Yaşam Büfesinde “Değişim > Dönüşüm”

“…Üçüncü bin yılda iş yaşamındaki temel değişiklik teknolojik ve beceri geliştirmek kadar (ve hatta daha fazlası) değer sistemi ve zihin haritalarındaki dönüşümle ilgili olacaktır (paradigma sapması). Çok iyi bir satranç oyuncusu olduğunuzu ve birdenbire önünüzdeki satranç tahtasının kaldırılıp bir video oyunu ile başbaşa bırakıldığınızı düşünün. Satrançta başarılı olmak için düşünmek, strateji geliştirmek ve planlamak gerekirve bunun için de bolca zamanınız bulunur. Oysa bir joystick ile oynamak zorunda olduğunuz video oyununda, başarılı olabilmek için hız, sürekli değişen koşullara uyum ve anında tepki vermeye gereksinimiz yani kısacası hızlı olmaya ihtiyacınız olacaktır. İkinci oyun birincisinden daha zor olmayıp, sadece daha farklıdır. Bunun için eski alışkanlıkların dışında düşünmek ve farklı bakış açısı geliştirmek gerekecektir. Buna ne kadar hazırsınız ?…”

İnsanların yaptıklatrı işle mutlu olabilmeleri için üç şey gereklidir:İşe uygun olmak; Fazla çalışmamak ve başarma içgüdüsüne sahip olmak

Merhaba

Yazımın girişindeki anlatım Prof.Dr.A.Baltaş’ın “21.Yüzyılda yeni Alışkanlıklar” başlıklı köşe yazısından alınan bir kesite yapılan küçük eklemelerdir (Temmuz 2007/Salesmax). Benzer bir anlatımımı bir önceki yazımın satır aralarında görebilirsiniz. “Kurbağa Fredy” isimli öykünün mesajlarından biri de başarılı futbol oyuncusunun forvetten zorunlu olarak kaleciliğe geçmesi (değişim) ve hatta tüm futbol takımının futboldan beyzbola geçmesi (dönüşüm) olarak açıklamaya çalışmıştım (Ocak 1999 un Tilkili günlerinden birinin anısıyla). Freud sağlıklı olmayı “yapacak bir iş, sevecek bir eş” olarak tanımlamıştır. İlginç olan, yaşamı kolaylaştıran herşeyi karmaşıklık olarak algılayan beynimizin bize yaptığı oyunun içinde gizledikleridir. Bu özlü sözle Cumartesi Çeşme yolculuğumdan bugüne ait gazete haberine dönerek korkularımla şükürlerimi paylaşmak istiyorum. Mutlaka bir izi olacaktır. Nerede ve kimlerde ?

“Allah’ın gerçekten sevgili kullarıymışız ki…” Gurbet ellerde ciddi sağlık sıkıntısı yaşayan abilerine her olanağı zorlayıp da anında erişebilen, bu sevgiye, bu bağlılığa ve bu güce sahip kardeşlerin (ve kuşkusuz eşlerinin ve hatta çocuklarının destekleriyle) omuzbaşlarına dayanabilmek her kula nasip olmayan bir ayrıcalıktır; hem de biz ebeveynlerine hissettirmeden, bizi bekleme sürecinde çaresizliğin kıskacında nefessiz bırakmadan. Binlerce şükür. Daha ne ister insan ?

Bunları düşünürken ve artan dualarımla daha bir fazla şükrederken Bostanlı’nın sahilindeki sabah yürüyüşünde bugün yine hava açtı, sıcaklık yine sanki bahara döndü (The Sun Also Rises > Ellili yıllardan kalan bir film afişindeki görüntü belleğimdedir). Halbuki haberlerde sıcaklığın 5-12 derece arasında düşeceği söylenmişti. Şimdilik İzmir her zaman olduğu gibi gavurluğunu gösterip doğanın emrine bile karşı çıkıyor. Bu gidişat pek hayra alamet olmasa da. Gözüm gazetenin köşesindeki bir habere takılıp kaldı. Genç doktor (40 yaş) kalpten ölmüş (beyin ne ararsa onu buluyor). Dr.Ulaş’ın eşi  profesörmüş ve gidişata dur diyememiş. “Kader” dese de yüksek sesle okuduğum habere Nezuş bir dakika sonra heyecanla atıldı. “Ben onu Çeşme’den tanıyorum” dedi ve anılarla zenginleştirip anlatmaya başladı. Onun her zaman güncelden anlatacak ne çok şeyi oluyor. Bense artan korkularımla, rüyalarımla, dualarıma sığınıp çoklukla sessizliği yeğliyorum. Nedense ?

Bu basit sorunun kendim için yanıtını ararken Bay Batı’nın sözlerini anımsadım. “Her insan kendi iç dünyasının mimarıdır” diyordu “Kendine İyi Bak” isimli kitabının bir yerinde. “Hayat yolculuğunda araç yolun kendisi, sonuç ise insandır” diye devam eden bu sözlerle Uğur Bey, “İnsanın kendini bulması için bazen kendini kaybetmesi gerekir” gibi ağdalı bir söz kümesine takılı bırakıyor insanı. İşte tam bu noktada Halil Cibran’dan bir mesaj çıkıyor karşıma:

“…Yanında duran adam yaklaştı ve “Bize insanın kendi kişiliğini bilmesinden bahset” dedi. Ve o da cevap verdi: “Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrınını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini bilmek için deli olur…” Açıklama sürüp gider. Ancak bana bugünlük bu kadarı yeter. Kalbimle kulaklarım arasındaki gizemi paylaşma mücadelesinin sonucunda ya sohbeti tatlı, paylaşımı çok bir dışa dönük kişi kılar ya da benim gibi sessizlik içinde düşünür bırakır. Hangisi daha iyidir ? gibi bir soru saçmalığı yoktur. Seçim kişiye özgürdür. Ya olmak istediği yönde değişim ve hatta dönüşüm için seçer ya da olduğu yerde mutlu mesut yaşamayı daha kolay bulur ve hafif bir gülümsemeyle (azıcık da duaklarını büken istihzayla) küçük bir baş hareketiyle “sağolun erenler” dercesine selamlayıp yoluna devam eder. Yeter ki yaşamını hırslar üzerine kurmasın ve gereksiz zenginlikler içinde sahip olduğun değerleri yitirmesin. Sisal bitkisini bilir misiniz ? Bizim bildiğimiz “Agav”. Peki ya öyküsü; öyküsünde gizli mesaj nedir ? Bu kadar sade ve etkin mi anlatılabilir motivasyonun benim için temel formülü…(n2-1)= (n+1)(n-1) denklemini daha önce açıklamıştım. Ne demek istediğimi anımsıyor musunuz ?

Dünyada kullanılan Sisal bitkisinin büyük kısmı ABD de Yukatan’da yetiştirilirmiş. Kenevire benzer lifleri özellikle gemicilikte sağlam halatların yapımında kullanılırmış. Bu bitki; taşlı, sert ve organik maddece fakir topraklarda yetişirmiş. Bir süre önce bir Amerikalı şirket daha fazla elyaf elde etmek için sisalı zengin topraklara taşımış. Başarılı da olmuş. Bitki boyları en az iki kat artmış. Ancak bu bitkilerden elyaf elde etmek için gerekli işlemleri yaptıklarında bir gram elyaf bulamamışlar. Çünkü sisalın içindeki elyaf bitkiyi zor koşullara karşı korumak amacıyla fakir toprak koşullarında oluşuyormuş. Hani hep derim ya “quae nocent docent/yaralayan şeyler öğreticidir” ya da Keremin sözleriyle “emeksiz yemek olmaz” veya “no gain without pain/acı yoksa kazanç da yok”; işte öyle bir şey güçlenmek, güç kazanmak, zorluklara göğüs germek. Sigaranın keyfine hayır diyemezsen, “hazza yaklaşırken; acıdan kaçınamazsın“. Allah’ın verdiği akla, doğru rehberi oluşturmalısın ki sana verilen emanete hıyanetlik etmemiş olasın. Sisalın bu öyküsüne benzer bir öğretici görseli de ilk defa onyıl önce bir öğrenme yolculuğumda EBSO’dan edindiğim “Kelebeğin Dansı” görselinden öğrenmiştim. Kozasından çıkmak için çabalayan kelebeğin işini kolaylaştırmak için bir delik açan çok bilen, kelebeğin ölümüne neden olmuştu. Neden ?

Bu sorunun yanıtını aramadım. Sadece takılıp kaldım. Bu takılmayla 2004 yılı Mısır sunumumdaki “Cesur Adamlar (BeE)” kavramına gidip öğrendiklerimi ve paylaştıklarımı bugüne, yarına (HAGEM3 / 22.11.2016; PLN /26.11.2016) taşıdım şimdlik aklımın kıvrımlarında. Bu taşınma sırasına aradaki süsler mesajımın önüne geçiverdi. Sevgili Fırat’ın anlattığı kısa öyküyü de elimdeki A.Ş.İzgören’in kitabının boş yerine çiziktirivermiştim 2004 yılında. Allah bize iki yuvarlak vermiş. Biri tepemizde diğeri popomuzda ve hangisini kullanmak sadece bize kalmış. Kimler hangisi kullanıyor ?

Derken aklım hemen yine ekranlardaki “bazgillere” gitti. Bu sizin bildiğiniz baz istasyonlarından değil; bu bazgiller dediklerim her türlü hünerin sonuna kendilerini daha iyi tanıtmak için ekledikleri türlü çeşitli (enva-ı çeşit) bazlardan geliyor ünvanları. Çevresinde de öylesine çok ve öylesine inançlı baz arayıcıları var ki bazen ben bile imreniyorum. Hangi bazlar mı ?

Örneğin “düzen” meraklısı olup da sonuna “baz” ekleyenler mi ararsın ? “Madra”yı “baz”sız kullanmayanlar mı ? “Can”ın bazlısını sevip de tel üstünde “hile”den görev türetirlerken cüzdanı götürenler mi ? “Sihir” ve hatta “Küfür” deki üstün becerileriyle bile bazlanınca gururla dolaşanlardaki cakanın yanından geçilmeyişi mi …! Bizim “baz” la İngilizcedeki “base” arasına bir akrabalık var mıdır acep ? Asitle nötürleşmesi ve su ile tuz oluşturması bu bazgillerin kimyasına da matah birşey yapıyor mu ki… ! Her neyse !

Demem o ki; sisal bitkisinin boyu uzadıkça, gezen tavuklar kümese kapatılınca, un beyazlaştıkça yaşam kolaylaşsa da elimizdeki joystickle baka kalıyoruz satranç tahtasına. Daha dün gibiydi damadan satranca terfi ettiğimde duyduğum mutluluk. Şimdilerde Şahla piyonu aynı kutuya koyup tahtayı kapatıyorum ve Pandolfini’nin “Her Piyon Potansiyel Vezirdir” sözleri hâla geçerli midir ? diye düşünüyorum.

Nice değişim ve dönüşümlerinizin hep aydınlık yollarda, bazgillerden uzakta keyifle, huzurla gerçekleşmesi dileklerimle.

Öykücü