Yaşam Büfesinde “Onursuz Otobüs”

“…İkibinli yılların heyecanı içinde Amerikalı Cem, tilkiyle uğraşmaktan yorulmuştu. Kirpisinin tasmasını taktı ve dışarı çıktı. Hava günlük güneşlikti. Duvarın yanındaki yumurtaya baktı. Üç haftadır orada duran yumurtanın kabuğu çatlamıştı. İçinden çıkan civcive hayretle baktı. Dalgındı. Az kalsın kafasını otuz tonluk volana çarpacaktı. O volanı kim, nasıl harekete geçirecek acaba diye düşündü. Yola adımını attığı an otobüsün altında kalmaktan son anda kurtuldu…Seksenli yılların başlarıydı. Ankara’dayız. Rahmetli Özal bir resepsiyon vermişti. Askeri erkan ve yabancı diplomatlar katılmıştı. Birkaç kişilik bir grup Özal’ın yakınında sohbete dalmıştı. Gruptaki yabancı diplomatlardan biri “hani sizin iki siyaset adamınız vardı; biri romantik diğer klasik, ne oldu onlara ?” diye sordu; rahmetli Ecevit ile Demirel’i kastederek. Leyla hanım (rivayet olunur ki bayan Umar) söze atlayıp şöyle cevapladı: “Romantik’in romanı gitti, tiki kaldı. Klasik’in de klası gitti...” Sözlerini tamamlamaya fırsat kalmadan yanında duran bir diplomatımız “Aman ha! Leyla hanım, Özal böyle sözleri sevmez” diye uyarınca Leyla hanım sözlerini şöyle sürdürdü: “Klasik’in de klası gitti, kalanına da biz baba diyoruz“…”

Oniki yıl önce (2005) bir yanda Paris öğrenme yolculuğu diğer yanda bizim evin halleri (ABİDE)

Merhaba

Rahmetli Leyla Umar ve yukarıdaki eski fıkra neden şimdi yeniden aklıma düştü ? Önce Leyla hanımın eski eşi Refik Erduran’ın şu sözlerini aktarayım ki Leyla hanımı yukarıdaki fıkra ile özdeşleştirmede kolaylık sağlayayım (http://t24.com.tr/haber/refik-erduran-eski-esi-leyla-umari-yazdi-kendi-olumsuzluklarim-nedeniyle-ondan-ayrildim,317046).

“…Neşesi ve kahkahası etkiliydi dedim ya. Git gide diş gıcırtılı kasvet ülkesine dönüşen yurdumuzun içinde ve kavga işportası basınımızın kulislerinde de onun nasıl yararlı olabildiği pek bilinmez… Hava fazlaca gerginleşince Leyla bambaşka bir konuyla devreye girer, hepimize takılır, suları yatıştırırdı…”

Bugün bizim için (C13) özel bir gün. Dün ortanca oğlum sevgili Eray, Kore’den döndü. Sesinin rengi güzeldi. Demek ki Uzakdoğu seyahati verimli ve keyifli geçti. Yarın sabaha karşı küçük oğlum sevgili Kerem, İngiltere ve Almanya-Hollanda yolcusu. Salimen gidip gelsin. Keyifli ve verimli geçsin. Büyük oğlum sevgili Ümit, birkaç gün önce Tacikistan’dan geldi, şu an İstanbul’da ve akşam yemeğine yetişecek. Bu yemek yine Nezuş’un marifetlerine ve yemeğe eklediği sevgilerine can vereceği, renk katacağı bir şükür ve minnet yemeği olacak. Bu arada ABİDE’mizin beşinci elementi olan sevgili torunum Duru da beş yaşına girmiş olacak. Bir ekinoks günü çocuğu, ürünü olan Duru’nun doğumu ve doğum günü hem ailemiz için yeni bir sevgi yumağı oluşturdu hem de gerçekten de “Nevruz” a denk gelen bu geliş şükürlerimizi sürekli kıldı. Binlerce şükür. Daha ne ister insan ?

Neden “Onursuz Otobüs” ? Neden Amerikalı Cem ? Neden tilki değil de kirpi ? Neden duvarın dibindeki yumurta ve neden hareketsiz duran kocaman volan ? Bunlar, oniki yıldan bu yana en çok etkilendiğim dört metafor…Defalarca yazdım. Çok güzel bir Mayıs haftasıydı (2005). Paris’te bir öğrenme yolculuğuna çağrılmıştım. Çerçeve çiziliyor ve içine omurga yerleştiriliyordu. CINOS’ta DOD2 e geçiliyordu ve insanların içindeki en iyinin ortaya çıkarılması; potansiyelin, yaratıcı enerjinin eyleme geçirilmesi isteniyordu. Hem de bunun havuç ve/veya sopa ile değil “Liderlik Haritası (L-MAP)” ile “gönülden, yürekten, inançla, adanmışlıkla yapılması” isteniyordu. İşte bu yolculuğa çağrılırken “Jim Collins: Good to Great“i okuyup da gelin uyarısı özellikle yapılmıştı. İşte o Amerikalı Jim (ki aslı James)i ben Cem yaptım ve eline kendi metaforu olan bir kirpi tutuşturup yola çıkardım. Bu dört metafor dört soruya doğru yanıtları bulmak için yaratılmıştı (ya da dört temel sorunun doğru yanıtları için dört metafor yaratılmıştı):

1.Değişim nasıl olmaz ? (Yumurta);

2.Değişim nasıl olur ? (Volan);

3.Şirketinizin motorunu döndüren ana işiniz nedir ? (Volan > Yunt Dağındaki pervane);

4.Nereye gittiğinizden önce kimlerle yola çıkıyorsunuz ? (Otobüs)

ve işte o “otobüs” için bugün ülkeme, şoföre ve otobüsteki yolculara bakınca üzülerek onursuzluğa mahkum edilişimize kahroluyorum. Umudum 16 Nisanda ve bu kez inşallah salyalı ağızlardan dökülen arsızlıkların karşısında “Gandivari Sessizliğin” gücü işe yarar ve bizi #HAYIR lara çıkarır.

Leyla Hanıma atfedilen ve “Baba” diye medet umulan haykırışlar neden yeniden aklıma düştü ? sorusunun yanıtına gelince. Tam bir bahar havasındaki Bostanlı sahilindeki sabah yürüyüşünden sonra aldığım gazeteye üzgün gözlerle bakarken ilk gözüme çarpan Necati Doğru’nun köşe yazısının ilk sözcükleri oldu: “Fırat’ın Batısı Gitti ! Kalkan elde kaldı…” Eldeki “kalkan” ve “baba”…Eldekiyle yetinmek mi gerek ? Rahmetli Özal da Körfez Savaşına girme hevesini dillendirirken “bir koyup üç alacağız” diyordu ve haklı da çıktı “Üçün birini aldık”. Onun da kıymetini bilemedik. Bizim otobüstekiler yaramaz. Ne yapmalı, nasıl yapmalı da…?

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü