Yaşam Büfesinde “Direnme Gücü”

“…Altmışdört yıl önce, Kasım 1952 de New York’ta, soğuk ve rüzgarlı bir gecenin ayazında otelden kapı önüne çıkan ailenin küçük kızının başındaki şapka uçar. Kız arkasından koşturup yola çıkınca gelen otobüsün küçük kıza çarpmaması için siyahi görevli Adams hızla kendini otobüsün önüne atar ve çok şükür ki hem kızı kurtarır ve hem de kendine birşey olmaz. Olay günün konusu olur. Eve geldiğinde Adams’ın eşi kızgındır ve “Büyük hata yaptın. Beni ve çocuklarımızı düşünmedin. Budalanın biri için neden ezilme riskine girdin” der. Adams’ın kardeşi “Kendini öldüreceksin bari bunu bizden (siyahi) biri için yap” diyerek azarlar. Otelin müdürü Adams’ı yılı çalışanı seçer ve yılbaşında ikramiyesini yüksek tutar. Klisenin papazı o pazar söylemini Adams üzerine kurar ve onu kahraman ilan ederek “Bir çocuğu kurtaran dünyayı kurtarır. Çünkü çocuklarımızın büyüdüğünde kimin lider, kimin kurtarıcı, kimin aziz olacağını kimse bilemez” der. Aradan 30 yıl geçince bu olayın sonuçları görülür ve kurtarılan kız tıp alanına yaptığı katkıdan dolayı ödül alır ve pekçok hayatın kurtulmasına katkı sağlar…”

Değişim ve Dönüşüm Öğrenme Yolculuğu (PLNGR3 / Antalya- 27.11.2016)

Merhaba

Bugün Antalya’da son günüm. Yarın özlediğim İzmir’e ve İzmirlilerime döneceğim. Üç günden sonrası bize tatil olmuyor. Hava açtı. Güneş parladı. Yine bahara döndü dışarısı ve ben lobide oturup algılarımı sözcüklere dökmeye çalışıyorum.

Girişte anlattığım öyküyü İrem’le “Bilge Danışmanlık” a gittiğim geçen haftanın bugününde Cihangir beyin kitaplığından seçtiğim bir kitapta okumuştum. O gün ve bugün bu öykünün beni çeken nedeni “Özgün İnanç Sistemlerimiz” ya da “Filtrelerimiz” vaya “Paradigmalarımız” olmuştur. O gün bugüne hazırlık içinde bakışımdaki önem verme ışığı; bugün de dört grupla yaşadığım anların gözümden gönlüme uzanan sürecindeki izleridir. Aynı olay ve farklı tepkilere bakan uyarıcı neyi nasıl yapmalıdır ki…?

Elli yıl öncesindeki fakülte yıllarımda olabilir Paul Newman’ın “Haydut” isimli siyah beyaz bir filmini izlemiştim. (doğrusunu bulmak için internete girmek yeter; o halde yazıma ara verip bir bakayım bulacak mıyım ? Bulabildiğim: 1964 yapımıymış ve Türkiyede 1968 de vizyona girmiş. Kısa tanıtımında şu cümle var: “Travelers in the 1870s Southwest discuss a recent murder trial in which all the principals told differing stories about the events.” ki bu da benim söylemek istediklerimi desteklemek için yeterlidir). Film yağmurlu bir gecede Amerika’nın Meksika sınırında (veya Meksika’da veya o tarihlerde iki ülke arasında kalan bir yerde) küçük bir kasabanın tren istasyonunda bir olayı anlatan bir grup adam arasındaki konuşmalarla başlar. Kasabada birkaç gün önce bir cinayet işlenmiştir. Yeni evlenmiş ve arabalarıyla kasabadan geçmekte olan bir çift öldürülmüştür. Kimi öldüren kişiyi suçlamaktadır; kimi de öldürülenlerin davranışlarını veya öldürmesine neden olan, teşvik eden evli kadını. Herbirinin anlatımında film geriye sarmalarla olayın oluşumunu canlandırmaktadır. Aklımda kalanlar bunlar. Sonunun ne olduğunu anımsamıyorum. Sadece aklıma çivilenip kalmış olan sözcük şudur: “İnsanlar olaylar karşısında gördüklerini değil hissettiklerini anlatırlar”. Bu söz şimdi neden belleğimde canlanıp siyahi Adams’ın öyküsü ile buluşup elime ve sözcüklere döküldü ?

Cumartesi ve pazar günü dört gruba aynı şeyi anlatmak için hazırlandım. Geri dönüşte ellerinde kalıcı, anımsatıcı, yol gösterici bir görsel olsun için emek verdiğim ve sağolsun Tarık beyin de özen gösterip hazırladığı bir belge ile başladım. Eminim ki hiçbiri “Bu nedir ? Ne işe yarar ? ” düşüncesiyle yeniden ele alıp bir akşam üzeri kahvesi yanında Ravel’in Bolerasını dinlerken okumayacaklardır bu altı sayfalık ve renklendirilmiş yazıları. Yanılmış olmayı çok isterim. Neden Ravel’in Bolerası ? Ravel’in Bolerasında “Yüksek Performanslı Ekip” oluşturmak için ya da olmak için hangi temel mesaj yer almaktadır ? Bu soruya yanıt aramaları bile bir adım ilerlemek için, değişime hazır olmak için yeter. Çünkü değişim birey işi değildir. Değişim kalabalıkların, grupların kotaracağı bir iş de değildir. Peki o zaman değişim kim yapacaktır ? Bu soruya doğru yanıtı verenler değişimin kalbinde yatanın ne olduğunu da gözden ırak tutmamalıdırlar. Değişimin kalbinde yatan nedir ? Değişimin başarıya ulaşması için dört temel konu nedir ?

Gelelim konu başlığına. Değişim ve direnme gücü (MC) ya da sıkıntılar ve pes etme derecesi (ÖY)…Direnme gücü yüksek olanların sıkıntılar karşısında pes etme dereceleri de yüksek olacaktır. Bu durumda değişime direnç de artacaktır. Ortada bir ikilem vardır. Değişirken direnme ama sıkıntılar karşısında da pes etme demek kolay mıdır ? Yoksa demek kolaydır da yapmak mı zordur. Unutmayın ki “kekeme değilseniz söylemek kolay yapmak zordur”. Bu nedenle beğenseniz de beğenmeseniz de benim “Başarı Formülümün” çıktısında yer alan “10S” in “3S” i “Strong Sound & Steps” ki anlamı uyum için yüksek söylem ve eylemdir. Sesiniz gür, güçlü çıkmalıdır. Eylemlerinizi güçlü olmalıdır. Buradan “PLN geçti” denmelidir. Ancak bu ikisi aynı yöne götüren tutum ve davranışlar her zaman olumlu ve uyumlu olmalıdır. Hele bir de değişim sürecinin doğal belirsizlikleri ve engelleri aşılmaya çalışırken neler değişmesi zorunlu kabuk değiştirmelerdir ki direnmeyip değişelim; neler geri kalması gerekenlerin izleri olarak hâla peşimizi bırakmamaktadır ki pes etmeyelim ve ısrarla, sabırla, inatla, sebatla yola devam edelim. İşte bütün mesele bu “to be or not to be”. Ya da “gitmek mi zor kalmak mı zor o geceyi gel bana sor” derken gözümüzü yoldan ve hedeften ayırmayalım. Hepsi iyi güzel de “Ne değişmeli ?” anladık da; “Nasıl değişmeli ?” öğrendik de peki abicim “Neden değişmeli ?” gösterildi mi, biliyor muyuz ?

Kahvaltım bitmek üzereydi. Her zaman olduğu gibi yine masamıza geldi. Selam ve sabahıyla halimizi hatırımız sordu. Yaptıklarını paylaştı. Kısa görüşmeye “Johari Penceresi” ni sığdırdım. Belki “Nerden çıktı yine bu yabancı kavram ?” diye “hisseden beyni” ya da “bilinçaltı” tepkiye girdi (ve hatta “Bu Mustafa bey de hiç değişmeyecek. Kaç kere söyledik ama h^la aynı şeyleri yapıyor. Bizim beynimizi bu kavramlarla zonklandırıyor. Daha ne demeli bilmem ki ? Kendi yazısını okusa da entel mi dantel mi olmak istediğimizi bir anlasa !” diye düşündü). Belki daha sonra düşünüp bilinçaltının bu kararına bilinci bir kılıf uydurmaya çalıştı (haklı buldu. Belki de çalışmadı ve aynen sürdü algısı…Ne diyelim keyif sizin köy Mehmet ağanın). Ancak şurası bir gerçek ki aynı olay, aynı anlatım (! aynılığı tartışılabilir. Çünkü aldığım her geribildirime göre kendimi az-çok değiştirmeyi gerekli, yararlı, uygun gördüm ve yaptım-yaptığımı sanıyorum) gruplarda grup etkileşimi ile ve bireylerde algılarına göre, paradigmalarına göre, filtrelerine (beynin süzgeçlerine göre) “Haydut” da olduğu gibi farklılıklar göstermiştir doğal olarak. O halde napmalı ?

Akıllarından iki şey kalsın istedim. Birincisi “kendinizi sorgulayın” diğeri de “n2-1” in açılımındaki “n+1” ile kuruma ve “n-1” ile de bireye bakarak, çalışandan kuruma, kurumdan çalışana “empati” ile yaklaşarak “ihtiyacın karesinin arifesine” ulaşabileceğinizi düşünüp motivasyonun sürekli üst düzeyde tutulabileceğidir. Çünkü kurumun artılarıya desteklenen bireyin hedefe ulaşmasına her zaman, daima sadece bir adımlık mesafe (zaman ve mekan) kalacaktır ve böylece değişme ve dönüşme yolculuklarında niyet ve zihniyet netleşecek, heves ve heyecanlar yükselerek işiniz kolaylaşacak; hazza yaklaşmak artacak ve keyif alınacaktır. Kelebek avucunuzdadır. Onun canlı kalması veya ölmesi sizin ellerinizdedir. O halde…

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü