Yaşam Büfesinde “Babalar Gibi”

“…Nasrettin Hocanın komşusu hocanın küçük oğluna elindeki patlıcanı gösterip “Bu nedir ?” diye sorar. Çocuk “Gözü açılmamış sığırcık yavrusu” deyince hoca hemen söze karışır: “Vallahi ben öğretmedim”Temelin yaşı yirmiye gelmiştir. Hâla ilkokulu bitirememiştir. Ne yaptıysa matemetik sınavını geçemez. Okul karar verir. Öğretmeni kolay bir soru soracaktır. Bunu herkesin gözü önünde yapıp Temel’in sınavı hakkıyla geçtiğini herkes görecektir. Sınavı Trabzon futbol stadyumunda yaparlar. Tribünler doludur. Halk heyecanlıdır. Sahanın ortasına öğretmen ve Temel hazırdır. Öğretmen soruyu sorar: “İki kere iki kaç eder ?“. Temel’in yanıtı nettir: “Dört öğretmenim“. Stad çınlamaktadır. Seyirciler hepbir ağızdan bağırırlar: “Bir şans daha verin; bir şans daha verin“…”


Merhaba

(İki gün önce hazırladığım bu yazım eklenecek film için beklerken baktım ki kafamda başka çerçeveler oluşuyor ve biraz daha gecikirse yayımlamaktan vazgeçeğim; bu nedenle görselini daha sonra eklemek üzere bugün yayımlamaya karar verdim. Hayırlı olsun.)

Çeşme’de en sıcak günlerden yeni bir Pazartesi ile yeni bir hafta başlıyor. Umuyorum ki bu sıcaklar beraberinde bunca emekle ve ek kaynakla yoğrulan, sabrımızı test eden, iki yıl gecikmeli ve neredeyse milyon liraya bulan kayıpla beklediğimiz Yunt Kanatlarının resmen kabulünü sağlayacak müjdeli haberi de beraberinde getirecektir. Sabır ve umutttan gayrı bir şeyi kafaya takmamaya çalışıyoruz. Çünkü bu aralar kafamız Fransa’da turnuvayla birlikte İspanya ağırlıklı Bezilya’ya uzandı. Brezilya’da yoğunlaşan talep ikinci “Kafa Topu” destek kaynağını zorunlu kıldı. Birkaç ay önce Londra’da buluşan “Kafa Topçular (MIN Üçlüsü)” un emek yoğun yatırımları hızla MENA (Middle East and North Africa) ve CEE (Central and East Europa) a açılırken taa (ya da tee) LATAM’a uzanması aslında futbolun kaynağının etkisindendir. Böylece İstanbul’dan Londra’ya uzanan iş yaşamında ve CDN Odağında Erdem abilerinin M….suyla ilgisi ve ikişkisi ile İbrahim’in İ…’sunu Semih ve Kerem’in N..li alt yapısında buluşup da “MIN Üçlüsü” yeni bir ticari ortaklıkta yola çıkınca Türkiye’de yoğunlaşma ve dünyanın dört bir yanına hızla açılma sağlandı. Feysden Oliver bey kardeşimiz bir mesaj paylaşmış ve “Kafa Topu”muz İngiltere’de ilk ona girip yedinci olmuş (sadece oyunlar sıralamasında ise İngiltere birincisimişiz. Woooo! . Helal olsun. Aman nazar değmesin. Bir yanda umut ve geleceğin şekillenmiş ve ufka mürtesimi (izdüşüm) düşmüş başarının silueti; diğer yanda Ankara’nın bağları ve büklüm büklüm yollarında, bürokrasinin çarklarında yiten zaman ve önüm arkam sağım solum dönen kanatlarla çevrilmişken “sobe”lenmek…Yiten enerjinin yürek burukluğu ve dengeyi korumak için sabra sığınmak…

Yazımın girişindeki iki öykünün ortak noktası ne ola ki ? Birinde yanlışa verilen prim diğerinde doğruyu yadsıyan halkın çoğunluğu; birinde hocanın feraseti ile yanıta katılan tat, diğerinde ortaya konan cehaletle yine yanıta katılan anlam. Sabah yürüyüşünde bunları düşünerek Gezi’li Sözcü’yü elime aldığımda yine kaşınan “Gezi Parkı”. Dün toplanan adında hareket olup da hareketsizliği yeğlemiş olan koltuk değneyi partisinde muhaliflerin zaferine bakınca kuyruğu sıkışan baş oyuncunun yine ortalığı karıştırmak istemesinde rahmetli babamın bir sözünü anımsadım: “Fare giremeyecği deliğe bir de kuyruğuna kabak bağlıyarak girmeye çalışır”. Buradaki kabak sizin bildiğiniz sıradan kabaklardan (ormandaki yangında en önde giden bitlerden) değil; su kabağı. Su kabağını bilir misiniz ? Tokmak gibi olur. Çocukluğumda su kabağının ne işe yaradığına ait iki öyküsünü bilirim. İlki hamamdır. Eskiden banyo yoktu hamam vardı evlerimizde. Tas olarak da su kabağı kullanılırdı. Çok da güzel olurdu. Su kabağının diğer öyküsüne ait bir öz deyişi ise şöyleydi: “Sigarayı nargile, nargileyi de kabak suyu paklar”. Anlamı ise, sigarayı bırakmayı çalışanlar nargileye başlarlardı. Hazırlaması zahmetli olduğu için pek sık içilemezdi. Tütünü özeldi. Tömbeki tütün denirdi. Suyu, marpuçu, şişesi ve asıl önemlisi mangal kömürü gibi detaylarıyla keyif işiydi nargile içmek. Ancak çekilen hava suda yıkanıyor gibi olsa da tütünü çok ağırdı; zifti, katranı, nikotini, çok olurdu ve bu nedenle nargile yaşam gölünün karşı kıyısına yakınken daha çok içilirdi hızı artırmak için… Tıpkı doktorun ne yerse yesin dediği serbest bölge yaşamı gibi. Yukarıdaki sözün içindeki “kabak suyu” da ölünün yıkanması sırasında tas yerine su kabağı kullanıldığının ifade edilmesiydi. Şimdi bu su kabağından Sözcü’de dikkatimi çeken yeni Gezi serüvenine dönelim. Umarım ki Ali bey bunu yapmaz ? Umsam da çaresi yok; Ali beyin hamamı var Ali beyin eli mahkum. Sahi şu Ali beye de birazcık değineyim mi ?

Benim zamanında ilkokula başladığımız ilk yılın tek kitabı olurdu: Alfabe. Kitabın son sayfasında da “Karga ile Tilki Öyküsü” yer alırdı. “Karga karga gak dedi / Çık şu dala bak dedi /Çıktım baktım o dala / Bu karga ne budala…” uyaklı anlatımların La Fontaine’den olduğu yazılı mıydı ? Sanmıyorum; anımsamıyorum. Ancak karganın ne o zaman ve ne de şimdi, başımızda gaklarken, Ali beyi Milton’ın beygiri gibi yolda tutarken hiç de aptal olduğuna inanmıyorum. Karga işini biliyordu; hâla da biliyor. Ağzındaki peyniri düşürmez, verirse elbet bir bildiği vardır. Alfabenin başlarında ise hep bir Ali olurdu. Ancak o zaman ki Ali’nin topla ilgisi vardı. Şimdiki Ali’nin topla ilgisi kalmadı; ata binip toplamakla uğraşıyor ve top işini de Fatih’e verdi. O da beceriksizin teki ama malı götürüyor. Yetmiş yıl önceki Alfabeli Ali’yi şöyle anımsıyorum: “Ali top at / Al sana top / Top at Ali”. Yıllar Ali’den neler aldı; neler verdi ? Alinin ağababası babalar gibi sattı; yumurtayı sulandırdı ve topu Aliye attı ve bizim Ali şimdi topla değil atla uğraşıyor. Demem o ki top gitti “at” eylemi de isme dönüştü ve Alinin önüne geldi. Ali de ata binmeye çalışırken şimdi Ali’nin alfabesinde “Ali at bin / Al sana at / Bin Ali bin” derlemesiyle Gezi Parkına ata binmiş Aligiller yeniden geleceklerse yerli Gandhi’nin tüm adamları orada piyade olarak hazır olmalılar ki Aligillerin yaptıklarından çok karşı tarafın yaptıklarıyla gurur duyalım. Umutlarımız artsın. Karga sesini kessin. Aklı başına gelsin. Yoksa bizimkilere umut bağlayanlar bağırmayı sürdürecek “Bir şans daha verin” diye ve bu kez de bizim Ali atı bırakıp bize binecek. Bir yanda kucağa oturtmaya meraklı Mehmet diğer yanda binmeye hazır Ali. Aman ha ! arkayı korumak gerek; gel de enseyi karartma…

Aklım Gezi’li Aligillerle uğraşırken geçen hafta iki Çeşme-İzmir- Çeşme turum oldu. Birinde Netgillerin iftarındaydık. Allah kabul etsin. Güzeldi. Yüzler gülüyordu. Umutlar yüksekti. Yuvadan ayrılmış bir kuş da yeniden ve daha denetimli bir iş ortamında bizimle olmuştu (Onun yeni görevi teknoloji parkındaki yeni işimiz ve o grup iftar soframızda yok). Allah onun da yolunu açık etsin. İkinci turda Aslıhan’nın operasyonu vardı. Çok şükür ki o da iyi geçti… Ve dün “Babalar Günü”ydü ve “Babalar Gibi” mutluyduk (bu kez Taclanan Baba uzaklarda ise de gönderdiği selam ve sevgilerle gururlandık). Çeşme’de iftar soframız konuklarımızla zengindi. Bu iki yemekten özet görüntülerle yazıma bir kısa film ekleyebilirim.

Sözün özü; yeni Gezi girişimi umuyorum ki bir patlama yaratacak ve bu kez halkın kışkırtmalı baş kaldırılarının gerçek, işe yarayan bir etkisi olacaktır. İnşallah doğruyu bulmada Allah akıl verir ve gereksiz yere canlar yanmadan sapkınlıktan geri dönülür ve yeniden aydınlık günlere kavuşuruz. Yaz geldi; sıcaklar arttı; güney sahilleri dolu değil ve yaz sonu neler olur bilinmez. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Yolumuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü