“…Baba zengin olunca öl(dürü)len polis bile olsa Rüzgarlı oğul yeterince cezalandırılmıyor ve yürekler sızlıyor. Araya para giriyor ve acılar sineye çekiliyor. Bekara karı boşamak kolay; uzaktan bakınca yadırgıyorsun. Çeşme’nin sokaklarında da genç-yaşlı Suriyeli artıyor. Dileniyorlar. Yardım etsem içim isyan ediyor ve bana “Benim Memedim orada onlar için savaşırken bunlar burada...” yargısı baskın çıkıyor; görmezden geçip gidiyorum yine yüreğim sızlıyor. Evden çıkmasam daha iyi…Emile Durkheim ne demiş ? “Kültürel değerler yeterliyse, kanunlar gereksizdir. Değerler yetersizse, kanunlar zaten uygulanmaz“.Bizde neler oluyor ?…”
Anılarla Yolculuk; Üçüncü Adam’dan Mesaj ve İsviçre Güzellikleri
Merhaba
Bir düzine gün sonra HAGEM’de Sevgili Utku ile ikinci beraberliğim olacak. Konu “Özgüven” olacakmış. Baba ve oğul Covey’lerin çatıdaki birkaç kitabına bu paradigma ile baktım. Oğul Covey’in “Güven Hızı” isimli kitabına bakarken basındaki baba-oğulun varlıklarıyla değerleri zorlamalarına takıldı gözüm. Yadırgadım mı ? Hayır. Ölen polisin eşini yadırgadım mı ? Hayır. Öyle bir ortamdayız ki çemberin içinde miyiz; dışında mı ? aklım karışık…Nasıl karışmasın ki ! Kimin kime güveni kaldı ki ! Koca koca adamlar ağırlıklarından yitirdikleri -26 gramla yalan söylemekten utanmıyorlar. İmam böyle yaparsa cemaati neden yadırgayayım ki ! Güven, Özgüven ve Guguklu Saat ne alaka ?
Bir önceki yazımda 1949 yapımı “Üçüncü Adam” filminden söz etmiştim. Filmi buldum. Sözünü ettiğim sahneyi “Anılarla Yolculuk” hazırlığımın içine monte ettim. Bu yazıma ekliyorum. Bütünleşik bir mesaj veremezsem bile bu görseli lütfen “sünnetçinin vitrinindeki çalar saate benzetmeyin”; bu bir “Guguklu Saat” öyküsüdür. Ellili yılların öncesinde teröre teslim İtalya ile 500 yıldır huzur içindeki İsviçre’yi karşılaştıran mafya bozuntusu OW’in alaycı sözlerini buraya almakla birlikte onaylamıyorum. Bilakis tam tersini düşündüğüm için montajımın aralarına İsviçre güzelliklerini serpiştiriyorum. Singapur (1993) dan Brezilya’ya (2005) uzanan seyahatlerimin hem başlangıcında (1986) hem de odağında hep İsviçre oldu. Hatta 2000 yılında by pass’dan hemen sonra Nezuş’la birlikte ilk gittiğimiz yer de İsviçre idi. Bu seyahate “şükür gezisi” demiştim. Ben İsviçre’yi çok sevdim. İlk göz ağrımdı (1986). İsviçre odağında “Yaşam Büfemi” ya da “Yaşam Gölünde” attığım kulaçları 60lı yılların siyah-beyaz karelerinden 70 lerin yapı taşlarıyla 2016 a getiren yolların aydınlıklarına kimi fotoğraflarımızı koyup “Guguklu Saat” yazıma bir çerçeve çizmeye çalıştım. Bu çerçevenin içinde neler var ?
Bu sorunun yanıtından önce küçük bir öykü ile “Güven” kavramını vurgulamaya çalışayım. Daha önce yazmış olabilirim; hoşgörüle.
“…Pers Kralı III. Darius, Makedonya Kralı Büyük İskender’i öldürecek olan kişiye 1000 talent (MC: İlginç ! Demek ki “talent” bir para birimiymiş. Ben bu sözcüğü ilk kez “Talent Management” olarak kurumlarda “Yıldız oyuncuları seçmek, geliştirip otobüste uygun yerlere oturtmak” demek olduğunu 2005 lerdeki F2 çalışmalarının ardılı diye öğrenip, bellemiştim) vaat etmişti. Bu arada İskender zatürreye yakalanmış ölmek üzereydi. Doktorlar onu tedavi etmekten çekiniyorlardı; çünkü iyileşme umudu yoktu ve eğer tedavi sırasında ölürse Darius’un rüşvetini kabul ederek İskender’i zehirledikleri düşünülecekti. Fakat İskender’i çocukluğundan beri tedavi eden Filip isimli doktor hem kendi tedavi yöntemine ve hem de İskender’in dostluğuna inanarak tedaviye gönüllü olmuştu. Tarihçi H.A.Guerber olayı şöyle anlatır: … İskender’in ateşi çok yükselince, Filip hazırlayacağı yeni bir ilaçla kralı kurtarmayı ümit ettiğini söyledi. Filip ilacı hazırlamak için odadan çıkar çıkmaz, İskender’e bir mektup geldi. Mektupda doktoruna dikkat etmesi gerektiği, Darius’un ona kendisini zehirlemesi için rüşvet verdiği yazılıydı. İskender mektubu okuduktan sonra yastığının altına koydu ve sukunetle doktorun gelmesini bekledi. Filip içinde ilacın bulunduğu bardağı getirdiğinde İskender bir eliyle onu tutup, diğer eliyle de mektubu doktora uzattı. Filip mektubu okurken İskender ilacı son damlasına kadar içti. Doktor kendisine yöneltilen suçlamayı görünce bembeyaz kesildi ve efendisine baktı. Kral o esnada boş bardağı doktora uzatıyordu. İskender hekim dostuna büyük bir güven duyuyordu. İlaç işe yaradı; İskender iyileşti…”
Benzerini 2005 yılında Rio’da adını şimdi anımsıyamadığım ünlü tepede belini bağladığı ipi sevgilisine teslim ederek yalçın kayalıklardan aşağıya inmeye çalışan yakışıklı genç adamı görünce yaşamıştım. Elimde kamera ile arkadaşlarıma sordum: “Siz kimin ipiyle kuyuya inersiniz ?” Yanıtlar ilginçti. Bir yıl önce de Mısır’daki sunumum için elimde kamera tüm fabrikayı dolaşmış ve herkese şu soruyu somuştum: “Güven nedir ve nasıl kazanılır ?”. Bu soruya aldığım özgün yanıtları “Cesur Adamlar” isimli filmime giriş konusu yapmıştım (AIDA’nın ilk “A”sı: Attention için). İskender doktor Filip’e güveniyordu da doktor bu güven için nasıl bir “Özgüven” sergiliyordu ? Bu sorunun doğru yanıtı ne olabilir ?
“Herkesin hayatında iç ateşinin söndüğü anlar olur. Sonra başka bir insanla karşılaşmak o ateşi tekrar alevlendirir. Hepimiz iç ateşimizi yeniden tutuşturan kişilere şükran duyarız”. Bu sözler de Albert Schweitzer’a aittir. Güveni yaratabiliriz. Geliştirebiliriz. Genişletebiliriz. Geri kazanabiliriz. Hem birey hem de kurum olarak inanılır olabiliriz. Güven aşılayacak şekilde davranabiliriz. Bunun için “Güvenin 5 Dalgası”nı bilmeli ve gereğini yapmalıyız. Bu dalgalar içten dışa doğru gelişirler; tıpkı suya atılan taşın yarattığı halkalar gibi. İlk dalga “Özgüven”dir ve güven yaratmak için birey önce kendinden başlamalıdır. Özgüven için oğul Covey’in sözünü ettiği “4Öz” nedir ? Yanıtlar ve biraz daha fazla bilgi inşallah bir sonraki yazımda…
Aydınlık yollarda iyi yolculuklar ve özgüven için karakter ve yetkinlik bütünlükleri diliyorum.
Öykücü