“…Bir sirkte çalışan ve insanları kahkahalara boğan bir maymun her akşam eve yorgun argın bir şekilde gelirmiş ve evde hiç gülmezmiş. Dişi maymun onu tatlı dille, güler yüzle karşılarmış. Dişi maymun kocasının bu suratına daha fazla dayanammış ve sitem ederek sormuş: “Eve geliyorsun yüzünden düşen bin parça. Halbuki sen dışarıda yüzlerce kişiyi güldürüyorsun. Etrafa neşe saçıyorsun. Ne olur sanki bir de akşamlara bana bir güler yüz göstersen ?“. Maymun hiç istifini bozmadan şöyle söylemiş: “Kusura bakma ben eve iş getirmem”…”
Merhaba
Ben hep eve iş götürdüm (bu fiil bile tek başına”iş yerinden bakışı” anlatıyor ki; doğrusu “eve iş getirdim” olmalı ki bu tercih benim iş odaklı olduğumu tescil ediyor. Bereket ki Nezuş’un hem genetik hasletleri hem de rahmetli annemden alıp da beceriye dönüştürdüğü yetkinlikleri benim bu açığımı her zaman kapattı). Bazen de ev(dekiler)i işe götürdüm. “Talent Mgm./Yıldız Oyuncuların Seçimi ve Geliştirilmesi” çerçevesinde onaltı (!) kriter vardı ve bunlardan birisi de “İş/Özel Yaşam Dengesi”ni sağlayabilme becerisi idi. Ben bu dengeyi 2009 a kadar kuramadım. Yedi yıl önce “MAS”laştığımda (Mustafa Artık Serbest) danışmanlık için talep üzerine bir görüşme yaparken “çok parası olanın çok paraya ihiyacı oluyor; çok param yok, çok paraya da ihtiyacım yok. Para için hiçbir işinizi yapmam ama yaptığım işin parasını alırım” derken 40 yıl sonra (1970-2009) özel yaşam, aile beraberliği dengesini birinci sıraya yerleştirebiliyordum. Tersi için kırk yıla katlanmak dile kolay. Sadece benim için mi daha çok ailem için zor yıllardı. Zordu ama; neler kazandırdı; neler öğretti; nasıl ustalaştırdı ?
Yazımın girişindeki kısa fıkranın çağrıştırdığı öyle çok şey var ki ! İlki 19 Eylül 1965 sonrası çok kardeşli Avrupai yaşamlı, neşesi bol bir evden, babaerkil, tek çocuklu ve “Günaydın” ile “İyi geceler” arasında sessiz bir ortama “L2/Love/Sevmek” uğruna gönül rızasıyla giren Nezuş’un “Copculaşmak Serüveni”ni ve ebeveynlerle birlikte geçen on(ca) yılın öğretileri (L3/Learn/Öğrenmek) zihnimden yüzüme hafif bir gülümseme ile düşüyor. Ne günlerdi ? Gerçek bir sabır sınavıydı. Ve ben eve hep iş getiriyordum. İşim de ders çalışmaktı. Fakülte ikinci sınıfta evlenince (19.09.1965) tek çare vardı; çalışmak ve daha çok çalışmak ve bir yıl sonra ayağımda Ümit’i sallarken de yaptığım ders çalışmaktı. Kolay mıydı ? Kerem’in dediği gibi “emeksiz yemek olmuyordu“. Bugün elli yıla (1966-2016) sığdırdığımız onca emekle hangi yemekleri kazandığımızı düşününce binlerce şükür. Daha ne ister insan ?
Fıkranın bir diğer dikkat çekici kısmı analojik olarak seçilmiş olan sembolun maymun olmasıydı. Kurbağa (Yeni Bir Göl Arayan Ping veya Çukurdan Çıkamayan Fredy), Penguen (Buzdağımız Eriyor), Fare (Peynirimi Kim Çaldı) ve hatta Tilki ile Kirpi ( Good to Great) mesaj vermede çok kullanılıyorsa da maymun belki de Sapiensleşmeden önce evrim yolculuğunun ilk adımlarında rol modelimizdi. Evdeki dişi maymunun beklentisi de her evin öncelikli konusu değil mi ? Bu sabah yürüyüşünde telefonum çaldı. Arayan Nâzım abiydi. Bize gelmişler. Adayı yarılamıştık. Hemen seğirtip eve geldik. Sevgili Ekmel’le birlikte sadece bir kahve içimi oturdular. Eskilerin deyişiyle “ateş almaya gelmişler“. Onları görünce sevindik. Birlikte kahvaltı ederiz diye çayı fazlaca demledim. Türk kahvesinde karar kıldılar. Kahve de benim işim evimizde. Kısa beraberlikte Çeşme’de güz sakinliğinde (yalnızlığında) nasıl kalabildiğimizdi sohbet konumuz. Açıklamalarımız onlara “exceptional/istisnaî” gelse de bana bir kez daha “4Y (23.00-11.00)” çerçevemi açıklama (ve mesaj iletme, etkileme) olanağı verdi. Bizim (MNC > Musto Dede & Nezuş) günümüz iki ana bölümden oluşuyor. Bunun ilk bölümü 23.00-11.00 arası olan “4Y:Keyif Bölümü”. Bu değişmiyor; değişmesin istiyoruz; değişmemesi için dış güçlere (!) karşı “Mutual Obligation / Gönüllü Mecburiyet” sergiliyoruz. Şaka bir yana; hiç kimse de değişsin diye bize baskı yapacak bir gayret içinde değil. Bu değişmez “4Y” için sürekli saygı görüyoruz. Bu da işimizi kolaylaştırıyor. Bu bölüm için cep telefonumdan çekilmiş fotolarla laptopun belleğinden bulduğum kareleri kullanıp bir seri slayt yapıp montaj filmimi yapılandırıyorum. Açıklamaları daha sonra yapıcam. Şimdi Nezuş geliyor ve yeşil çay saati (17.00); ara veriyorum. Çatıdan iniyorum…
Ve aradan bir gün geçti. Zihnimin çerçevesi dağıldı. Filmi açtım. Karelere baktım ve ilk bir dakikasından, daha doğrusu ilk slaytın uyardıklarından aşağıdaki detayları dillendirdim. Neler anlatmaya çalışıyuorum ?
Bugüne (13.10.2016) güç katmak için dünden (1966) neleri alıp yarınlara taşımak istiyorum ?
Bugün, beş gün sonrasına, HAGEM 2-Özgüven (18.10.2016) için hazırlık yaparken (zihnimde omurga ve çerçeve oluştururken) HAGEM 1 (10.05.2016)deki konuşmamın ana mesajını filmin girişine özellikle koydum: “Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Kendinizi sorgulayın”. Bundan sonra S.Covey’in “Bir iz bırakmak” filminin giriş kısmına yer verdim. Ardından da Netgillerle (Netdirekt & Netin Kurucu Ortakları) yaptığım bir Müdüriyet Komitesi görüntüsünün üstüne vermek istediğim ana mesajın figürlerini yerleştirdim. Bugün bu yazımda sadece ilk slaytın uyardıklarını dillendirmeye çalışacağım. Bakalım tek bir slayt bile beni nerelere götürecek ?
“Bir İz Bırakmak” isimli üç dakikalık öğretci filmin ilk parçasında tıpkı basında verilen haberlerin yapılandırılması gibi “4L” yi görebilirsiniz. Sırasıyla “Yaşamak (L1:Live)” ve “Sevmek (L2:Love)” ile “Öğrenmek (L3:Learn)” ve “Miras bırakmak (L4:Leave a Legacy)” dörtlüsünü ben ikişerli iki gruba ayırdım. Bu dörtlüyü ben her zaman Dr.A.Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi“ndeki öğretiye benzettim. Hatta daha da fazlasıyla çok daha iyi anlaşılır bir anlatımı olarak görüyorum. Bunlar bugün yaptığımız herhangi bir eylemde ya da aldığımız bir kararda bizi güdüleyen “Altı Satın Alma Dürtüsü“nden biri olarak yaşamımızın tam içinde, göbeğinde, odağında yer alan temel ihtiyaçlarımız. “Hayat kısa. Öyleyse…” diye başlayan fimin ilk bölümünden sonra “Hayat kısa. Öyleyse…” ne yapmalı ?
Filmin ilk slaytında “”NetsMGMPlus” yazısı küçük puntolarla altta görülüyor. Bu görüntüde “Plus” olan benim ki 2012 Temmuzundan bu yana “MOTES (Marketing Technical Sales Operational Excellence)” çerçevesinde güncel olayların uyarısında birlikte öğrenme yolculuklarına çıkıyoruz. Bu fotoğrafta ise iki sene öncesine ait bir “Müdüriyet Komitesi” görüntüsü var. Fotoğrafın örüntüsü çok güzel, çok anlamlı. Kişilerin otobüsteki yerleri (Good to Great: Otobüs Metaforu), kişilerin konumları ve duruşları (Rapport Building); Laptoplar ya da kağıtlarla kalemler. Bakışlar ve etkili dinlemeyi en iyi şekilde göstermeleri. “Nets” sözcüğünü ben uydurdum ve amacım da slaytın altında logoları görülen iki ana şirketin, iki entegre (karşılıklı kazanma durumlu) kuruluşun ortak başlangıç değeri olan “Net”e dikkat çekebilmek. İki yıl öncesinden bugüne farkeden sonraki slaytların birinden kıyaslama yapabileceğiniz sevgili Kerem’in yitirdiği elli kilo. Buradan çıkacak ara mesaj: Her işin başı sağlık. Salytın üst yazısı olan “4K1966” nasıl açıklanmalı ve bu yazının çerçevesine bu açıklama nasıl oturtulmalı ?
Elli yıl önce (1966) “4K” ne demek oluyordu ?
Ziraat Mühendisi olmama (1968) daha iki yıl vardı, 1966 da ilk oğlum Ümit dünyaya geldiğinde. Bu yazım için 04.07.1966 olan sevgili Ümit’in doğum tarihini başlangıç (milad diyorlar ya işte öyle bir şey) aldım. Ülkemdeki ziraatın kamu ayağında Zirai Mücadele Müdürlükleri yeni yapılanıyordu ve yaygın olan, hakim olan “Teknik Ziraat Müdürlükleri” idi. İşte bunların bünyesinde “4K Kampları” oluşturulmaya başlanmıştı. Amerikan özentisi dış kaynakların kullanımında “4K” yı ülkeme uydurmaya çalışıyordu. Heves ve heyecan yüksekti. Aslında doğru uygulanabilse ve ellili yıllarda ABDde olduğu gibi işin “İşin Üç Boyutu (D1/Determination; D2/Discipline; D3/Dedication-Passion-Faith)” tam kurulabilseydi çok şeyler yapılabilirdi. Ne var ki yapımıza en uygun olan, ilk meyveleri mükemmel olan ve üç boyutu da tam olarak bize uygun gelişen “Köy Enstitüleri“ni harcayan ülkemde (ya da satılık egemen güçler) “4K” girişimi her benzer olyada olduğu gibi fanteziden öteye geçemedi. Hiçbir kaynağı yokken “Bozkırdaki Çekirdek” olarak gelişen o gayretlerin kanıtlarına baktıkça kahrolurum. “4H” den “4K” a yollanan dış kaynaklara yazık oldu. Şehrin kravatlı ziraatçıları deniz kenarlarındaki “4K Eğitim Kamplar”ında tatil yapmaktan (Gümüldür’deki kampta bir ara biz de kısa bir tatil yapabilmiştik özel torpil bularak) öteye gerçek ve kalıcı, bir diğer faydayı doğrucu bir üretkenliğe kavuşmadı. Daha sonra “Köy Grup Teknisyenliği” ve benzeri köye indirgenmiş yapılar da hep aynı hüsrana uğradı; köylerdeki denetimsiz, deneyimsiz, heyecansız ziraatçılar kahvede okeye dörtlü olmaktan pek fazla öteye geçemediler (birkaç tanık olduğum istisnası hariç). Öykü böyle; şimdi gelelim “4K” a. Ne demek ola ki ?
Ellili yıllarda Amerikan (ABD) tarımı “4H” kavramı ile bir atılım yaptı. Proje bazlı atılımlarda H1:Head (Akıl) > H2:Hearth (Yürekten inanç) > H3:Hand (Emekle yoğrulmuş çalışma) ve > H4: Health (Herşey sağlıkla ve sağlık için) yapıldı. Projenin, uygulamanın, sorumluluğun ve asıl önemlisi “hesap verilebilirliğin” üç boyutu da (D1: Determination/Kararlılık > D2:Dsicipline/Disiplin-İlke > D3: Dedication / Adanmışlık-İnanç) tamdı. Biz de bunu gördük (gösterdiler) ve “yaparız” dedik. Destek verdiler (FAO-Rockefeller Foundation). Çok güzel de uydurduk: K1:Kalp (Yürek) > K2:Kafa (Akıl) > K3:Kol (Emek) > K4:Kuvvet (Sağlık). Kim yaptıysa Allah için çok da güzel uydurmuş. Hadi diyelim ki kırklı yıllarda kaynak yoktu; yönetim bilgisizdi; denetim yetersizdi…Bu nedenle hem verimli olamadı hem de dedikodulara kurban gitti Köy Enstitülerimiz. Peki şimdi (altmışlı yıllarda) herşey vardı. Neden işe yarar bir sonuç üretemedik; türetemedik?
Sadi’nin çok sevdiğim bir sözü var. Ben bu sözü sağlığıan dikkat etmeyen kişi için kullanırım. Özellikle de “Deli Dana Sendromu” ile her yere saldıran, zaman sınırı tanımayan, ev/iş dengesini tutturamayan kendim için çok kullandım bu sözü (CINOS Sürecindeki 24 yıl). Sadi der ki “Canı can vererek satın almamışsın ki kıymetini bilesin”. Maymun Sadi’yi benden iyi dinliyordu ve eve iş getirmiyordu. Biz Sanayi devrimi geçirmedik; bu devrimin yıkıcı, yakıcı etkilerini yaşamadık. Hep hazıra konduk ve 100 Doların kıymetini bilmeden binlerce dolarımız oldu (rahmetli Özal dönemindeki prenslerin rüşvet değer ölçüleri ABD uzmanlarını bile çileden çıkarmıştı. Bizimkisi hakimin karşısına çıkıp da “Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk ?” diyecek kadar pervasız; el oğlu da “bin dolarlık rüşvetle yapılacak iş için yüzbin dolar verilmesini anlayamayacak kadar” avanaktı). Bu nedenle “elden gelen yele gitti“; “el penisi ile gerdeğe girenlerin mürüvveti” bu kadar oldu. Ama ben hem 1966 da hem de elli yıl sonra 2016 da hâla “4K” nın erdemine inanıyorum ve “Başarı Fomülüm”de (3Dx2P+4H=10S) orijinal şekli olan “4H” i kullanıyorum. Neden “4K” değil de “4H” i yeğliyorum ?
İlk slaytın alt sembolu olan “4Y2016” kavramı bu yazıma nasıl bir katkı sağlayabilir ?
Daha önce de yazdım. Özellikle Çeşme’de, yaz ya da güz veya bahar, günlük yaşamımızı (MNC) iki ana bölüme ayırıyorum. İlkine (23.00-11.00) “Keyif Bölümü” diyorum ve içine “4Y” sığdırıyorum. Unutmayayım diye buraya bir saplama yapayım (peki siz “Göbek Saplaması” nedir bilir misiniz ? Bazen karşıdan gelen kamyon neden Empoaska gibi yan yan üstünüze gelir ve arka tekerler ön tekerlerin izinden gitmemek için kalça kıvırıp biraz sağa veya sola kaçar ?) “Y” lerden birisi “Y3:Yemek” tir ve dün bu açıklamayı yaparken sevgili Ekmel aynen şöyle sordu:”Peki enişte günün diğer bölümünde yemek yok mu ?”. Çok güzel bir soru. Demek ki beni “Can Kulağı” ile dinliyordu ve söylediklerime değer veriyordu. Teşekkürler Ekmel. Elbette var; hem de “Fırında Göveçte Kuru Fasulye; Soma usulü tek lokmalık dolma; Çığırtma, Balık, Et, Fırında kabak, vb” pek çok yemeği bize özgün adaptasyonlar (modifikasyonlar) ile yapıyoruz. Birlikte (MNC) mutfakta zaman geçirmekten keyf alıyoruz. Ancak günün ikinci bölümü olan “Serbest Bölümde (11.00-23.00)” her türlü öneriye açık oluyoruz (birbirimize ya da çocuklarımızdan bize) ve esneğiz. Programlı olsak da heran değişime hazırız. Bu nedenle filmin slaytlarından birinde şöminenin üzerinde pişirdiğimiz levrek yanında Fethi’nin Ada Balık Restoranındaki görüntümüz var. Mesajı da “Fark etmez. Biz balığa balık deriz ve her koşulda yeriz” dir. Bu arada Kasırga ortalığı kavururken ve sevgili Cihan Florida’daki Şükrü’müze “Güvende misiniz ?” diye sorarken yazışmalarına tanık oluyorum ve “timsah” konusunu görüyorum. Hani bir yerde geçiyordu: “Biz kediye kedi deriz” diyordu ya işte ben de bu yaşıma kadar “Timsaha timsah” derdim ve karşıma çıkan sözcük “Alligator” da olsa “Crocodile” de olsa ben sadece “Timsah” derdim. Meğer fark varmış. Hem de Cihan, Şükrü’ nün”Kasırga gölün suyunu yükseltip de bahçeye su dolunca göldeki alligatorlar da bize gelecek” sözlerine “Size gelecek olanlar olsa olsa Crocodildir” diyerek (tersi de olabilir; önemli olan iki timsah türüne dikkat çekebilmek ve taa Türkiye’den Florida’ya doğru bilgi aktarabilmek) benim cehaletimin de yetmişbirinde törpülenmesine katkı sağlıyor. Sağol Cihan. Ben yine de “Siyammış, Vanmış” demeden “kediye kedi desem” olur mu ?
Ekmel’in sorusundan günün ikinci bölümüne geçtim ve araya da Cihan-Sam (Şükrü) Diyalogunu sıkıştırınca konu dağıldı. Toparlayayım ve bitireyim.
“Daha önce de yazdım” diye başlarsam yukarıdaki paragrafın başına döndüğümüz daha iyi anlaşılır. Günüm(üz)ün ilk bölümünde (23.00-11.00) “4YKeyif” vardır. Bu nedenle “4Y2016″ aslında “Keyifli 2016″ demektir (Herşeye rağmen ! Yunt Kanatları, Çalınan Motor, Nezih Abinin vefatı ve Cango’nun boğazlanması gibi unutamadıklarımıza karşın). Bunlar Y1:Yatmak (23.00-07.00); > Y2:Yürümek (07.30-10.00) ve Y3:Yemek (Kahvaltı/ 10.00-11.00) dir. Peki ya dördüncü Y ? O da Y4:Yazmak (23.00-11.00) tır ki yazacağım konunun omurgası ve çerçevesi ilk üç “Y” sırasında, onlarla iç içe şekillenir. Kaleme dökülmesi ve havalar serinledi ise çatının dinginliğinde yazılması ise serbest bölümün bir yerine sıkıştırılır. Dördüncü Y nin Keyif Bölümünde olduğunu anlayabilmek için SSTC Hazırlık ya da Pareto Yasası’nı anımsamak gerekir: Yazım için Keyif sürecindeki hazırlık %80 lik; kaleme dökmek ise %20 lik öneme sahiptir. Bu nedenle “Y4:Yazmak” keyif bölümündedir (Nezuş için yazmak yerine “Y4:Yüzmek” tir). Bir zamanlar da “Sabah Notları” şeklinde duvar yazıları yazıp motivasyona destek olmaya çalışırdım (özellikle kriz yıllarında). Peki bu kadar basit (aslında Türkçe basit sözcüğünü sevmiyorum. Bana İngilizcedeki “common” gibi geliyor ve “simple” ı yansıtmadığını düşünüyorum. “Sade” desem, “Sıradan” desem ya da “rutin” desem daha iyi olacak gibi. Siz böyle anlayın lütfen) “4Y” neden böylesi bir detayla yazımda yer alıyor ?
Örneğin Y1:Yatmak. Önemli olan günün rutinlerinin (!) farkına varmaktır. Hissetmektir. Keyif almaktır. Özümsemektir. Yattığında sırtın yatağa değdiğinde uykuya dalabilmenin, ağrısız sızısız rüyaları net, “Rem Uykusu” ile dinlenmektir. Dinç kalkmaktır. Gecenin bir vakti gözünü açtığında pencerenin tül perdesinden yola, denize doğru bakıp loş ışıktan keyif alıp yeniden zorlanmadan uykuya dalabilmektir. Beden dilini dinleyip ister yedide isterse sekizde kalkmaktır. Biz (MNC) birlikte yatağa gider ve birlikte yataktan çıkarız. Ben “Homeland” sevsem de Nezuş “Paramparça” seyretmek istese de ister yatak odasındaki TV den isterse salondaki TV den aynı anda “Paramparça” seyreder oluruz. Bu nedenle gün içinde de beraberliğimiz Siyam İkizleri gibidir. Eh böyle uyumlu olunca ( ya da daha doğrusu “kılınınca”) yaşam, “Yaşam Büfesinde Sırada Kalmak” zor değildir. Diğer üç “Y” için de aynıdır bakış açımız; algılarımız ve önemli olan anı yaşamak, keyif almak ve şükretmektir. Bunların hepsi bedava. Neden yapmaz ki Sapiens ?
İkinci Y2: Yürüyüş’tür. Günün dinçlik performansını belirleyen en önemli “Y”dir. Nezuş başı çeker. Her koşulda, yağmur, çamur demez, Çeşme, Malatya ayırt etmez; her yerde yürür ve beni de yürütür. Yürümekle ilgili tutkum Nezuşun zorlamasıyla benim için de alışkanlık olmuştur. Yaşadığım bir örneği paylaşayım. By pass operasyonumdan bir ay sonraydı (Mayıs 2000). Raporluydum. Ama çalışıyordum. Sadi’yi dinlemiyordum. Buldan’da bir pamuk tarlasını inceledikten sonra Pamukkale’ye geçmiştik. Bir otelde konakladık. Ertesi sabah eşoftmanlarımı giyip yürüyüşe çıktım. Bilmediğim bir mekan; tarlalara doğru yöneldim. Karşıma bir köpek çıktı. Görünüşü korkunçtu. Doktorumun tavsiyelerinden birkaçı şöyleydi: “Koşmayacaksın”. Zaten koşamıyorum ki ! Nekahat dönemindeyim. Altı kilo vermişim. Zaten halsizim. Kaçmak istesem de kaçamam. Bir diğer uyarısı da: “Heyecanlanmayacaksın”. Gel de heyecanlanma. Korkum zirve yapıyor. Yere çöktüm. Oturdum. Sadi’yi dinleyeceksin. “Canı can vererek satın almasan da…”. Bu örnekte demem o ki Y3:Yürümek bizim (MNC) temel ihtiyacımız (!). Şimdi gelelim Çeşme’deki “Sabah (Ada) Yürüyüşü”müze. Yolumuzun üstünde ya bir incir ağacı vardır (hâla var) ve sabahın serinliğinde birer bardacık koparıp yeriz. Bardacık özel bir taze incir türüdür (!), Aydın’ın kurutmalık Sarı Lop İnciri gibi değildir. Ya da bugünlerde olduğu gibi bir nar koparıp ikimiz yeriz. Bilir misiniz ben narı çok büyük bir özenle açıp yerim ve ikram ederim. Çünkü, rahmetli annem ne zaman nar yesem bana “Tek danesini bile yere düşürmezsen Cennete gidersin” derdi. Ben de her zaman yere düşürmemeye gayret ederim. Belki de bu uyarıdaki “Cennet Ödülü” aslında annemin “Nar Lekesi”ni önlemek için kullandığı bir metafordu ! Benim annem hem Nezuş’un hocasıydı hem de hepimizin sığındığı liman ve gerçek anlamda tarikat ehliydi. Cumhuriyet’ten Tercüman’a kadar gazetelerin her satırını okurdu. Biz annemin öğretisiyle hiç bir zaman güller arasındaki dikenlere kızmadık; her zaman Allah dikenler arasında gül yaratmış diye şükrettik. Böyle olmasaydı talebeyken evlenmek ve on yıl birlikte yaşamak sorunsuz olarak bugünlere “Keyif Bölümü” nü hissederek ve paylaşarak huzurlu olmak mümkün müydü ? Bugünlerde bunun benzerini kimler göze alabilir ki ?
Özetleyip bitirmeye çalışayım. Bu kez durmak bilmedi elim. Yattık, kalktık (çocukken annem dua ettirirdi yatağa giderken, uykuya dalmadan: “Yattım Allah kaldır beni…” diye başlardı dualarım); yürüdük geldik saat on oldu ve “Keyif Bölümü”nün bitmesine bir saat kaldı. Üçüncü Y3:Yemek‘tir ki burada “Kahvaltı” anlatılmak istenmektedir. Kahvaltımız özeldir; özenlidir; asıl önemlisi çok disiplinlidir. Nicel (miktar) ve nitel (çeşit) olarak sınırları nettir. Kahvaltı menüsünde ana ürün domatestir. Yazın ya Sabri Aganın Ovacık domatesi, Ya Nalan hanımın Germiyan domatesi veya Zeytinler yolu yanında aldığımız Yağcılar Köyü domatesidir soframızdaki. Kışın iseUrlalının serasındandır. Herbiri diğerinden lezizdir. Ayrıca Turgut Dedenin soğuk sıkma zeytinyağı, Emel’in öğütme el aparatı ile üstüne dökülen çörek otu, Çeşme Ev Mandıranın kaşar loru domatesin lezzetini birkaç kat artırır. Soframızda yeşillik çoktur: Acı sivri biber (bu yıl bahçemizden), Roka, Maydenoz, Nane ile Urlalıdan alınmış hıyarlar (salatalık değil esas adı, hıyardır azıcık ayıp gibi gelse de) yeşilin lezzet tonlarıdır. Peynir birer kibrit kutusu büyüklükle (benimkisi teneke, Nezuşun Bergama Tulumu); zeytin ise 4-5 er tanedir (bahçemdeki tek zeytin ağacından “Yuvarlama Usulü”yle kendi üretimimiz). Çay sınırsızdır. Et ürünleri yoktur. Yumurta masum çıktıktan sonra hafta bir taneden gün aşırı sıklığa yükselmiştir. Yumurtalı günlerde “Oh be bugün yumurta var”; yumurtasız günlerde “Oh be yarın yumurta olacak” diye sevincimiz süreklidir. Yumurtasız günlere kişi başına ikişer taze ceviz girer ki o günlerde bu cevizlere bal (Çeşme’nin özel, güvenilir, kilosu 100TL olan kekik balı) eşlik eder. Hafta sonları ev yapımı reçellerimizden (genellikle kayısı, Ümit’in Tac.lı iş arkadaşları bize kahvaltıya gelecek diye yaptığımız hazırlıklarda çeşit artırmak için mutfağımıza giren yine ev yapımı vişne, çilek ve karadut reçelleri de hazır beklemektedir) biri soframıza uğrar ki biz bu güne “Şımartma Günü” deriz. Bunca ev yapımı ya da bahçemiz ürünü olunca eskilerin sözü geldi aklıma: “Ekmek elden su gölden, ikiz bekle bu dölden“. Eh doğru söze ne denir ? Elli yıl önce 1966 da hız kazanan Copculaşma yolculuğunda 2012 de Duru’nun doğumu ile toplam “C13” olunca bu sözün doğruluğu kanıtlanmış olmuyor mu ?
Anılarımdan çıkıp gelen Peygamber Devesi
Hayret bişey ! Bugün gevezelikte durmak bilmiyorum. Bunca anlatımın için Y4:Yazmak da girmiş oldu böylece. Tam bu sırada laptopumun ekranına bir “Peygamber Devesi” kondu. Aman Allah’ım ! Çoktan beri görmüyordum. Buralarda nesli tükendi gibi geliyordu bana. Fotoğraflayabilirsem yazıma eklerim. Artık bitireyim. Ne dersiniz düne ait “4K” dan “50 Yılın Öğretisi” ile bugünün “4Y” si ile yarınların “4X” ne birşeyleri miras bırakabilecek miyim ?
Kulaklarımda çınlayan şu sözlerle bitiriyorum: “Yaşadığımız her gün hak ettiğimizin bir fazlasıdır (n+1)“. O halde…Yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.
Öykücü