Yaşam Büfesinde “Yol Türküsü”

“…Üç artiz (şarkıcı) çöldeki yolda uzunca bir süre yolculuk yaparlar. Alçak gönüllü bir biçimde herkesin kendi çadırı, kendi aracı vardır ve herkes kendin önlemini alır. Şu üç yolcuya birer isim verelim: Keko, Feto ve Reto. Bay Keko fena bir baritondur. Sesi dayanılmazdır ve de her gece şarkı söylemektedir. İkisi de soprano olan Feto ve Reto birbirlerinden habersiz Keko’yu öldürmeye karar verirler. Zehirci Feto, gece yarısında Keko’nun çadırına girer ve Keko’nun matarasındaki suya zehir katar. Bundan habersiz olan delici, sızdırıcı Reto da sabaha karşı Keko’nun çadırına girip Keko’nun matarasını deler ve çölde susuz kalıp susuzluktan ölmesini ister.  Ertesi gün Feto ve Reto erkenden yola çıkarlar. Çölde dayanılmaz bir sıcak vardır ve Bay Keko’nun dayanılmaz sesi çıldırtıcıdır. Yalnız kalan Keko matarasında su bulunmadığı görür ve berbat sesiyle şarkı söylerken susuzluktan ölür. Çöl polisi gelir ve ölümü çözmeye çalışır. Polis çıkmaz sokaklarda çabalayadursun sizce kim katildir ?…”

Netsgillerle Güz Sohbeti 01: Başarının Sırrı

Merhaba

Çeşme’de hava birden soğudu. Dostlar İzmir’e döndü. Yalnızlığımız artarken veda ziyaretine gelenlerle günümüz daha bir hareketlendi. Camlı bölmenin de keyfi geldi. Aynı zamanda çatının da. Bu da benim desktopla montaj yapmamı kolaylaştırdı. Elimdekilere baktım. Palmiye Park (Serdar Beyle) ın “Massa”sındaki sohbetin kayıtlarına daldım. Onlardan bir başlangıç görseli hazırladım. Tam buna göre bir yazı şekillenirken kafamda “Netsgiller”le yaptığım “Güz Sohbeti” kayıtları algımdaki “önem ve öncelik”te başa geçiverdi. Peki yaşam böyleyken ne oldu da “33Felsefi Bilmece” den biri  olan yukarıdaki paradoksiyal öykü yazıma giriş konusu oldu (Peter Cave’in kitabında Etik/Yasa Bölümü > http://www.babil.com/kisi/peter-cave) ?

Keko’yu ülkem olarak düşündüm. Tüm dostlarını düşman kılmış, hırlısı, hırsızı birbirine karışmış, sesi berbat çıkan bir şarkıcı durumundaydı. Kimse sesine dayanmıyordu. Halbuki o soyulurken çıkardığı can çekişme sesiydi; hırlıyordu (tıpkı iki Kangalın Cango’yu boğazlarken çıkan ses gibi). Gidişatın kötülüğünü, soygunun akıl almaz boyutunu gösteren 1725 sokak macerasında Feto ve Reto birbirinden habersiz Kekoyu tümden öldürmeye karar verirler. Bunlar da bizim artizlerimiz. İlk adımların ardından 1507 stadında şov başladığında, bunca canın yiteceğini biliyorlar mıydı ? Şimdi katil kim ? Zehirci Feto mu ? Sızdırıcı Reto mu ? Keko neden ölüyor ? Zehirden mi, yoksa susuzluktan mı ? Bay Cave tam bir paradox öyküleri ustası. Bu öyküye de “Çöl Şarkısı” ismini vermiş; ben de “Yol Türküsü” demek istedim. Neden yol ?

Hepimiz yoldayız; her zaman yoldayız ve yollar hiç bitmiyor, bitmeyecek. Yunt kanatlarının olmayan yolları, deneyim ve sabır yolu hâlâ engebeli. Bizi bir yerlere çıkaracak ama doğru yoldaki ısrarımız işimizi gittikçe zorlaştırıyor. Netsgillerle dört yıldır buluştuğum öğrenme yolculuğunu yolları hep aydınlık istese de eskilerin deyimiyle “inkitalar (kesintiler)” etkinliğin etkililiğini azaltıyor. Serdar beyle ilk adımı atılan “ustalık yolculuğu” yolları ise hâla “ummak ve bulmak” belirsizliği içinde geleceğe doğru flu bir şekilde uzanıyor. Bana göre (yetmişini aşmış ve yaşam gölünün karşı kıyısına atılan kulaçları keyifli) Yunt kanatlarının işe yaraması için biraz daha sabır ve sebat (2P/ Patient & Persistent) gerekiyor. Gösterebilecek miyiz ? Bu yolun sonu selamet mi ?

Bugün Cumaydı. Camiye gitmek üzere hazırlanırken 1994 den bu yana dostlarımız içinde yerini alan sevgili Tanay’ın bize geldiğini gördüm. Bu arada faceden açılan bir pencerede sevgili DBP’un fotoğrafında küçük bir bebek gördüm. İkincisi olmuş ve benim haberim yok. Ne zaman koptu iletişimiz ? Demek ki dün gece rüyamda DPB’i görmüş olmamın bir esbab-ı mucibesi varmış. O da bu günün renklerine gizlenmiş. Bir ileti yazdım. Beklediğimi aşan yanıtında bir zamanlar Prof.M.Yunus örneğinde ortak duyguları paylaşırken keyif aldığım aynı hazzı hissettim. Özlemişim. Dedim ya bugün sezon biterken sanal ve somut ziyaretçilerimizle yaşam ve yol daha bir renklendi (Nezuş’un iki hanım arkadaşı ve İstanbul’lu Nil hanımdan sonra Sevgili Tanay). Onlar dertleşirken ben de Cumaya yöneldim. Okullar açılıyor ya hocanın (daha doğrusu ülkenin tümünde dinî otoritenin) hutbesinin ana mesajı “Aile, Okul ve Cami” ve renkleri de “Bilim (pozitif ilimler)” yanında “İlim (onlara göre dinî)” idi. İşi iyi biliyorlar. Böylece Keko hırıltılı seslerle can çekişirken, dört bir yandan çekiştirip kopardığını kâr sayan Feto ve Retogillerin görüntüsü tıpkı “Çöl Şarkısı”ndaki gibi “masumiyet” sergiliyor. Eğriyi doğruyu nasıl ayırt edicez ?

“Nice turfa müneccim gökte yıldır ararken önündeki çukuru görmezmiş”. Buna inanıyorsan boşver yıldızları da önüne bak; Serdar’a bak; Netsgillere bak, bırak Feto ve Retogilleri. Yola bakmalıyım. Bu durumda “Massa’da Sohbet” kaydımın görselini erteleyip Netsgillerle 9 Eylülde yaptığım “Güz Sohbeti”nin ilk mesajlarını paylaşmalıyım. Görselde görüleceği gibi yola çıkarken, yolda ve soluklanırken kendini sorgulamalısın. Dikkat ederseniz “yolun sonu” yok; ömür biter yol bitmez. Sadece soluklanma anları vardır. Bu nefeslenme anları “Es Zamanları” kendini sorgulaman için birer fırsattır. Bu sorgulama ile “better is not sufficiently good” diye düşünerek “daha ve daha” diye yolda gelişmeye, değişmeye ve dönüşmeye devam etmelisin. Detaylarını ekteki görselde görebilirsiniz. Yolda bizi bekleyenler nelerdir ?

Belki de bu düşünce penceresinde “Yolda Şirket ve İnsan” konulu bir destekleyici konuşma yapabilirim HAGEM (Havagazı Gençlik Merkezi) de 18 Ekim günü. Ana mesajları da, “neden öğrenmek ve ustalaşmak için bunca gayret bu engebeli yollarda ?” sorusuna yanıt bulmayı da kapsamına alır. Şöyle ki;

* Yolda (Yaşam Büfesinde) sıraya girmek > SSTC > Bilmek yapabilmektir.

* Yolda (Yaşam Büfesinde) sırada kalmak > SSWS > Acta no verba (EDA).

* Yolda (Yaşam Büfesinde) öne geçmek > LCWS > “4L”

Sözün özü; Dr.Maslow’un dediği gibi “Yaşamda hergün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz”. Aydınlık yollarda nice öğrenme yolculuklarıyla keyifli ustalıklar diliyorum.

Öykücü

NOT: Bar Cave’in “Çöl Şarkısı”ndaki paradoksu yaratan aslında “komplo eksikliği” dir. Eğer bizim yerli sopranolar (aynı sesi çıkaran, aynı tandansta, aynı menzile yürüyen) birlikte hareket etselerdi (bereket etmediler yoksa Kekonun hali perişandı; bizi baş sopranolarından olan Hamit oğlu Abdülleri bile kurtaramazdı; Atatürk’ümüzün kemikleri sızlarken). Ortada bir cinayet var. Keko öldü (ölüyor). Ortada katil yok. Şimdi ikisi de cinayetten suçlu sayılmıyorlar. Birlikte yaptıklarına bakınca Keko ölüyor ve amaçlarına ulaşıyorlar. Onlar suçlular ama suçlu sayılmıyorlar. Çünkü Keko zehirli suyu içmedi; zehirli sudan dolayı ölmedi. Bu nedenle Feto suçlu değil. Reto matarayı delerek zehirli suyu boşalttığı için Kekonun zehirden dolayı ölmesini önledi. Tam bir açmaz. İkisi de suçlu, ikisi de masum. Olan Kekoya oluyor. Sap ve saman birbirine karışıyor… Odadaki masa ve sandalyeleri saymak kolaydır; ama hareketleri ve etmenleri saymada eşyalar ve olaylar bazen bölünür bazen de birleşir…