“… Üçüncü turu aşamıyorum. Uykularım düzensiz. İç dünyam karmaşık. Otoriteyle çatışıyorum. Emeklilik kararı için iniş çıkış sergiliyorum. Rolleri çalıyorum. Hırçınlaşıyorum. Tercihlere takılıyorum. Tavrımı açıkca ortaya koyacağım. Hesaplaşacağım. Sessizliğim artıyor. İçimdeki fırtına öfkeye dönüşüyor. Beklentilerimin olmayışına kahroluyorum. Şimdi ben sağlıklıyken böyle olursam yarınlar için kendimden korkuyorum. Beklemedeyim ama sabrım yok; üçüncü turu aşamayınca radikal önlemlere yöneliyorum. Yaşlanıyorum. Dayanma gücüm azalıyor…Aklın karıştığı zaman niçin ölmeye hazır olduğunu kendine sor (Aranan Kadın-Cine5; 20.02.2000);.. Nemalar gelmiş. 125 milyon lirayla iki haporlör ve bir amplifikatör aldım bit pazarından. Yakında mevlut okurum ya da Zenger gibi ben de Cenger olurum. Hâla marjinal amatörüm. Ben adam olmam (07.02.2000);… Aslında bugünü sanki hiç yaşamadım. Medyatek ve kahvelerde zorunlu sigaralı ortam sonucu boğazımda geçmeyen bir gıcık ve öksürük. Vücud direncimi yitiriyorum. Nezuş Bursa’da ve bu ayrılık uzadı. EC Aydın’da kendi derdinde. Doktora gitmeliyim. (28.01.2000);.. Sigaralı ortam; anjio olacak ve inadına sigara içen NK’u anlamak mümkün değil. Boğazım şişti. Öksürüyorum. Tantum ve Gripinle idare ediyorum. Ya gripsem ve bulaşırsa diye Pınar’ın saçlarını okşayıp öpmeden ayrıldım. Nezuş orada ve aklım geride değil (21.01.2000/Bursa’dan ayrılırken)…”
By pass’larımız (MC2000 > ÜC2016) : Birinci zar şeş (6) atılmış ve ikincisini avucumuzda sallarken…
Merhaba
Bu satırları Kent’in salonunda yüzüm gülerek, sevinçle yazıyorum (31.10.2016). Ümit ayaklandı. Destek almadan yürüyebiliyor. Yarın eve çıkacak diye bekliyoruz. Bu nedenle bu yazımı bu çerçevede yazma iznini verdim kendime. Düne kadar sigaralı ciğerlerin yarattığı, yaşattığı ek sıkıntılarla benden azıcık da olsa zor geçen birkaç günden sonra şimdi çok şükür iyiyiz. Geçen hafta bugün Tacikistan dönüşünde “EKÜ Üçlüsü“yle sürpriz bir şekilde Kent’te buluşunca allak bullak olmuştuk. Çeşme’den geçici gelmiş ve evi öylesine bırakmıştık (bulaşıklar bile makinada yıkanmadan kalmıştı). Ümit’i hastaneye yatırıp, hızla Çeşme’ye bir gidip geldik. Ümit’in rahatsızlığını ve acilen yapılacakları (kesin by pass) öğrenince Çatıdan 2000 ve 1996 yılına ait ajandalarımı alıp geldim. İkibin yılının önemi benim by pass oluşum; 1996 nın önemi ise Ümit’in yaşındayken neler yaşadığımı yansıtması ve her ikisinin de ortak stres faktörü “Global Birleşmeler” (ya da iş yaşamındaki köklü değişimlerde içerde kalmak ya da dışında bırakılmak olasılıklarının gizli stres faktörü) sonrası kim öle kim kala sendromu (İlkinde NOlaşıyorduk, ikincisinde Synleşiyorduk; bu yıl da Ümit için Pak sonrası “nol’cek halim” belirsizliklerinin kıskacı). Yazımın girişindeki notlar 2000 yılının ajandasından ve by passımdan yaklaşık üç ay önce yaşadığım sıkıntıların sinyalleri ki kalple ilgili en küçük bir olasılık aklım(ız)a dahi gelmiyor. Acaba Ümit geçen birkaç ay içinde Tacikistandaki yalnızlıkta neler yaşadı da farkına vardı, önemsemedi ya da varmadı ?
Bu sorunun bugün kendisi için, yarın hatalardan ders almak ve “Strateji Tuvalinde” verdiği sözlerden caymamak için günlük notları anında alabilirse dürüstlükle verebilecektir. Çünkü geçen uzun ya da kısa zaman dilimleri hem anıları hem de algıları renklendirecek; sulandıracaktır. Başlangıçtaki renklere bakarsanız by passımdan üç dört ay öncesinde aynı çerçevede kümelenmiş sıkıntılarımı görebilirsiniz. Bugün Ümit (Copcuların Y Kuşağı) 50 yaşında by passla tanıştı. Ben (Copcuların X Kuşağı) 2000 yılında 55 yaşındayken by passlandım. Öncüllerimizden olan rahmetli annem 67 yaşında by passla buluşamadan birgünde kalp krizinden vefat etti. Peki ya sanal ortamda, abur cuburlu, hareketsiz ve bolluk felaketini (!) yaşayan Copcuların Z Kuşağı için tehlikenin boyutları nedir ve farkında mıdırlar ? Ret edemediğimiz genetik mirasımızın kümülatif etkileri onları nerede ve nasıl yakalayacak ki sakınmak için kendileri ve ebeveynleri olarak bizler neler yapıyoruz ya da asıl önemlisi kırılganlıklarımızla yapmamız gerektiği halde neleri yapmıyoruz ? Benim babam zorbaydı; üzülsem de yaptırırdı ve böylece yoldaki engellerle ustalaşmamı sağlardı. Sizce hangimiz daha akıllıydık ?
Yazımın başlığında görünen saçmalıktan bir anlam çıkarılabilir mi ?
İki farklı bakışı bir yerde buluşturmak istedim. İlki “MORBAYLES” uyduruğum ki doğru olanı “More By Less” dir. Çıkış yeri ise “Occam Usturası” dır. Latincesi “Entia non sunt multiplicanda praeter necessitatem” ya da İngilizcesi (ki uyduracağım) “Entities should not be multiplied unnecessarily” veya Türkçesiyle “Hiçbir şey gereksiz şekilde çoğaltılmamalıdır” (> n2-1 veya n-1). Ne demek istemiş İngiliz düşünür ?
Blogumda hükmedebildiğim ya da bilebildiğim yazı seçenekleri içinde “n” nin yanında görülen “2” yi üs gibi azıcık yukarıya konduramadığım için “n2” gibi görünse de asıl derdim “n kare” diyebilmektir. Buradaki “n” ise “need” den gelen “ihtiyaç/gereksinim” dir. Facebook’ta bugünlerde gurur duyarak ve de asıl önemlisi böylesi bir ortamda “Helal olsun size” diyerek izlediğim ve gerçek Atatürk’çüleri yansıtan İzmir Atatürk Lisesinde okurken (1960-63) rahmetli Kroş’tan öğrendiğim “n2-1” in açılımı olan “(n+1)(n-1)” den yola çıkarak geriye doğru açıklamaya çalışayım. Ümit’in by passıyla nasıl bağlayacağım bu cebir denklemini bakalım ?
“Yaşadığınız her gün hakettiğinizin bir fazlasıdır (n+1); kesintisiz kolaylık (n+1); Azı karar (n-1), çoğu zarar (n+1); aç kal budala kal (n-1); işten artmaz dişten artar (n-1);…” Bu benzeri sözcük kümeleriyle ihtiyacınızın karesinden bir eksikse dağarcığınız, ifrat (n+1) ve tefrit (n-1) in cebelleşmesinden, ince ayarından, gelgitlerinden, challenge’dan doğruyu bulursunuz. Eğer kurumunuz elde ettikleri ihtiyaçtan fazlaysa (n+1) ve bu fazlalıkla güle oynaya yola devam ediyorsa, oyunu kuralına göre oynayıp hatta bir yerden sonra kuralları kendisi yazabiliyorsa, siz de gereğinden bir eksiğine (n-1) razı olup “aç ve budala kalmanın tutkulu uyarısıyla “better is not sufficiently good / daha iyisi yeterince iyi demek değildir” diye düşünüp “2P” ile yola umutla, mutlulukla, hazla, hevesle devam ediyorsanız korkmayın. Dün gece Beyaz TV de “Trendeki Adam” isimli bir film vardı. Bir yerinde şöyle diyordu yaşam gölünün karşı kıyısına vardığını bilen yaşlı profesör “Uzun zaman durmadan ararsanız, birgün aramadan bulursunuz“. Hoca haklı. Bu yargıya çift yönlü bakmak gerek. Ne arıyorsun ? Biz de bu sorunun iki seçenekli yanıtı vardır. Arayan Mevlasını da bulur…da… Ne yapmalı, nasıl yapmalı ?
Bugüne dünden güç katarak yarına baktığımda şükürlerim yanında korkularımın da ağır bastığını görüyorum. Ürperiyorum. Korkularım ülkem adına, korkularım “Z Kuşağı”nın sanal ortamda yok oluşlarıyla yiten sosyal beceriler; korkularım toplumda hızla artan sosyopatlıktan kendimizi sıyaramayacak oluşumuz. Zaman ve mekan değişmeden öylesi zıt yargılarla akıl yorgunlukları yaşıyoruz ki otobüste tekme atan psikopatı hakim salıveriyor. Kamu isyan ediyor. Hakim geri çağırıp içeri tıkıyor. Savcı en abartılı suçlamalarla ağır cezalar talep ediyor. Hemen ardından hakim yine salıveriyor. Genç kadın korkularla ağlıyor. Medya işini yapıyor. Savcı yine tutuklama istiyor. Hakim tutukluyor. Aklımızla oyun oynuyorlar. Kalbimiz sıkışıyor. Onaltı yıl önce de kalbim sıkışıyordu. Hem de nasıl ?
Kamerayı elime alıp 2000 yılı ajandamın sayfalarını parça parça çekmeye çalıştım. Bakalım bu çekimlerden bir film çıkar mı ? Enazından EKÜ Üçlüsünün birkaç yıl önce İrem’in yaşgünü kutlama yemeğinde Bostanlı’daki beraberlikleriyle süsleyip de bir anı görseli yaratabilecek miyim ?
Dr.Çetin’le birlikte Denizli köylerinde sigaralı kahvelerde gece yarılarını aşan nane yağcılık yapıyorum. Dönüşte bir Cumartesi akşamı (11.03.2000) Veligillere gidiyoruz misafirliğe. Bir ara gidip lavaboya kusuyorum. Halbuki hiç kusmam; kusmak nedir bilmem. Bunun bir işaret olduğunu anlamıyorum. Beşgün sonra Kurban Bayramı ve 4 kuzu aldık. İkinciyi keserken üçünü depodan kaçtı. Dağlara tepelere gitti. Ardından koştuk. Yağmur başladı. Ümit koşmaktan vazgeçti. Yamaçta bir taşa oturdu. Çeşme’de tam bir panik yaşamı nasıl bayramsa artık. Asıl önemlisi kendini bilmeden ve üstelik yamaçlardaki bu koşturmacanın ardındaki riskleri bilmiyorum ki ! Şöyle bir not düşmüşüm defterime “Babam bu kuzular için beni döverdi”. İçimdeki sıkıntıyla kuzuları seçmek bile istememiştim. Bu bayram son kurban kesişim oldu. Daha sonraki yıllar ben Mehmetçik Vakfına, Nezuş da Lösev’e verdik kurban bedellerini. Durmasını bilebildim mi ?
Ne gezer ! Onaltı yıl önce, by passımdan bir hafta kadar önce Mart ayının 29 unda sabah Aydın’a gidiyorum; ardından gece yarısını aşan Akhisar’a dönüp Tütün Otelde Tütüncüler toplantısında sigaralı ortama güçlükle tahammül ediyorum. İşte notlar “ruhum daralıyor; sesim de kalmadı; haftaya teste girmeliyim > bugün üzgünüm ama yarın, yarın bu dünya böyle kalmaz”. Ne demekse ? Hangi aşırı ruh halim bunu yazdırdıysa ?
Elimde seyahat çantasıyla onaltı yıl önce 3 Nisan Pazartesi günü Atakalp’ten içeri giriyorum. Eforlu test tehlike sinyalleri veriyor. Ertesi gün anjio ve dört damar tıkalı. O an, hemen hastaneye yatıyorum. By passa hazırlanıyorum; 5 Nisan günü notum kısa: İdeal bir hava; ne soğuk ne sıcak”. Ertesi gün “baştan ikinci olarak en şanslı benim” diye yazmışım defterime ve devam ediyor notlarım “endişelerim var ve max. 2 günde iyi görünmeliyim ki Ümit İspanya’ya gitmeli; Eray’ın askerliği aksamamalı” ve ” ameliyat öncesi o kadar çok güldük ki gelip uyardılar ve kapımızı kapattılar”. Daha pekçok not var 2000 yılının sayfalarında. Onaltı yılda neler oldu ?
Neler olmadı ki ! Onlarca güzel şey. Evlilikler, Copculaştırmalar, ABİDE Beşlisi… Bazen bunları 3,5,8 oyunundaki sayılarla kümelendiriyorum ve bakın sabah yürüyüşlerinde neler düşüyor aklıma: Önce “8” den başlayalım. Koz söyleyen, oyuna kural koyan kişidir ki bu sekizli grup bende “Copcu Ebeveynler” demektir (sırasıyla M/N/Ü/E/K/P/Ö/Z); İkinci sayı ise “5”tir ki çok açık “Torunlarımız / A / B / İ / D / E); “3” ise iki seçeneklidir: “Y Kuşağımızın Erkekleri (Ü/E/K)” veya “Y Kuşağında Copculaştırdığımız Kızlarımız (P/Ö/Z)” Herşey bu kadar güzelken, kariyer yolculuklarımız hızla ilerlerken (bir Amerikan şirketinde üst düzey yönetici olarak “big brother”lık; Hekimlikte Profesör olarak “sığınacak liman” olmak; kendi şirketinde risk yönetimi ve yenilikçilikle “kesintisiz kolaylık” sunmayı hem işte hem de ailede gösterebilmek), İzmir-Mavişehir’de kümelenmek, bir “tık” mesafesine hep yakın olmak, daha onlarcası daha ne ister insan ? Binlerce şükür. Şükür ve şükranlarla ne yapmalı ki daha sağlıklı, daha başarılı ve daha mutlu olalım ?
Şimdi bütün mesele beklentilerimizin bir eksiğine razı olarak (n-1) aç kalmayı kabullenip yemenin tadına varabilmek ve sağlık için; budala kalmayı bilip öğrenmek ve gelişmek için tutkulu bir motivasyonla aydınlık yollarda efkârla keyfi dengeleyip, enseyi karartmadan geleceğe umutla yürümektir. Esen kalın (demiştim dün Ümit’in bugün hastaneden çıkacağını heyecanla beklerken) ve bugün (01.11.2016)
Çok şükür Ümit çıktı. Büyük risklerle (Tacikistna koşullarında ciddi rahatsızlık) yaşanan bu süreç kime neler öğretti ?
Hepimiz şöye bir silkinmeliyiz. Yaptıklarımıza, yapmak zorunda olduklarımıza, yapabileceklerimize ve yapmayı istediklerimize bakıp dürüstçe (kendimize dürüst olarak) “Strateji Tuvalimizi” oluşturupkendimize verdiğimiz/vereceğimiz sözlerimizi mutlak tutmalıyız. Yok hâla bildiğimizi okumayı sürdürürsek, yeme-içme düzenimiz değişmezse, dışarıda, dışarıdan yemenin dayanılmaz keyfine alışmış olan ağız tadımızı değiştirmezsek ağzımızın tadı yine kaçabilecektir. Sahip olduğumuz aklı iyi kullanmalıyız. İyi kullandığımızı özellikle “Z Kuşağımızın” risk faktörü bizden de fazla olan gençlerimize göstermeli; sabırla, inatla doğru yolda daha etkin olmak üzere hem rol model olarak hem de ebeveyn olmanın görevi olarak etkili gücümüzü etkili kılmalıyız. Etkili olmalıyız ki sonucu değiştirebilelim. Bunu anlayabilecek miyiz ? İnşallah. Neler değişmeli ?
Son on günüm, daha çok gözlemle yaşanan sağlık sorununun doğal gelişme süreci içinde geçti. Beklenmeyen misafir yoktu. Sürpriz yoktu. Özveri çoktu. Koşullar en iyisi için uygundu. Akıl takıntısı yoktu. Yine de zaman zaman pik yapan görüntülerde gizli bir panik yaşamadım desem yalan olur. İşte bu gelgitlerim arasında 1963 den bu yana 53 yıllık dostum, meslektaşım, 1972 den bu yana gurbet ellerde Sam’leşen Kanadalı Şükrü’nün aşağıda copy/paste yaparak paylaştığım elektronik postasına bakınca yapmak/yapmamak seçimindeki kritik bir eşiği gösteriyordu bakıp da gören gözlere:
From: sam kaya [mailto:samkaya1@yahoo.com] Sent: Friday, October 28, 2016 10:47 PMTo: mustafa@copcu.com
Umit Copcu’ya “Gecmis Olsun” dileklerimle. Lutfen soyle kendisine, “bu dunyayi tek hayat doneminde kurtarmak kolay degil, yuk’un bir kismini gelecek nesillere biraksin”.
Selam ve sevgilerimle.
Sam
Not: Gol’un karsi kiyisina varmadan, Okyanus otesini gormeyi, Kristof Kolomb’dan 524 sene sonra olsa da, hangi yilin listesine koydun ?..”
Sonraki nesillere yük bırakmak mı ? Bırak Sam Allasen ! Genetik mirasımızın yükünden gayri, onlar önce kendi yüklerini anlayıp da sanal ortamın kaçınılmaz sağlık sorunlarından sıyrılsınlar. Sosyalliği artırıp tıpkı “EKÜ Üçlüsü” gibi gelişmiş, gönülden, yürekten paylaşma ve birbirlerine destek vereceklerine olan umudumuzu korusunlar; başka bir şey istemem. Neden şimdi korkularım umutlarıma baskın çıkmaya başladı ? Neden korkularım katmerleşiyor ? Sanırım ülkemin hâli ve neslin gittikçe “daha çok, daha çok ve daha çok” arzusu…
Yazımın başlığı olan “MORBAYLES”in “n2-1” e erişmede bileşenlerinin anlamını birkez daha netleştirmeye çalışarak yazımı bitireyim. Özetle ihtiyacın (n) karesinden (n2) bir eksik olandır mutluluk, olgunluk ve hatta bence mükemmellik. Bu da hem kişi hem de kurum motivasyonunun ortak paydasında oluşacaktır. Kurumu çok farklı şekillerde düşünebilirsiniz (aileden tutun da millete kadar uzanan yelpazede en az iki kişilik beraberlikler). Şöyle ki kurum ihtiyaçtan fazlasına erişirse (n+1=kârlılık) motive olup yatırım yapacaktır; itibarı yükselip rekabet gücü artacaktır. Aynı süreçte kendi kişisel kalkanını (personal shield) oluşturan birey de ihtiyaçtan bir eksiğine (n-1= aç kal budala kal) kadar gelip de durmasını bilebilirse motivasyonu sürekli olacaktır. Hedefine varamamıştır. Az kalmıştır. Umutludur birey; az bir gayretle varacaktır (aslında vardığını sandığında hedefi büyüyecek ve yine n-1 düzeyinde kalacaktır. Ancak hem sonuçtan hem de süreçten mutlu olacaktır. Bu durum, elini uzatıp da ha tuttu ha tutacak pozisyonu bireyi sürekli hevesli ve heyecanlı yapacaktır. Dürtülerinde havuç kırbacın önüne geçecektir). Böylece bireyi sürekli motive tutan gereğinden bir eksik (n-1) olma durumu, kurumun motivasyonunda sürekliliği sağlayan ihtiyaçtan bir fazlası (n+1) ile buluşunca ihtiyacın karşılanmasının katmerlisine (kaymaklı ekmek kadayıfı) az kalacaktır ve “ha gayret” ile mutlu mesut yola devam edilecektir (kinestetik yolculuk). Şunu asla unutmayın “hepsini isteyen hepsini kaybeder”; fırdöndünün “hepsini al” yüzünün karşısında “2 koy” vardır. “Birer koyunuz” pek fazla koymasa da insana (elle gelen düğün bayram). Yeter mi ? Yeterince açık mı ?
Sözün özü; herşey senin ellerinde. Allah sana akıl vermiş; aklını kullan. Aklını başına devşir. Çağın haz veren ayartmalarından sakın. Yemeğini evinde ye. Az ye; öz ye ve hatta yeme. Açlık aslında vücudun direncini geliştirir. Bu yaştan sonra yemediklerimiz değil yediklerimiz başımızın derdi (ve hatta dertten de ötesi). Kral Arthur’un duasındaki gibi seçme iradesini ve sürdürme gücünü göster ki biz de bilelim… olduğunu.
Yolun açık ve aydınlık olsun.
Öykücü
NOT: Şimdilik yalın yayınlansın; daha sonra bir görsel bulup eklerim.