Yaşam Büfesinde “Ustaların Karması”

“…Joe ve arkadaşı koşarak istasyona gelirler. Tren perondan kalkmak üzeredir. İkisi de trene doğru koşarlar. Arkadaşı trene biner. Joe binemez. Trene binemeyen Joe gülmeye başlar. Etraftakiler şaşırırlar ve “Treni kaçırdın ve gülüyorsun; neden ?”. Joe biraz nefeslenip yanıtlar: “Asıl trene ben binecektim. o arkadaşım beni yolcu etmeye gelmişti”…Joe ve arkadaşı ıssız bir adaya düşmüşlerdir; açlıktan ölmek üzeredirler. Yiyeceklari yoktur. Başka çareleri kalmaz ve yazı tura atarlar. Kim kazanırsa diğerini öldürüp yiyecektir.Bu kez Joe kazanmıştır. Şansı yaver gitmeyen arkadaşı bu defa imamın kayığına binmiştir. Joe artık ıssız adada yalnızdır. Birkaç gün idare edecek yiyeceğe kavuşmuştur. Günler geçer; yiyecek tükenir. Ortada yenmesi zor olan tek bir şey kalmıştır.  Onun da yenmesi Joe’ya pek olanaklı görünmemektir. Joe çaresizdir. Birkaç gün daha açlığa dayanır. Sonunda o tek şeyi yemeye karar verir. Elini uzatır. Tutar ve tam ağzına atmak üzereyken gaipten bir ses gelir: “Hey Joe !” der ses “O… da iki po…on ye !”…

Çeşme’de bir bayram yemeğinde C13, güzellikler, dua ve Ümit 50 yaşında (05.07.2016)
Merhaba

Gülmeli mi ağlamalı mı ? Kime sormalı ? Hangi tren ? Binen ne yapacak ? Geride kalan Joe nasıl olmuştur da ıssız adada trene binen arkadaşıyla birlikte yalnız kalmıştır ? Kalan tek şey nedir ? Ne yaparsa ne olacaktır ?

Çeşme’de C13 totaliyle yıllardır yapageldiğimiz bayram sabahı ritüelinde buluştuk. Nezuş’un bruchvari hazırlıkları her zaman ki gibi mükemmeldi. Biz bunu 1965 den bu yana hep yapıyoruz; yapmaya çalışıyoruz. Elli bir yıl önce C13 ün nüvesi oluşurken (MNC evliliği) ve tohumlar hemen fidana dönerken (altmışlı yıllarda talebeyken gelişen aile ve geleneklere bağlı öğrenmelerle ustalaşmalar) annemin gayretleri, babamın tutkuları (ve inadı), Nezuş’un öğrenme hevesi ile bütünleşince elli bir yıl süresince Tepecik>Karşıyaka>Çeşme gelişmeleri içinde biz bayram sabahlarını hep böyle mutlu mesut geçirdik. Binlerce şükür. Bu bayram sabahı azıcık buruktuk. Arife günü ciddi bir hastalığın ani gelişmesi içinde Torbalı-MEDİFEMA ziyaretimiz ikinci kez gündeme geldi. Çok şükür ki Eray’ın mesleki ve yeğen olmanın destekleriyle, yaşam gölünün karşı kıyısına yaklaşırken azalan dayanma gücümüzü sınamayı gerekli kılmadı yardım çabalarımız. Binlerce şükür. Yarın yine Torbalı ziyareti yaparız. Günler nelere gebe ?

Odağımızda C13 beraberliğimizi bayram havasında korumak; etki alanımızda Yunt için yeni bir eylem planı yapmak, sağ şems-i siperinde aynası olmayan “Aynasız Kaktüs” den biran evvel kurtulmayı bizden (MNC) daha çok sağlamaya çalışan, bizi Golflendirmeye uğraşan oğullarımıza hayranlıkla bakarken, ilgi alanımızda da ülkeye hakim olmuş, kucağa oturtmaya, oramıza buramıza koymaya meraklı arsızların, soysuzların, ayakkabı kutucu ve kasacıların şürekasından, onların şerrinden aklımızı ve ruhumuzu nasıl sakınırız arayışlarının etkisi altında harala gürele geçiyor günlerimiz. Çeşme’de sıcaktan kavrulurken bir milyonu aşkı kişi, bizim olduğumuz Kermenyalısı (Germiyan Yalısı) mevkiinde hava her zaman İstanbul’a yağmur yağdığında tama bir bahar serinliğine kavuşuyor ki bulunmaz bir nimet. Şükrediyoruz. Yarın belki Torbalı ile Foça yönleri (tam ters olsa da) programımızı oturursa yolculuk daha keyifli olabilir. Gidişimiz salt hasta ziyareti olmaz da Foça’lanır ki mutlaka ek bir bereketi olur. Daha ne ister insan ?

Neden Joe ve arkadaşının tren garında ve ıssız adada beraberlikleri yazıma giriş konusu (AIDA’nın ilk “A”sı) oldu ? Bilmiyorum. Yahudinin züğürtlüğü olabilir mi ? Ya da çatıya çıkıp kaynak aramak mı zor geliyor ? Yahudi züğürtleyince eski defterleri karıştırırmış. Yukarıdaki iki kısa fıkra da çok eskilerden (lise yılları). Birincisi Ünlü Pidede Ramazanın sonuna doğru bir iftar yemeğimizde yaşadığımız küçük bir enstantanenin çağrışım yaptığı konudan dolayı aklıma düştü. İkincisi biraz daha ayıp gibiyse de dün akşam üzeri Seyir Tepelerinde salıncakta ben, oğlum Eray ve torunum Eren’le otururken aklıma düşüp net, açık, saçık (seçik) anlatınca Eray “Musto dedene dikkat et; onun arşivi bu konuda zengindir” sözleri üzerine yazıma alıverdim hiç de aklımda yokken. Hava rüzgarlı, yakın çevremde orman yangınları arttı. Birkaç itfaiye arda arda sirenlerle yoldan geçiyorlar. Bir yanda terör, diğer yanda helikopter düşmesi ve yangınlar…Ülkem tam bir yangın yeri. Kader mi ? Yaptığımız ve asıl önemlisi yapmadığımız nelerin bedelini ödüyoruz ? Hak edilmemiş bir gelişmişliğin (!) ya da hoyratça yaşamının bir bedeli mi ? Nasıl çıkılır bu türbülanstan ?

Yapabilirsem eğer yazıma düne ait, bayram sabahı, bayram yemeğimize ait görüntülerden kısa bir montaj film ekleyeceğim. Yukarıda dediğim gibi 1965 den bu yana benzer görüntüleri yaşamak için inançlı çabalarımız olageldi. Bunlara o zamanlar ritüel falan demeyi bilmezdik; hele hele brunch diye bir şey duymamıştık. Ne var ki elli yıl önce de bayram sabahı soframızda rutin kahvaltımıza ek olarak kavurma vardı. Başlangıcı her zaman kulak çorbasıydı. Çığırtma ve fırında, için özel hazırlanıp ön pişirmesi yapılmış tek lokmalık sivrimsi biber dolmaları hep baş köşedeydi. Bazen birkaç çeşit, bazen özellikle kabaklı ve dün de kıymalı börek yine en leziz tadındaydı. Ev yapımı kayısı ve vişne reçeli yanında her zaman bayram sabahında özel bir yeri olurdu erik marmelatının. Dün bunların hepsi vardı ve hepsi Nezuş’un annemden aldığı elle, oruçlu ağzınla, tadına bakamadan en lezzetli şeklini verdiği inançlı ve keyifli gayretlerinin eseriydi. Allah herkese benzerlerini esenlikle içinde nasip etsin. Binlerce şükür. Gerçekten de daha ne ister insan ?

Gün bayram günü; yazımın başlığı “Ustaların Karması” ve bu demektir sizce ? Güzel bir kavram oluşturup bunu ticari markaya (!) çevirmişler. Yakıştırmayı sevdim. Oğlullarım da bu ismin vaat ettiklerini sevdiler. Dün akşam üzeri Seyir Tepelerinde salıncaktan inip duvarın üzerine oturup vakt-i keraat (İlkay’a göre “kerahat”) gelince var olan “Yeni Seri” yetmedi; kesmedi. Telefonlar başladı. Bulundu. Getirildi. Grup vakti üç neslin (CX, CY ve CZ) altı erkeği olarak vakit gece yarısına ulaşıncaya dek keyifli anlar yaşadık; anıları tazeledik ve CZ ikilisine (BE) ana mesajların aktarılması için “carpe diem”i bulunmaz bir nimet olarak gördük. Bunlar parayla pulla değil; niyet ve zihniyetle şekillenen beraberliklerin gücünü oluşturan, ortak belleği zenginleştiren bulunmaz fırsatlar. Yarın bir yanda Tacikistan yolculuğu, diğer yanda Mestleşmenin operasyonları ve öte yanda da Netleşirken Kafa Topuyla yurt dışına açılımlar ve özellikle rüzgarlı havalarda Yunt Dağında dönen kanatların yarattığı yürek burukluklarıyla geçen günler yine bizi bizden çalan zaman hırsızlarıyla cenk veriyor olacağız. Bunlar da yaşamın cilveleri ve gök kuşağının tayfları ve beyaz görünene aldanmamak gerek. Bütünü oluşturan parçalara bakarken, bütünün beyazlığını korurken (Gelstalt) bizi bir ve biz yapan değerleri hep akılda tutarak akla ziyan şeylerin girmesine olanak vermemek gerek. Binlerce şükür ki biz bunu iyi yapıyoruz ve beraberliğin gücüyle 7/24, her zaman ve mekanda, elimizi uzatıp da tutabildiğimiz her olguda (Torbalı, Bergama, Ankara, Duşanbe) bunun hazzını (smell of success) hissediyoruz. Ne diyor şarkıda “dualar eder insan…, çok şükür, bin şükür…Never be alone, wecan be together, we can be forever…” Eren bana sitem etmiş. Haklı. İnsan en büyük hatasını en iyi bildiği konuda yaparmış. Rahmetli Prof.Randy Pausch ne demişti ? İkinci adımda yapmaya çalıştıklarım işe yaradı mı ? Bekleyip görelim. Hoşgörüle…

Yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü