“…Yaşlı marangozun emeklilik çağı gelmişti. Çalıştığı konut yapım işinden ayrılıp ailesine daha fazla zaman ayırmak istiyordu. Kuşkusuz her ay aldığı maaşı özleyecekti. Ne var ki; emekli olması gerekiyordu. İşveren müteahhit çalışkan işçisinin ayrılışına üzülüyordu. Ondan son bir iyilik istedi; bir ev daha yaptıktan sonra ayrılmasını istedi. Marangoz kabul etti. İşe başladı. Ancak gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek zor değildi. Baştan savma işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Yıllarca inançla çalıştığı, kendini adadığı mesleğine böyle son vermesi ne büyük bir talihsizlikti. İş bittiğinde işveren evi görmeye geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı ve “Bu ev senin” dedi “benden sana emeklilik hediyesi“. Marangoz şoka girdi. Çok utandı ve…”
Yedi Fırtınacı (2008): Meğer “Pantalon veremedik; bir gömlek verelim” demek değilmiş (1997 ve 2005).
Merhaba
Yukarıda hep bilinen öykü MESS‘in aylık yayın organı olan “Biz Bize”de bir köşe yazısı olup 2005 yılı ajandamın ilk sayfasına yapışıktır. O yıl (2005) benin için çok yönlü anlamlara sahiptir. Bu yazıma eklemeye çalıştığım filmi dört ayrı zaman diliminden montajlamaya çalışıyorum. Ancak bir haftadır sonuçlandıramıyorum. Bilgisayarımın bir özelliği yetmiyor ve sürekli olarak hata mesajı verip editleme programı kendini kapatıyor. Umarım bitirip ekleyebilirim. Dün Netdirekt’e gittim ve daha eski olan Dell ile fazla zorlanmadan filmi tamamladım. Yazıma ekledim. Sözünü ettiğim kısa film montajı için dört ayrı zaman diliminden, üçü benden biri Bunker Beyden dört farklı kaynak kullanmayı istemiştim. Bunlar:
1.On iki yıl öncesinden, 2005 yılından Rio’dan, Rio’daki sunumumdan (!)
2.Dokuz yıl öncesinden CINOS’taki 24 yılımın son günlerinden Antalya (2008) daki yıllık toplantının “beyin fırtınası” seansından;
3.Geçen yıl (2016) HAGEM’deki bir seri konuşmamın ilkinden ve
4.TED’den (2011 olabilir) Bunker Roy beyin “Yalınayaklar Koleji”nden alıntılardır (bunu ekleyemedim. Çünkü Asus’un desktop’ında kalmış; Dell uzaktan erişip de bunu kayda alamadı). Bunun yerine,
5.PAGEM’in en somut örneği olan ve 1998 yıllık toplantısından bir kesiti anlatan Polen- 2012 yıllık toplantısından bir kesit
Çeşme’de bile hava böylesine sıcaksa varın siz hesaplayın ülkemin diğer yerlerindeki yaz yaşamını ve de pamuk tarlalarında sulama için, ilaçlama için verilen emeği ıslatan alın terlerini. Allah yardımcıları olsun. Filmi yapamasam bile yazıma ekleyeceğim birkaç fotoğrafta “Cactus Güzeli Duru”, “Plaj Güzeli Duru” ve “Havuz Güzeli Duru” fotoğraflarından (ne yazık ki bunları da cepten bilgisayara aktrırken yitirdim) tanış olacağınız torunum Duru’dan birkaç küçük anı aktarayım da birer anı olarak yer alsın; unutulup gitmesin.
Gecenin bir vakti (23.00 gibi); Ümitgillerdeki komşu havuzun seyir kerevitinde Duru ile oturuyoruz. Duru beş yaşını yeni bitirdi. Yoldan biraz yüksekteyiz. Yorgun ve orta yaşlı bir kadın yokuşu zor çıkarak bize doğru geliyor. Onun da duyabileceği şekilde, yüksek sesle “Yaşlanmış” dedi. Kadın ya sabır çekerek, sessizce Duru’ya baktı. O sırada havai fişekler atılmaya başlandı. Ortalık yüksek sesle inlemekte. Duru daha yüsek sesle kadına bağırdı “Korkma, korkma. Silah değil…” ve sessizliğin gücünü kullanmak için, sözlerine “es gücü” katarak azıcık bekledikten sonra devam etti: “Bomba”.
Ertesi sabah kahvaltıda sordum “Duru, sen çok akıllısın. Bu aklı nerden aldın, Alaçatı pazarından mı ?“. Hiç istifini bozmadı; hiç düşünmedi ve anında yanıtladı “Hayır; Pehlivanoğlundan“.
İşte bu Duru, Ümit Amcası Tacikistan’dan geldi diye bir hediye paketi yaptı. Hediye paketini ayakkabı kutusuna koydu. Koyduğu para değildi; dolar hiç değildi. Çatıdaki çeyizlerime baktı ve onların arasından birşey seçti. Seçtiği fotoğraf makinasıydı ve kutuya sığmadı. Onun yerine ben stoğumda (anı zulasında) bulunan çok özel bir laser pointer’ı verdim. İçine iki adet AAA kalem pil alan; birkaç hüneri olan ve sanırım 2005 yılında oğlum Prof.Dr.Eray’ın (Ümit de olabilir) yurt dışından getirdiği siyah metal, güzelce bir sunum yardımcı aletini verdim. Yeni piller takıp da tavanda türlü çeşitli ışık oyunlarını görünce “Ben bu hediyeyi sevmedim. Bunu vermeyelim” dedi. Ben ne demek istediğini ve bu söze evet dersem arkasından ne geleceğini tahmin ettim. “Peki öyleyse ben bunu çatıya yerine götüreyim; kutunun içine başka bir şey koyalım” deyince o da anladı ki Ümit Amcasına vermezsek bu aleti Duru’ya da vermeyeceğim. Anında manevra yaptı ve Ümit Amcasına verme kararına geri döndü. Duru bambaşka; öyle ki Nato ile bile cebelleşecek geniş sınırlara ve kuzeni Barış’la oynaşırken kimi zaman canı yansa da dayanma gücüne sahip. Allah onu, ABİDE’mizi ve tüm çocukları kazadan, beladan, hastalıktan ve felaketten, her tü kötülükten korusun.
Yazıma neden “PAGEM > YEGEM” başlığı koydum ? Bu “…GEM”ler ne demek oluyor ki ? Neden bu kısaltmalardan önce kumsaldaki yürüyüş boyunca aklımdan geçen başlık “Kilometre Taşları; Köşe Taşları” ya da “Kırılma Noktaları” idi ? Neden bu iki kavram düşünce aklıma, çatıdan 1997 ve 2005 yılı ajandaları elime düştü ve bahçeye indi ? Bu iki kavramla yazımın başındaki öykü arasında bir bağıntı var mı ? Önce sondan başa yanıtlayayım: Kesinlikle var. Amacım da bu bağıntı üzerine anılardan, öykülerden, yaşanmışlıklardan birkaç mesaj iletebilmek. Nasıl mı ?
Hep söylerim ya; Erzurum’da 24 aylık askerlik ve son “Yedek Teğmen”lerden (95 nci Dönem Topçu) biri olarak terhis sonrası Bornova ZMAE de on altı yıl süren araştırmacı devlet memurluğu görevinde zirvedeyken (TÜBİTAK Ödüllü, Labortauvar Şefi) özel sektöre geçtim ve üç evreli CINOS Öğrenme ve Ustalık Yolculuğunda dört aşamalı rotasyonla gelişen kariyer yolculuğumda 24 yıl çalıştım. Bu cümleden çıkarılacak anlamlar şunlardır: Emekli Sandığına bağlı çalışma sürem “Fiili Hizmet Zamları” ile birlikte “Emekli Sandığı- Devlet Memurluğum” 20 yıla ulaştığında SSK lı özel sektör çalışanı olarak “işçi statüsüne” geçmiştim (1985). İlk kırılma noktası olan 1996 global birleşmenin yeni yapısının kurulduğu 1997 yılında 32 yıllık çalışma sürem fazlasıyla dolmuştu ve resmen emekli olmam için, resmen emekli edilmem için koşullar yeterliydi; uygundu. CINOS’ta ikinci evre başlamıştı. Özel paketlerle işten çıkarmalar pek de ceza gibi görünmüyordu. Yine de herkes devam etmek istiyordu. Emekli olsaydım; emekli, edilseydim bu durum herhangi bir sosyal sorun yaratmazdı; doğal olurdu. Edilmedim. Yeni bir görev oluşturuldu: PAGEM (MDM: Pazar Geliştirme Müdürü). Devam ettim. Böylece CINOS’un ikinci evresinde de yer aldım. İlk anda bu yeni görev; sanki kişiye özel bu yeni yapı “pantalon uyduramadık; bir gömlek verelim” benzeri gibi geldiyse de bana iki düzine yıllık özel sektör iş yaşamımda en doyumlu olduğum yılları başlattı. Mesleğimi yapıyordum. Gönüllü üstlendiğim SSTC Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarında daha etkin oluyordum. Sınırlarım kalkmıştı. Malatya’ya ya da Giresun’a kadar uzanıyordum. Adım “müdür” olsa da ne memurum ve ne de de ekibim vardı. Ancak istersem herkesten ekip oluşturup gönüllü (aslında “Mutual Obligation/Gönüllü Mecbur“) ekipler oluşturuyordum. Bazen bunlara “Devşirme Güçler” bile diyordum. Alışılmış push’tlara destek veren, mesleğini yapan bayideki raftan tarlaya köprü kuran “pull’cular” yaratıyordum. Kırmızı tulumlar artıyordu. Mutluydum. Demek ki 1996 da başımıza düşen göktaşı (Ciba/Sandoz Birleşmesiyle Novartsi’leşmek ) aslında ceza değil, ödülmüş. Görebilirsen eğer…
Filme baktığınızda, PAGEM (1997) ile YEGEM (2005) görüntüleri arasına Ekim 2008 Antalya’daki “Beyin Fırtınası” seansından parçaları göreceksiniz. Yedi grup vardı. Yedi temsilci sahneye çıktı. Görüşlerini dillendirdi. Çoğunluğu “İlaç-Tohum Birleşmesi” odaklıydı. Bu yolda gelişmeler başlamıştı. Herkes sinyalleri okuyordu. Tohum’da “Big Brother Korkusu” gitmişti. Çünkü Tohum, İlaçın önüne geçiyordu; bu yönde hızla yol alınıyordu. İlaçta yenilikçilik hattı tıkanıyor ve çevre baskıları gittikçe artıyordu. Bu birleşmenin olası sinerjik etkileri fazla görünüyordu. Bu sunumda sahne alanlara ben daha o günlerde “SynSevenStormers” demiştim. Yaptığım montaj filmden yedi kopya cd hazırlamıştım. Bir ücret belirlemiştim. Verselerdi, daha doğrusu sahiplenmek için satın alma kararı verselerdi bedelini TEV’e göndercektim. Bunu onlara açıkça söyledim de. Ama istemediler; merak da etmediler. Belli ki benden kurtulduklarına şükrediyorlardı. Çünkü onları rahatlık zonlarından çıkarıp zora sokuyordum. Sürekli öğrenme yolculuklarını sevmiyorlardı. Herkes Cennete gitmek istiyor; ama kimse ölmek istemiyordu. Halbuki Cennete gitmenin ilk koşulu ölmeyi kabullenmek değil miydi ?
Herneyse; konuya dönelim. Yirmi yıl önce (22.05.1997) İstanbul’da bir toplantıya katılıyorum: Strategic Planning Meeting (SPM). Moderatörler İsviçre’den gelmiş ve hem onların ve hem de benim kartvizitlerimizi deftere yapıştırmışım. İlginç olan şu görünüm:
Patrick Mirbey: Market Manager / Axel Löhken: Development Manager / Mustafa Copcu: Market Development Manager
Bunlara bakınca ne geliyor insanın aklına ? Woooow. Sen neymişsin be abi… mi; hem Market’in var hem de Development’in… ?
“Deli Dana Sendromu” ile koşturup duruyorum. Gecenin bir vaktinde bir otel odasında defterime yazdığım notlardan bir kesit “…17.06.1997/22.15: Evde yenilikleriyle herşey tıkırında (Orman Fidanlığı karşısındaki eve taşınmışız; Nezuş şimdi mutlu). Okulda sevgi ve başarılarla sağlam ve sağlıklı Kerem (Ailemizdeki ilk kolejli). Ayağım sekuritin altında ezilip ter donumdan akarken bana nasıl yardımcı olacağını bilemeyen Eray’ın gözlerinde heyecan. Sıkıntılı iş yoğunluğu ile artık Bursa’lı olan ve başını dizime koyup da ellerimi sıkıca tutan Ümit. Hepsi benim için birer başarı ve mutluluk sarhoşluğu…İznik köylerinde kırmızı tulumuyla astronot gibi dolaşan ben… Alaşehir’de umutlarım ve heyecanlarım çok yüksek; BHG gibi genç kuşaktan umutlarım yüksek; ama PL için ulaşılan düzeyi korumak için kılını kıpırdatmayan İzmir Ekibi. İznik’de kalbi sıkışan MC (İlk sinyaller ve umursamamak); MDM olarak her cepheyi açık tutup her yere yetişemeyen MC; on yıl önceki Antalya-Sera gibi “Leylim ley” ile sarhoşlara bakıp efkarlanan, hüzünlenen MC…”
Gelgitlerle gelişen ve üçüncü evreye geçerek Synleşen PAGEM süreci sonrasında sular durulur ve Pazarlama Müdürü olarak zirve yapar MC. Bu görevin son yılında (2004) görevi devre hazırken, dibe vuran liste başı TPK için seferberlik ilan eder. Şu sözün etkisi altındadır : “Fear Filters Facts / Korku, Gerçekleri Şekillendirir” ve sonunda korkuları yönetemezsen “Dördüncü F (Fuck)” yaşanır. İlacımız TPK pazardaki gelişmelerin gerisinde kalmıştır. Rekabet şekil değiştirmiştir. Bizim ilacın yeterli olması için, sorunu çözemsi ve çiftçiyi memnun etmesi için tank karışımı şarttır. Çiftçi tank karışımı istemez. Komşu ülke, İran’a ihale ile satılan hesapsız miktardaki TPK kaçak olarak yurda gelmektedir. Adı aynıdır. İçerik farklıdır; aktif madde oranı düşüktür. Yerli olanın dozunda kullanıldığında sıkıntı büyüktür. İşe yaramamaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi bir de sahtesi türemiştir. Üç tehdit altında yandaş bayiler bile korkmaktadır. “Korkuyu Yönetmek” şarttır. Ekibimden BHG “Kadastro İşleri”ni üstlenmiştir. Korku üzerine, korkuyu yönetmek üzerine toplantı yaparız ve yıl sonunda hedefler çok aşılır; TPK tarihi zirvesini yapar (9 yerine 30 ton gibi). Bu başarı öyküsünü “BEE / BE EFFECTIVE: ETKİLİ OL” mesajı ve “Cesur Adamlar” filmi ile 2004 yılı Mısır (Şarm El Şeyh) de paylaşıp Pazarlama Müdürlüğünü sevgili Ayhan’a devrederim. Böylece yazımın girişindeki marangozun hatasını yapmam. Böylece 2000 yılında Antalya’da DOD (Do Or Die) Mesajımı vurgulamak için anlattığım “Spartaküs Sendromu / Gölge Etkisi” algısının oluşmasına izin vermem. İşte bu nedenledir ki 2005 yılında “Artık tamam; ayrılmam kaçınılmaz; gidecek yer kalmadı; hadi bana eyvallah” demeye hazırken “YEGEM”leşirim.
Oniki yıl öncesinden de birkaç not aktarıp yazımı sonlandırayım. Mısır dönüşünden sonra, yıl biterken, 28 Aralık 2004 de Ülke Müdürüne bir ileti gönderiyorum ve hem başlığı hem de ekindeki bir slaytın adı şöyle: Son 20 yılda Copcu. Ve işte o kısa ileti aynen:
“…Taner Bey, “…shaping the future building on the past...” ya da “Ders almak” adına bu özet bakışla, 2005 de “Competence Development Manager (CDM)” lık benim için pekçok beklentimin ötesinde güzel bir görev (katma değer yaratabilmek adına). Umarım, sağlığım, sınır tanımayan heyecanlarım, hızım ve sizlerin beklentileri ile uyumum, bunu istenildiği sürede ve etkili bir biçimde sürdürmeye olanak verir. Saygılarımla. Mustafa”
Ve 2004 ün özeti olarak 2005 in CDM (YEGEM)li günlerine aktardıklarım (yine defterden aynen):
“…31.12.2004: Pekçok açıdan ~+ bir yıldı. İstikrarlı bir ekonomi; doların düşüşü (1.6 dan 1.3 YTL), artan ihracat. AB ile bütünleşme süreci. Uzakdoğuda deprem (15.000 de kalacak mı ?). Fethiye’de (16.08.2004) “düşmez kalkmaz bir Allah sendromu“. NC nin rutinleşen ağrıları (bugün de devam ediyor). AC nın ilerleyen rahatsızlıkları dışında iyi bir yıldı. Parasızlık gündemimizde hiç olmadı. İtalya ve Prag iki seyahatimiz çok güzeldi. Fusco’yu Çeşme’de ağırladık; o da bizi Milano’da. Herşeye rağmen ( zeytinyağlı Mustafa; Mısırlı Mustafendi; Gelgitli Ümit) 31.12.2004 için “paket” bekliyorum “veladdalin amin” demek için (kim derdi ki daha dört sene çalışacağım ve bu sürede hâla tıkalı dört damarla günde ondört ilaçla yaşayacağım). “Outsource”luğu yaşarken bir de beynime söz geçirip de geceleri uyuyabilsem. KC Boytaş’la daha bir disipline oldu. Codak’taki son varlık da satıldı ve kurtulduk kimi gözlerden, bakışlardan. NC ehliyet alma amacında, iyiyiz ve mutluyuz…”
ve 2005 içinde Fusco’nun ayrılışı; TA ın yükselişi; Paris’teki F2 öğrenme yolculuğuna katılışım ve bunun ülkemdeki ardıllarında görev alışım; KZ nikahında “Bize iman veriyor hür vatanın hür sesi, ebediyen varolsun İzmir Atatürk Lisesi” marşıyla hazırladığım filmle grevdeki Hilton’da evlenmeleri ve MAS6 da “Kelebek Etkisi” ve “Prof.M.Yunus Örneği” ile başlayan güzelliği paylaşmam ve bu paylaşımın dört ay sonra şekil değiştirmesiyle yine, yeniden bir yönetici çatışmasına dönüşmesi (sevgi, bakım ister; quae nocent docent / yaralayan şeyler öğreticidir).
Kapalı kapılar arkasında morarmalar sonrası “feedback öyle değil, böyle verilir” dercesine 21.11.2005 de otoriteye yazdığı ileti aynen şöyle:
“T… Bey, Bugün güzel bir gün.Yoğun geçen sohbetten aldığım pekçok mesaj var (iletide yer almayan ve yapmak istediğimi açıklayan konu: ignore negative pick up positive’tir). İçtenlikle paylaştığınız için teşekkür ederim. Algılayabildiğim anahtar sözcüklerim: Farklılıklarımız / Eleştiriler / Feedback & Disclosure (Johari Window) / Kelebek Etkisi ve konuşmaya “Giriş Değeri” ki bunlardan “Paylaşmak / Tavır / Geleceği şekillendirmek” adına umarım aldığım mesajları yaşama aktarabilirim. “Backbone” yaklaşımımızın temelini oluşturan Jim Beyin yargılarını ekteki dosyada göreceğiniz iki slaytta toparlamaya çalıştım (Gelişim Çarkı ve Beşinci Düzey Liderlik) ve yaşama aktarma çabası ile destekleyerek (üçüncü slayt) paylaşmak istedim. Saygılarımla. Copcu”
Peki ya kızgın otoriteden nasıl bir yanıt geldi ? İnşallah bir başka yazımda veririm. Sadece şunu da yazıp geçeyim. Yıl sonunda (31.12.2005) 2006 yılı için “YEGEM” olarak kendi görev tanımımı aynen şöyle yazmışım: “Çalışanların yetkinlik, yeterlilik ve enerji potansiyellerini tam ve süreklilik içinde kullanmasını sağlayacak şekilde, eğitim ve iş geliştirme etkinliklerini planlamak, koordine etmek, gerçekleştirmek, izlemek ve değerlendirmek”. Daha dört sene ve neleri, nasıl, ne kadar yapabildim ?
Yazı fazla uzadı; burada bitirmem gerek ve demem o ki; hayallerinizi TOMBUL’laştırabilirseniz; tırtılın “hayatın sonu” dediğine siz “Kelebek” dersiniz ve her yeni oluşum, değişim ve dönüşüm size ödül olarak gelir. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü