrenme Yolculuğumu düşünürüm. Benim için en önemli dönüm noktasıdır. Montrö konaklamalı ve Les Barges öğrenme odaklı bir seyahattir. Hafta sonlarında Lozan’dan çıkılan “İki Nehir Arası” kasabasına yapılan panoramik tren yolculuğu ve Lusern’deki Platus Tepesine dağ treniyle çıkma macerasıdır. Mükemmel bir şans, özel sektöre geçişte başlama vuruşu olmuştur benim için. Disiplini öğrendim. Duyarlılığı ve sorumluluk bilincini gördüm. Programlı olanın kazanacağını anladım. Sistem etkinliğine hayran kaldım. Bacalarından bırakın siyah renkte oluşunu sanki hiç duman çıkmayan fabrikaların nasıl üretim yaptığına imrendim. Adına “Aplikasyon Teknikleri” denen ve ana firma tarafından verilen eğitimin şirket içinde bile paralı olduğuna şaştım kaldım. Enstitümde onaltı yılda öğrendiklerimden fazlasını iki haftada öğrenmeye çalıştım. Öğrenmeye doyamadım. Geceleri de öğrenme hevesiyle eğlenme, eğlence ve günü yaşamayı pek beceremedim. Gündüz öğrenilenlerin akşamları otelin barına konmuş olan bilgisayardaki testlerde pekiştirilmesine ve sürekli sınavları başarındığında otomatik olarak verilen bedava bira kuponlarıyla bira almak yerine saklamamı hep hoş anılar olarak belleğimde canlı tutarım. Hoş daha sonraları da bu tür fırsatlarda günü yaşamayı pek beceremedim. Onyıl önce Cenevre yakınlarındaki bir köydeki mükemmel butik otelde sevgili İrfan’la birlikte SSTC ustalıklarını yenileme, geliştirme, dönüştürme öğrenme yolculuğunda da aynı keyfi yaşadım. Bunları sanki yaşam gölünün karşı kıyısına yaklaşırken yakalananan son fırsatlar gibi algılayıp her anından öğrenmeleri daha fazla yakalamaya çalıştım. Günü doya doya yaşayamadım. Pişman mıyım ? kesinlikle hayır. Bugün de olsa aynı şeyi yaparım. Demek ki hâla “İyi/Zor/Farklı” sorgulamasında pek fazla yol kat edememişim. Her neyse ! Bay Saydam’ın Chur Kentinde yaşadıklarını ben daha sonraları pek çok kez yaşadım. Her biri ayrı birer hazdı; keyifti benim için. Hatta 1999 depremi sırasında yine İsviçre’deydim ve o anda bile Dr.Sechser’in önderliğindeki öğrenme yolculuğunda depremin yarattığı acılarla uzaktan kahrolurken Commungny yöresi bile ayrı bir güzellik gibi işlemişti ruhuma.
Bir diğer anım da yaklaşık 20 yıl önce Alsace’da “Eco de Museum” da düzenlenen Sultana Projesi toplantılarımın (http://www.ecomusee alsace.fr/fr/; https://www.facebook.com/ecomusee.alsace/) bitiminde arta kalan tek gün için sevgili X.Ledru’nun beni alıp Fransa tarafındaki taşra evinde ağırlamış olmasıydı. O gün mesai bitiminde tramvayla şirketin merkezinden Basel tren istasyonuna gittik. Trenle yaşadığı köye ulaştık. Eşi bizi arabasıyla alıp evlerine götürdü. Mükemmel bir akşam yemeğiydi. Bir fotoğrafımız var. Ben koltuğa oturmuşum. Koltuğun sağ ve sol kolçaklarında Ledrugillerin kızları oturuyor. Daha sonra bana veda ve sevgi mesajları içeren kartlar gönderiyorlar. Köye yakın bir otelde konaklıyorum ve ertesi sabah Ledru beni havaalanına bırakıyor. Kuşkusuz bunun öncülünde Ledru ile defalarca yaşadığımız Çeşme geceleri (hatta Göksugilleri de alıp birlikte diskoya gitmek ki benim için ilktir; Dalyan’da Emin’de balık ziyafetleri) var. Bay Ledru da “GAT Dünyası”na inananlardan ve beni tıpkı Bay Baybars gibi ailesi içine kabul edenlerden… Peki bunca detaydan amacım ne; Dr.Maslow’un “İhtiyaçlar Piramidi”ni ya da “EDA Piramidimi” anladık da bu MORİ’nin Piramidi nereden çıktı, ne ola ki ?
Onu da yine Bay Saydam’ın kitabında gördüm. Sevdim. İster itibar yönetimi olsun ister imaj geliştirme gayretleri, ikisinde de yol sonuçta algılama yönetimine çıkacaksa MORİ’nin Piramidini de araya sıkıştırıvereyim istedim. İngiliz Mori Şirketi 1998 de şirketlerin itibarını ölçmek için bir model geliştirmiş. Adına ben MORİ Piramidi dediğim bu “Mükemmellik Modeli“nde tabandan tepeya doğru sırasıyla 6 kriter yer almış. Bunlar:
1.Farkındalık (Awareness) ki biz de hem CINOS’un üçüncü aşamasının (2000-….) ikinci evresinde (2005-…. / DOD2) ve hem de bugün Netgillerin öğrenme yolculuklarında ilk adımı “Awareness/Farkındalık” için atıyoruz. Sırf bunu gösterebilmek için son üç aydaki yaptığım etkinliklerden birkaç kareyi bir araya getirip bir film montajladım ve bu yazıma ek yaptım.
2.Güven (Trust)
3.İlişki (Transaction) !
4.Tatmin (Satisfaction) > AIDA’yı AIDA(S) yapıyorum.
5.Adanmışlık (Commitment) > Bence bu düzeyde bırakılması “taahhüt” olup adanmışlık düzeyine çevrim için “dedication” demek gerekse de Bay Saydam ya da Morigiller daha temkinliler. Çünkü adanmışlık karşılığı olarak dedication fazla iddialı (ordu ve cemaat dışında kullanmayı kimileri pek doğru bulmuyor).
6.Elçilik (Advocacy) > ki Syngiller 2009 dolaylarında F3 e çıkabilselerdi (belki de çıktılar) “ambassador” olarak bu yaklaşımı kavramlaştırmış olacaklardı (belki de oldular).
Lafı fazla dolaştırmamak gerek. İmaj, cilalı taş devri, o günlere oranla önemini yitirdi mi ? Özellikle Enron konusu ve SOX Yasasından sonra cezalar can yakmaya başlayınca itibar, imajın önüne geçti mi ? Gerçekle gerçeklik uyuştu mu ? Hak yerini buldu mu ? Biz ülkemizde hırsızlara öncülük edene ödül verirken okyanusun ötesinde otorite aniden öpüverdi ve yakalayıp 75 yıl hapis istemiyle içeri tıkıverdi. Hadi gel şimdi imaj ve itibarı değerlendir… Asıl önemlisi bizdeki sahne şovlarını sahip oldukları kamusal güçle yapanları ve bizi aldatanları bir düşün. Ne diyelim Allah affetsin. İster “Hz.Musa’nın 10 Emri“ne bakın isterseniz Bakara Suresine aynı ortak anlatımı, amacı, benzer dili görürsünüz. İşte 10 Emir (ki filmini sanırım altmışlı yıllarda Tepecik’te Albayrak Sinemasında görmüştüm):
1.Sizi sıkıntılardan kurtaran ve doğru yolu gösteren Tanrı’yı bilin.
2.Tanrı’dan başka ilahlar ve putlar edinmeyin.
3.Tanrı’nın adını gelişigüzel her yerde ağzınıza almayın.
4.Haftanın altı günü çalışın ve cumartesi günü dinlenin.
5.Anne ve babanıza saygı gösterin.
6.İnsanları öldürmeyin.
7.Zina yapmayın.
8.Hırsızlık yapmayın.
9.Yalan söylemeyin.
10.Hiç kimsenin malına, ailesine, size ait olmayan bir şeye göz dikmeyin.
Peki ya Bakara Suresi (83-84 ayetlerinde) neler yazılı: “Allah’tan başka ilahlar edinmeyin. Anneye, babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edin. İnsanlara güzel söz söyleyin. Namazınızı kılın. Zekatınızı verin. Birbirinizin kanını dökmeyin. Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın“.
Tam bunları yazarken Belçika’da patlayan bombalar ve 26 ölü. Sınır tanımayan bu kaosun bence sonu Nuh Tufanı. Artık başka kurtuluş yolu düşünemiyorum. Allah hepimize, hepsine akıl fikir versin, doğru yolu göstersin; ıslah etsin; dayanma gücü versin.
Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.
Öykücü