Yaşam Büfesinde “Mütemmim Cüz”

“…Bir gün bir çiftçiyle oğlu çiftlikte günlük işlerini yaparken sahipsiz bir at çıkagelmiş. Adam atın üstünde herhangi bir damga görmemiş. Atı önlerine katmışlar. Onlar da kendi atlarıyla atı takip etmeye başlamışlar. At çiftlik çıkışında bir yola sapmış ve bir süre gitmiş. Sonra yandaki gölü görmüş ve su içmek için yoldan çıkmış. Su içmeyi bitirince çiftçi atı yine yola çıkarmış. Bir süre daha gittikten sonra bu sefer atın karnı acıkmış ve çimenlik bir yere girmiş. Karnı doyunca çiftçi yine onu yola çıkarmış. Bu şekilde at birkaç kez yoldan çıkmış. Her seferinde çiftçi yine onu yola çıkarmış. Sonunda akşam üzeri bir çiftliğe gelmişler. Çiftliğin sahibi yanlarına gelmiş ve şaşkınlıkla: “Bu benim atım. İnanamıyorum. Peki bu atın bana ait olduğunu nasıl anladınız; beni nasıl buldunuz ?” Atı getiren adam atın sahibine şöyle demiş: “Ben bulmadım. At kendisi buldu. Benim tek yaptığım onu yolunda tutmaktı”…”

Karşıyaka, 27.09.2016

Merhaba

Evet öyküdeki atta ve asıl önemlisi gözümüzün önünde hızla büyüyüp gelişen çocuklarımızda, doğruyu bulmak için gerekli potansiyel değer var; DNAlarına kazındı, doğuştan var; siz bilerek veya bilmeyerek, model olarak, yaptıklarınızla öğrettiğiniz yolu. Bu nedenle size düşen görev, sabır ve sebatla (2P); kararlı, disiplinli ve adanarak (3D) ve asıl önemlisi Akılla, Yürekle, Emekle ve Sağlıkla (4H) yapacağınız söz ve eylemlerle onları sadece yolda tutmaktır. Yolda kalmalarına yardımcı olmaktır. Daha fazlası değil.

Ben bu kısa öyküyü ilk duyduğumda EBSO’nun çatısında soğuk bir Şubat Cumartesi günüydü ve ben yirmiyi aşkın kişiden biriydim (2005 ). Yeni bir öğrenme yolculuğuna gönüllü olmuştum. İki becerikli genç ve güzel (Gamze ve Zeynep) hanım “Kolaylaştırıcı Koçluk”un ip uçlarını vererek yarım güne sığdırdıkları bir demo yapıyorlardı. İkisini de çok sevmiştim. Daha sonra  Zeynep’le (ve Bayan Janet’le) Çanakkale ve Antalya’da üçer günlük “Kolaylaştırıcı Koçluk Öğrenme Yolculukları” gerçekleştirdik (2007). Çok keyif aldık. Bu öyküyü birkaç kez yazdığımda azıcık modifiye edip hep “Milton Erikson’ın Beygiri” olarak tanımladım. Çünkü öyküyü anlatanlar hem Milton beyin öğretilerinin tezgahından geçmişlerdi ve hem de öykülendirirken kaynağına saygılıydılar. Neden şimdi yine bu öykü ?

Şöyle bir silkinmek istedim. Baktım ki uzunca süredir ülkemin içindeki zorlukların, yorgunlukların kıskacında sürekli olarak olumsuza odaklanıyorum. Hani SSTC nin temeliydi “Pick-up positives, ignore negatives > Olumsuzu duymazdan/görmezden gel olumluyu yakala ve kullan”. O halde ! İşte pek öyle olmuyor; öylesine kanımıza işliyor ki FEKO’ların, REKO’ların, KEKO’ların DEVO’ların pinokyolukları ve kuklalıkları televizyonları kapatsam da ruhuma girip karabasan gibi oturuyorlar. İlk ikisine baksam FERE’nin aynı menzile kolkola gidişlerinden, üçlesem KEDER’in aynı oyunun piyonu oluşlarından; DEREKESE leri okeye dörtlü yapsam ıskatayı birbirlerine vurmalarından; hepsini aynı kefeye koyup da FEDEREKESE beşi bir yerdeyle ülkeyi bölüp de babaların keselerini doldurmalarından fıttırmak üzere olduğumu anlıyorum ve vaz geçiyorum. Sıyrılmak ve silkinmek istiyorum. Olumlu bir şey bulmak ve tutunmak istiyorum. Bereket sevgili İrem’in onuncu yaş günü için Çatıdan inip Karşıyaka’ya gidiyoruz. Filmde de 2007 den düne kadar bulabildiğim kayıtlarda göreceğiniz gibi ne zaman bu kadar büyüdüler ? Onların hızına akılla ve yürekle yetişebilecek miyiz ? Yazımın başlığındaki Arapça mı desem, eski Türkçe mi yoksa Osmanlıca mı “Mütemmim Cüz” ne ola ki ?

Bu sözcükle, kavramla ilk kez 1967 yılında fakülte son sınıf öncesinde Menemen Deneme ve Üretme Çiftliğindeki stajım sırasında tanıştım. Araya bir yere laf olsun, torba dolsun diye “Zirai Hukuk” dersi sıkıştırmışlardı. Onu da çiftlikte veriyorlardı. Ne verenin heyecanı ne de alanın hevesi vardı. İki şey kalmıştı aklımda. İlki komşunun bahçesinden senin bahçene sarkan meyve ağacının meyveleri senindir. Helalinden koparıp yiyebilirsin. İkincisi de unutmayın bazı şeyler bütünü tamamlayan önemli parçalardır; çoğu da teferruattır; gereksiz dolgu maddeleridir. İşte bütünü tamamlayan, olmazsa olmaz denen, önemli parçalara “mütemmiz cüz / tamamlayan parça” denir. Elli yıl önce verilen örneklerden olan arabanın stepnesi ile krikosu ve iç tavan aynası mütemmim cüz iken; radyosu ve dış yan aynalar teferruattır. Bu nedenle hemen hergün radyonun antenini kırardı mahallenin çocukları ve dış aynalar da fabrikadan çıkışta araca takılmaz, sonradan monte edilirdi. Onları da kırardı çocuklar. Hele hele emniyet kemeri diye bir nesne nedir bilmezdik benim 1968 Anadol’umun yaşadığı yıllarda. Peki yaşamımızda mütemmim cüz olan neler vardır özellikle çocuklar büyüyüp gelişirken onları doğru yolu gösterebilmek adına ?

İşte bu soruya yanıt bulabilmek için yazdım Milton Beyin beygirini. Bunu daha iyi anlayabilmek için de Dr.Blanchard’ın “Situational Leadership” diyagramındaki dört temel durumla ast/üst; çocuk/ebeveyn uyumuna bakmak gerek. At nereye gideceğini biliyordu. Yola ait bilgi beynine kazınmıştı. Sadece onu yoldan çıkaran ihtiyaçlar (yemek, içmek) arzular ve hevesler oluyordu. İzin ver gidersin ve yeniden yola çıkarmak için de gözün üzerinde olsun. Bugün çocuklarımız (torunlarım) evde sanal ortamda “sokak çocukluğundan uzak”lar diye zaman zaman hayıflanırken aynı zamanda şükrediyorum da. Çünkü zaman (ortam ve mekan) gerçekten kötü; hem de “iyi gibi görünen kötü” ki mabadı korumak her zamankinden çok daha zor. Üstelik ebeveynlerin de ya zamanları yok (onların da sanal ortamları çok güçlü- hani bir banka reklamı vardı otuz yıl önce “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız”) ya da önem ve öncelikleri çok farklı. Bu nedenle “ehven-i şer” diyerek sanal ortam yolculuklarına bazen hayırlı olarak bakıyoruz. Bu düşüncelerin ikileminde sevgili İrem’in hızla girdiği onlu yaşlarda ve ilk “teenage” sayılacak olan onüçe varmadan hızlanan süreçte mutlaka göz önünde serbest olmasına özen göstermek şart. Unutmayın ki, çocuklarımız, torunlarımız ve dostlarımız bizim yaşamımızın mütemmim cüzleridir; renkleridir. Ne güzel o reklam sloganı: Hayattan rengi alın geri neyi kalır ki ? Allah tüm sevdiklerimizi korusun.

Biz (MNC) üç çocuk ve üçü de oğul, erkek çocuk sahibi olmamıza rağmen ve de yetmişli/seksenli (Ümit ve Eray) ve hatta doksanlı (Kerem) yıllarda az mı uykusuz geceler geçirdik. Hele hele Nezuş. Ben CINOS’luyken ve özellikle de ilk iki evrede özel sektörde rüştümü kanıtlamaya çalışırken hep uzaklardaydım ve Nezuş kadın haliyle Alsancak-Dalyan’da bir köşeden çaktırmadan izlerken, büyük oğlumuzun arkadaş çevresinin olası bizi aşan ilişkilerini engellemeye çalışması çok büyük bir çabanın, gayretin, inancın sonucuydu. Bugün böylesi serbest bir ortamda, sosyal medyanın kışkırtmalarında, sapla samanın birbirine karıştığı, zaman ve mekanın sınırlarının yok olduğu ortamda çocukları sıkamazsın, fanusa kapatamazsın, yakınlarında görünemezsin ama mutlaka gözetiminde olmalısın. Evet çocuklarımızı kollarından tutmayacağız ama yolda tutmak için gerekeni yapacağız; yapmalıyız; yapmak zorundayız. Şimdi işimiz daha zor. Bu zorluğu “3D” ile “2P” ile ve asıl önemlisi “4H (Head/Akıl > Hearth/Yürek > Hand/Emek > Health/Sağlık)” ile aşanlar “Smell Of Success (SOS) > Başarının Hazzı” nı ve bunun gururunu ömür boyu keyifle, mutlulukla yaşayacaklardır. Yapabilene ne mutlu ! Yapabiliriz. Yeter ki…

Yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü