Yaşam Büfesinde “Allah Utandırmasın”

“…Ormandaki karıncalar müthiş bir düzen ve saadet içinde yaşayıp duruyorlarmış; ta ki kötü bir fil ormana musallat oluncaya kadar. Filin en büyük zevki karınca ezmekmiş. Günün belli saatlerinde ormana geliyor ve ezebildiği kadar karınca eziyor, keyif yapıyor sonra da gidiyormuş… Zamanın birinde az eğitimli bir genç, bir şirkete iş için başvurmuş ve satış bölümünde işe başlamış. Şirket patronu işin başından itibaren bu gencin işine çok karışıyormuş, giydiği kıyafetten, kolundaki ufak uğur bileziğine kadar. Her sabah o gün gideceği yerleri soruyor, yapacağı ve yaptığı görüşmeleri inceliyor. Gideceği bölgeleri belirliyor. Her akşam yaptığı görüşmelerle ilgili tek tek bilgi alıyor, görüştüğü kişilerin kartvizitlerini inceliyormuş. Aynı patron şirkette çalışan diğer personelin işine pek karışmıyormuş. Genç satıcı buna sinirlense de içine atıyor, tüm gün firma firma gezmekten yorgun ayaklarında çamurlar dolaşıyor, geceleri uykusuz geceler geçiriyormuş. En azından ara sıra eğitim verdikleri için, hatta bu eğitimlere yöneticilerin kendileri de öğrenci olarak girdiği için “kendimi geliştirim” diye kalıyormuş şirkette. Aylar sonra bir akşam yorgun argın, patronun kendisine şart koştuğu sekiz görüşme kotasını tamamlamış, şirkete dönüp patronun oadsına rapor vermek için girdiğinde patron “bu ara çok yoğunum, istersen bana görüşmelerini detaylarıyla anlatma, önemli bulduğun görüşmeleri kısaca anlat” demiş. Genç satışçının hoşuna gitmiş ve önemsiz görüşmelerden hiç bahsetmemiş. Birkaç hafta sonra patronun odasına girdiğinde patron “yoğunluğum çok fazla, istersen.. …”

CIA Plus 2 > Allah utandırmasın

Merhaba

Bir yanda karınca ezen fil; diğer yanda acemi satışçının herşeyine karışırken davranışı değişmekte olan patron… Ortak bir nokta var mı acaba ? Patrona ne oldu ki !

Satışçının hali tıpkı CINOS’un ilk evresinde (1985-1993) üzerimde kırmızı tulumla deli dana sendromu yaşayan bana benziyor. Sekiz sene sonra dayanamayıp da “ateşin yakıcılığını ve taşı sert olduğunu talep içeren yazılı başvurumun çerçevesi yapınca” bizim otorite yukarıdaki patron gibi tutum değişikliğine girmişti. Bunda kuşkusuz görev dışı gönüllü üstlendiğim “SSTC Eğitmeni” rolünü üstlenişim de etkili olmuştu. Bu etkinin iki bütünleyici yönü oluşmuştu: İlki benim kendime olan güvenim, özgüvenim yükselmişti; ikincisi de bu görevi üstlenmekle otoritenin bana bakışındaki “değer yargıları” değişmişti. Bu nedenle sekiz yıl sonra (1993) ara yöneticiler gemiyi terk etmeye başladığında ve de ülkesel bir krizin (1994) yakıcı etkileri arttığında görevim ve rolüm satışa yönelerek değişmişti. Teknikten satışa geçmemim ilk aylarında Budapeşte’deki ikinci IPM toplantısından sedye ile dönüşümde sebep zona olsa da zonayı yaratan neydi ? Üreten ve yöneten rolleri, beklentileri arasındaki uslup farkının yarattığı stresti. Ne günlerdi ama ?

Son bir aydır birkaç değişimin etkisi altında genellikle mutlu, zaman zaman yorgun günlerim geçiyor. Çeşme’deki cam tuğlalı dış duş yerinin kapısının cam olmasının yarattığı tartışmaya tanık olan Apo’nun şaşkınlığını görünce nedense tepkilerim, benden beklenmeyecek düzeyde düşük kalmıştı. Böylesi çok iyi oldu. Hem izi kalmadı hem de gereksiz yere yürek burkulmadı. Diğer yandan pompanın küresi patlamış diye hemen alıp geldiğim küreyi bir aydır takmayan Mehmet’e tepkilerim sürekli olsa da; hep low profile’da kaldı. Buna da şükür; çünkü aklım takılmadı. Güleç’ten hızla getirilen basınçlı boiler’den dayanılmaz boya kokusu beni rahatsız ve Ahmet ustayı gereksiz yere meşgul etse de bekleme sürecinde sıkıntılarım zirve yapmadı (aslında pek doğru değil; çünkü ilk gecem uykusuz geçti). Bunlar benim her zaman pireyi deve yapma becerimin etki alanı dışında kaldı (gibi). İyi ki kaldı. Belki de Çeşme Eylül Güzelliğidir bu hoşgörü sınırlarımı esneten… Ya diğer güzellikler…!

Bu yıl her iki taşınmazın bakım ve iyileştirme işleri için oldukça masraflı bir yıl oldu. Buna masraf dememek gerek. Doğru olanı yatırımdır. Önce Çeşme’nin pergolasıyla başlayan ve camlı bölme ile gerçekten ekstra güzelliğe kavuşan Bahar Yatırımı ki otuzbin lirayı aştı; buna değdi. Arkasından duş yeri konusu da güz yatırımı ile şimdilik yeter gibi görünüyor; boiler konusu ek bir sıkıntı yaratmazsa. Ya Mavişehir’de atılan adımlar …!

Bir kere dilekler, niyetler dile düşmeye görsün. Er ya da geç mutlaka gerçekleştirme adımları hızlanıveriyor. Her şeyin bir zamanı var ve çoklukla seyiric gibi kalsan da su akıyor, yolunu buluyor. Kahverengi kapılar beyazlaştı; çelik kasaları sütlü kahverengine döndü. Pancar’lı Yatsan’da Enis’le tanışıncı bu yaştan sonra en ölçülerimiz kırk santim daha genişledi. Sırtımız isteğe bağlı olarak yeni sert ve yumuşak zeminle tanıştı. Baş ucumuz ferahladı. Fazlalıklar atıldı. Perdeci Atilla ve Yusuf ekstra yardımlarla hem Mavişehir’de bizim ve hem de Reisdere’de Yalçıngillerin perdelerini almada bizi üzmediler. Kapı konusunda tanıştığımız Çorumlu Seyfettin Usta ve arkadaşları (İbrahim ve Cevdet Ustalar) işlerimizi zamanında ve tam olarak yaptılar. Mavişehir’in iyileştirme giderleri onbin lirayı bulsa da verdiği ferahlık, konfor ve dinginliğe katkısı çok daha fazla bir değere eşdeğer. Yaşam Gölünde yetmişinden sonra azalan fiziksel güçlerin kulaçları her zaman her şeye yetmeyince böylesi kolaylıkların, desteklerin katkısı daha bir fazla oluyor.  Çok şükür.

Ev işleri böyle yolunda giderken D&R’dan bu ayın kitabını aldım. Bundan daha sonra söz edeceğim. Kitap seçerken raflardan birinde Tom Peters’in yeni (!) kitabını karıştırmaya başladım: “Küçük ama Önemli İşler: Mükemmele Ulaşmanın 163 Yolu”. Ben Bay Peters’ı Waterman’la birlikte yazdığı “Mükemmeli Arayış” kitabıyla tanımıştım yirmi yıl önce. O kitapta “Sert ve Yumuşak Kavramlar”la tanışmış, o kitapta “Mc Kinsey’in Yedili Çerçevesi”nden etkilenmiştim. Bay Peters diyor ki “…Küçük ama Önemli şeyler üzerinde özenle ve sabırla çalışmak , size kariyer başarısından şirket kârlılığına kadar geniş bir yelpazede çok Önemli katkılar sağlayacaktır…” Kitabın bir sayfasına takılıp kaldım. Bu sayfayı cep telefonuyla fotoğrafladım. Aynen şöyle diyor “…Eğer insanlara ilgi göstermek, onları dikkatli bir şekilde dinlemek, en basit aksaklıkta bile aşırı tepki göstermek ; en küçük bir hatada bile deli gibi özür dilemek gibi bazı temel konularda  gerçekten, gerçekten, gerçekten, gerçekten, gerçekten, gerçekten iyi iseniz işleriniz iyi gidecektir; iyi zamanda da kötü zamanda da… Wooow !

Gelelim işlere güçlere… Bugün Netgillerdeyim. Netgillerden yazıyorum. Utku Ankara’da; ona da isteği üzerine bir ek mesaj gönderdim. Ana fikrini de rahmetli Prof.Arman Kırım’dan esinlenip “AGM / Adamına Göre Muamele” dedim. Bu kavram bugün akşam üzeri Netgillerle yapacağım toplantının da bir final ya da yan ürünü olacak; olabilir. Bu kavram “CRM / Müşteri İlişkileri Yönetimi” nin Türkçe versiyonu olarak düşünülebilir. Aynı şekilde doksanlı yıllarda tanıdığım “Konumsal / Durumsal Liderlik” çerçevesine de tam uyumlu olan AGM için Dr.Blanchard ve Hersey, yöneten ve yönetilen arasında “D1/S1,….D4/S4” gibi bir dinamik ilişkiye dikkat çekiyor. Yazımın girişindeki kırmızılı öykü de sevgili A.Şerif İzgören’in “İş Yaşamından 100 Kanguru” kitabının 149 ncu sayfasından bir alıntıdır. Devamı için kitabı okumanız pek çok ek fayda sağlayacaktır size. Bu kitabın benimle buluşması nasıl olmuş ?

Onbeş yıl önce, 10 Kasım 2002 de Kanal D’de Doğan Cüceloğlu’nu izlemişim ve şu notu kitabın ilk syfasına yazmışım. “Önce temel değerlerinizi keşfedin ve ayağınızla kafanız aynı yönde gitsin”. Demek ki kitapla onbeş yıl önce tanışmışım. Onbeş yıl önce CINOS’un üçüncü evresinde Synleşirken (eşdeğerleşirken), sinleşme (günahkar olma) sınırlarına yaklaştığım gelgitli yılları yaşıyordum. “Tamam; buaraya kadar” dediğim anlar oldu. Yine de 2009 a kadar sürdü. Hem de beklenti dışı gelişen rol ve görevlerle.

Yapabilene ne mutlu… Çok mu zor ? Ne gerek ?

Kendi tarzınızı oluşturup başarı öyküleri yaratmanız için gerekli olan ustalık yolculuğunda S1 den S10 a uzanan süreçte aşağıdaki üç aşamayı tutkuyla geçmelisiniz:

1.Farkındalık: Kendinizi sorgulayın ve farkındalığınızı geliştirin. Farkındalığınız geliştiğinde daha fazla seçenek olduğunu göreceksiniz. Daha fazla seçenekle daha doğru kararlar alacaksınız. Daha doğru kararlarla daha iyi sonuçlara erişeceksiniz. İşte bu sonuçlar kendi tarzınızla yarattığınız başarı öyküleriniz olacak.

2.Özgüven: Kendinizi sorgulayın ve bilginizi, becerinizi ve tutumlarınızı bilin, tanıyın; gerekli iyileştirmeleri yapın. Bunu sadece siz yapacaksınız ve çözüm sizin ellerinizde.

3.Motivasyon: Heves ve heyecanlarınızı sürekli yüksek tutun. Bunu önce kendiniz için yapın. Bunu kendinize bir yatırım olarak yapın. Zaman zaman “Babil Kulesi”nde yaşasanız bile bunu kendi kariyer yolculuğunuzun temel taşı olarak yapın. Babil Kulesi’nin iletişim açısından ne anlam taşıdığını biliyor musunuz ? “Babil (Babel) filmini izlediniz mi ? (https://tr.wikipedia.org/wiki/Babil_(film)

….yönetmen Iñárritu, film çekildikten sonra adını, konusuna uygun olarak; İncil’in ilk bölümü Tekvin’de ki yaradılış efsanesinden (Babil efsanesi) (Genesis) esinlenerek koyduğunu açıklamıştır. Efsaneye göre: Kendisini, her yönden gelişmiş ve ilerlemiş gören insanoğlu, göğün en yükseklerine ulaşma, Tanrı‘yı  görme, Cennete varma arzusu ile birleşerek, ‘babil kulesi, olarak adlandırılan. göğe doğru yükselen bir yapı inşa etmeye başlarlar. Bu kibirlerinden dolayı öfkelenen Tanrı, bu insanları cezalandırmak için, aynı dili konuşabilme özelliklerini yok eder ve her birine ayrı bir lisan verir. Artık birbirleriyle iletişim sağlayamayan insanlar kule yapımını bırakmak zorunda kalırlar. Anlaşamamazlık zamanla sevgisizlik ve huzursuzluğu da bereberinde getirince dünyanın dört bir tarafına dağılırlar. Iñárritu’ya göre: -“Gerçekte sınırlamalar insanın, kendi iç dünyasında yaşadığı düşüncelerdir. Mutluluğumuzu oluşturan şeyler toplumsal yapıya göre değişkenlik gösterirken, çaresizlik içinde ise hepimiz dindilırk farketmeksizin aynı duyguları yaşıyoruz. Babil, bizi ayıran değil, bizi birleştiren duygular üzerine bir film oldu” . Film de, yaşadığı toplum tarafından, diğer toplum bireyleri hakkkında empoze edilen düşünceler, kültürel iletişimsizliğin yanında, aynı dili konuşup, aynı evrensel yapıya sahip insanların, birbirlerini anlayamama sorununu da işlenmektedir.Farklı bir kültürden gelerek, farklı ülkelerde çalışan Meksikalı yönetmen, Alejandro González Iñárritu, konusunun geçtiği dört ülkenin dilinin kullanıldığı Babil’i, çocuklarına adayarak filme verdiği önemi göstermektedir…

Babil Kulesinden Babil’in Asma Bahçelerine (sünyanın yedi harikası içinde sayılan Babil’in Asma Bahçeleri gerçekte var mıydı ? Bu da ayrı bir konu) uzanan güzellikler içinde öğrenme ve ustalık yolculuklarınız hep aydınlık yollarda geçsin ev Allah utandırmasın.

Öykücü