Yaşam Büfesinde “Bağışlama”

“…On iki yaşlarında bir çocukken okul harçlığımı çıkartmak için evlere gazete dağıtıyordum ve adını şimdi anımsayamadığım o yaşlı bayan da benim müşterimdi. Bana “bağışlama” konusunda öyle güzel bir ders verdi ki umarım bir gün ben de bir başkasına benzer duygularımı aynı güzellikte iletme fırsatını bulurum. Sıkıntıdan patlamak üzere olduğumuz bir cumartesi günüydü. Arkadaşımla birlikte yaşlı bayanın arka bahçesinde bir köşeye gizlenerek yerden aldığımız taşları evin çatısına atıyorduk. Attığımız taşların çatıdan yuvarlanarak düşmesini kuyruklu yıldızların (yıldız kaymasının) süzülerek yeryüzüne inmesine benzeterek eğleniyorduk. Kendime yerden çok düzgün bir taş bulmuştum. Elime alıp tüm gücümle fırlattım. Ama taş bu kez çatıya değil dış kapının camına gelmişti. Kırılan cam sesini duyunca gizlendiğimiz yerden fırlayıp ardımıza bile bakmadan soluk soluğa kaçmıştık oradan. Yaşlı bayanın bizi görmüş olması imkansızdı. Tüm gece yaşlı bayanın beni yakalayacağını düşünerek korkudan uyuyamadım. Ertesi gün gazetesini vermek için kapısını çaldığım zaman her zaman ki gibi içtenlikle gülümseyerek hatırımı sordu. Ama ben suçluluk duygusuyla yüzüne bakamıyordum. Sonunda gazete dağıtımından kazandığım parayı biriktirmeye karar verdim. Üç hafta sonra tam yedi dolarım olmuştu. Bir kağıda “Camınızı istemeden kırdığım için çok üzgünüm, umarım koyduğum para onarımı için yeterlidir” yazarak parayla birlikte bir zarfın içine koydum. Gece havanın kararmasını bekleyerek zarfı usulca yaşlı bayanın posta kutusuna attım…”

NÖY 5 Yaklaşım Teknikleri (28.04.2016)

Merhaba

Dün “Tutkulu Kuruntu”dan söz ettim. Bugün yürüyüşte aklımı “sabrımın sınırlarını sınamak (3S)” ile koşullandırıp Yunt-Sekili Kanatlar için “Ankara’nın Bağları”na uzanmak düşmesine rağmen hızlı bir manevra yapıp “3S” için biraz daha düşünmeye karar verdim. Yukarıdaki öykü çocukluğumdan (Soma/1956) ve Karşıyaka’da ilk günlerimizden (1987) birer anıyla benim için anlam kazandı. Tıpkı Duru (C13) gibi çocukluğumda çok yaramaz bir çocuktum. Hoş, büyüyüp geliştiğimde ve hatta evlenip baba olduğumda bile sürdü kimi yaramazlıklarım (tren taşlamak, Ümit’in elinden elma şekerini almak gibi). Bunun için mezuniyet albümünde sevgili Cihan’ın benim için çizdiği karikatüre bakmak yeterli olacaktır. Bereket ki yaşam büfesinde sıraya girme gayretlerinin her aşamasında çalışkandım; paylaşımcıydım ve bu yüzden hoşgörüldüm (ya da bana öyle geliyordu). Soma’da evimiz yokuş bir sokaktaydı ve top oynamak zordu. Bu nedenle aşağı sokakta Leblebi Ferit’in evinin önünde oynardım. Rahmetli Ferit’in iki kızı vardı (sanırım isimleri Nursel ve Gürsel’di); küçük kız sınıf arkadaşımdı. Tekbaşına top oynamak için ne yaparsınız ? Ben duvarla kafa topu oynardım. Ev sahibi topun duvarda yaptığı sesten, evin badanasına verdiği kirlilikten rahatsız olurdu (haklı olarak) ve beni sürekli kovalardı. Gitmezdim. İnatçıydım ve yaramazdım. Aksilik bu yana top duvara değil cama geldi ve cam kırıldı. Konu ev sahibi ile çocuk ilişkisini aştı ve aileler arası tartışma konusu oldu. Ellili yıllarda Soma’da camcı olarak bir tek Çıplak Ailesi vardı ve cam da her zaman bulunmazdı. Tartışma uzayınca rahmetli babamın bizim evin bir camını söktürüp rahmetli Ferit’in penceresine taktırdığını anımsarım. Yazımın girişindeki Amerikanvari hoşgörüyle bizim oriyental yaklaşımlarımızın farkını (aslında kültür farkı) düşündüm ve acaba yıllar taşradaki mahalle yaşamında neleri nasıl esnetmiş olabilir diye dalıp gittim. Aradan otuz sene geçti ve biz Tepecik yaşamından sonra Karşıyaka’lı olduk. İşte bir ikinci anı.

Yamanlar Apartmanında (1704 sokak) otururken bir komşumuz vardı. Bay ve bayan Pariente’ler. Mükemmel bahçesi olan tek katlı, köşk benzeri bir evleri vardı. Kerem ilk okula yeni başlamıştı. Kerem de yaramazdı ama ne benim kadar ne de Duru gibi. Her oğlan çocuğu gibi ağaçlara tırmanırdı (ben dalların ucundan tutunarak tersinden ağaca çıkardım. Duru da parktaki oyuncakların kaydırağına kayma yerinden çıkıyor merdiven yerine. Ne farkımız var ki ?). Bayan Pariente düşer korkusuyla bizi haberdar etmek, uyarmak için ziyaret etmişti. Ancak bizimle Kerem’den uzak bir yerde konuşmayı özellikle istemişti. Gerekçesi Kerem’in kendisine karşı duygularında bir olumsuzluk hissetmemesi içindi. İzmir’in levantenlerinin komşuluk ilişkileri daha bir kibar oluyor ve bu da biz yerlilere azıcık da olsa bulaşıyordu. Yazımın girişindeki öykünün devamını aşağıda yazacağım. Bundan önce bir başka dala konmak istiyorum. Ben kuş muyum ? Sevgili Ekmel’in fıkrası geldi aklıma. Bu fıkranın baş kahramanı da Sözcülü Yılmazın geçen günkü yazısının son cümlesinin ilk harfi olan nesnedir. Yılmaz kızgınlığına yenilmiş yakın geçmişte “anlamayan için sazı soktuğu” yerin yeme biçimine değinmekten kendini alamamıştı. Ertesi gün de Hürriyetli Ahmet o nesnenin sesli harflerini kullanmadan tepkisini aynı sertlikte dile getirmişti. Ayıp ama doğal olan o nesneyi olduğu gibi yazmanın suç olma olasılığı yok mudur ki Yılmaz sesli, sessiz ayırt etmeden aynen yazıvermiştir. Yeni Anayasa tartışmalarını yeni bir kulvara sokan ve sıfatında başkanlık olan zat-ı muhtereme dönüp “G.t.n yiyorsa dene” demiştir. “Beyin ne ararsa onu bulur” ya da “algıda seçicilik” diyoruz ya işte o hesap böylesi “3S” lik yaklaşımlar hoşumuza gitmiyor dersem yalan olur. Bir işe yarıyor mu ? Sanmıyorum. Bizimkisi “züğürt tesellisi” ya da bağışlana ki “mastürbasyon” dan öte değil. Atı alan Üsküdar’ı bırak İzmir’e girmek üzere…

Yazımın başlığına “Bağışlama” desem de aklımın kıvrımlarında “Tripod” var; “Usta Kumarbaz” var. Tripod diğer bir deyişle “Üç Ayak” bir ara CINOS’un üçüncü evresinde “SynFlower Project” için tam bir “Management/Yönetim” becerisi konusu olmuştu. Hem sorun çözme ve hem de (özellikle) “müzakere becerileri” gerçek iş yaşamının ana konuları olarak “kazan/kazan” ya da “kazan/kaybet” tartışmalarını bir ipte iki cambazla şekillendiriyordu. Ama benim için tripod 1993 Ocak ayında bir Singapur anısıydı. Cebimde kalan birkaç dolarla bir kamera (fotoğraf makinası) almıştım. Masa üstüne koymak için küçük (minyatür; 15 cm) bir üç ayak vermişti satıcı kız. Ayrıca ayaklarına geçirmek için eşantiyon, süs eşyası gibi küçücük (2 cm) bir çift de pabuç vermişti (masada kaymasın diye). Kıza dönüp “ama bunun üç bacağı var” dediğimde kız gayet sakin bir şekilde “orta bacağa ayakkabı gerekmez” demişti. Belli ki o kız da Yılmazın ekolundendi; bu işin cilvesini, usul ve erkanını biliyordu. Dört gün önce Poyraz Karayel’de Bahri Babanın (bilir misin-Yılmaz çok iyi bilir- Bahri Baba aslında İzmir-Konak’ta aşıkların buluşup denizi, ufku seyrettikleri ünlü parktır) bir sözü vardı, oğlu psikopat Sadrettinin öldürülmesini emrederken… Şöyle demişti: “İhanet ne kadar yakından gelirse, merhamet o kadar uzaklaşır insandan”. Peki yazımın sonunda camı kıran çocuk, ağaca çıkan Kerem ve Singapurlu tripodtan sonra nerden çıktı bu söz ? Yazımın ilk paragrafındaki “3S” in etkileri hiç aklımdan çıkmıyor ki…Şimdi öykünün devamı ile yazımı tamamlayayım.

“…Bir kağıda “Camınızı istemeden kırdığım için çok üzgünüm, umarım koyduğum para onarımı için yeterlidir” yazarak parayla birlikte bir zarfın içine koydum. Gece havanın kararmasını bekleyerek zarfı usulca yaşlı bayanın posta kutusuna attım. Ruhum bir anda özgürlüğe kavuşmuştu sanki. Artık eskisi gibi yaşlı bayanın gözlerinin içine bakabileceğimi düşünerek mutluluk duyuyordum. Ertesi gün kapısını çalıp gazetesini uzattığım zaman her zamanki gibi içtenlikle gülümsedi gözlerime. Bu kez de ben de karşılık vererek gözlerinin içine baktım. Tam arkamı dönüp gideceğim anda “Ah bir dakika neredeyse unutuyordum, al bakalım bu kurabiyeler senin için” diyerek elindeki paketi uzattı. Evden uzaklaşırken neşe içinde kurabiyeleri yemeye başladım. Birkaç kurabiye yedikten sonra pakette bir zarf olduğunu gördüm. Zarfı açtığım zaman içinde yedi dolar ve kısa bir not vardı: “Seninle gurur duyuyorum”…”

 

Ben de gurur duyuyorum. Eşimle, oğullarım ve kızlarımla, ABİDE’leşen beş torunumla gurur duyuyorum. Sözün özü bu güne dek ne bir cam kırdık içimizde, ne de bağışlanma gereği oluştu ilişkilerimizde ve her zaman olası herhangi bir sıkıntıyı oluşmadan engelleyen tüm doğal davranışlarına, tutumlarına şükür ve şükran duyduğum aileme, dostlarıma ve arkadaşlarıma minnettarım ve dualarımla sağlık ve esenlikler diliyorum.

Öykücü