Yaşam Büfesinde “Kırmızı Şişe (Umut)”

“…Tüm pazarlama yöntemlerinin ortak noktası, özümüze dönme arzumuzu harekete geçirmeleri, parayla veya modern yaşamın sıkıntılarıyla kirlenmemiş bir masumiyete geri dönme dileğimizi kullanmalarıdır. Her şey bize iç huzuru, manevi olgunluk ve daha iyi bir hayat satmak içindir…”

 

Deja vu PreCIA Mart-2016 Yetkinlikleri beceriye çevirmek > CIAPlus Ekim-2017 

Gizli stresin cepteki panzehiri ile kapalı kapılar ardında yaşam

Merhaba

Yukarıdaki iki tümce üzerinde düşündüm; düşündüm. “Vay canına !” dedim. Anlatım çok hoşuma gitti. “Kirlenmemiş bir masumiyete geri dönme dileği“, ne anlamlı, ne etkileyici bir yaklaşım. Çok sevdim. CINOS’taki 24 yıllık üretici/yönetici/lider rolleriyle; teknik / satış / pazarlama / insan kaynakları kulvarlarında 8/4/8/4 sürelerinde dengeli ve adım adım öğrenmeli geçen ustalık yolculuğumda neden böyle bir tümce ile karşılaşmadığımı sordum kendime. Ki ikinci sekiz yıllık dönemim, “Pazar Geliştirme Müdürü”, “Ürün Grup Müdürü” ve “Pazarlama Müdürü” sorumluluklarıyla geçti. Bu durumda pazarlama için bu felsefi yaklaşımı daha önce duymuş, bilmiş ve buna göre yol almış olmalıydım. “Özümüze dönme arzusu” ifadesi de çok güzel ve pazarlama bunu nasıl yapıyor da ben göremiyorum ? diye de düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu sözler tanınmış reklam uzmanı Martin Lindstrom‘un “Brandwashed” isimli kitabından.

Martin’ın kitabının Türkçe baskısında kapakta şu sözler var: “Pazarlama ve Reklamcılık Sektörünün Uyguladığı Hilelere Çarpıcı Bir Bakış” ve bu kitap şöyle tanıtılıyor (http://www.optimistkitap.com/kitap-detay.php?kitapId=95#.Wex7WFu0NPY) “…Çocuğunuzun sizden istediği markalı bir oyuncağı ya da çikolatayı aldıysanız, bir kitaba sırf çok satan kitaplar listesinde diye para verdiyseniz, en yeni gençlik modası sizi de esir aldıysa, yatakta iPhone’nunuzu eşinizle aranıza koyuyorsanız, Facebook’ta bir şeyleri beğendiyseniz, bir mağaza kartı için form doldurduysanız veya çantanıza küçük bir şişe antibakteriyel jel attıysanız, markalar sizin de beyninizi yıkamış demektir…

Masamdaki Ekim Çiçekleriyle Stressiz Günler

Yıkanmış beyinlerle ve “çokluk sarhoşluğu” içinde birinci masumiyetten uzak yola devam ederken bize umut satıyorlar. Şirketler son yüz yıldır bize umut pompalıyor. Umut işe yarıyor. Onu arzuluyoruz; onu istiyoruz. İstanbul’da başlayan ve İzmir’e sıçrayan konut reklamlarına bakın hepsi umut odaklı. Onu satın almak için aldığımız kredi umut yolculuğumuzun bileti. Bir gün bir nedenle giymek üzere aldığımız giysidir umut. “Kalbimdeki Deniz” de Kutsi evini satıyor; çünkü bir an evvel Deniz’e kavuşma umudunu gerçekleştirmek için. Bencil Alihan barını ve arabasını satmıyor eşi ve çocukları için; çünkü gelecek güzel günlerin umudu olarak görüyor sahip olduklarını. MAS kırtasiyenin sahibi Mustafa kazanç sağlama umuduylu, kâr etme umuduyla Zeynep’i zorluyor; Ümit’in karşısında kaybettiği toplum beğenisini yeniden kazanma umuduyla daha kaliteli RAW kalemini satın alma sinyallerini veriyor aynı Mustafa. Her adımımız umut için, umutla.

Martin anlatıyor: “…Gelir kaynaklarının azaldığını fark eden bir arkadaşım var. Bir gün garajında çalışırken rastladım ona. Bir dünya paraya aldığı Hummer cip ve sürat teknesinin yanındaydı. “Arabanla tekneni neden satmıyorsun ?” diye sordum. Madem ki parası yoktu, bunları satması mantıklı olurdu. “Olmaz” dedi. İnat için böyle konuştuğunu sandım. Ama sonra anladım ki o, o objelere- bu eşyalara- tutunmuştu. Onun için bir umudun ifadesiydi onlar. Satarsa hayalini kurduğu geleceğini de satmış olurdu. O objeler arkadaşımın birgün yaşayacağı dünyayı simgeliyordu…

Bu etkileşimin temelinde yatan etki ne ? Ya da masamın üzerine çiçekler böylesine umut saçarken neden gelgitler içindeyim ? Ben onları Japon bilirdim ve ilk defa 1982 de Antalya’ya gittiğimde sevgili Erol Yalçın’ın obasında konaklarken, çayla cevizi buluşturup da ilk defa ailecek yaz tatili yapmanın bulunmaz keyfini yaşarken tanıştığım kırmızı çiçeklerin asıl adının Japon değil Çin olduğunu söyleyince Hayriye şaşırmadım değil. Çin gülleri ile çocukluğumun 10 Kasım çiçekleri Kasım Patlarını aynı vazoda hergün buluşturan Nezuş’un sabah yürüyüşü sonrası tazelediği güzelliklerin etkisi altındayken neler oluyor da Martin’in reklam ve pazarlamaya bakışı aklımı çeliyor ? Pak’tan sonra Tac’lanan FÜC nun sağlık adına sağlıkla verdiği karar ne kadar da çok benim kariyer yolculuğuma ya da kader yolculuğuma benziyor. Sadece süreç daha hızlı. Hangi benzerlikler öne çıkıyor ?

CINOS’taki 24 yıllık çalışma hayatımda “İşte şimdi tamam !” dediğim iki kritik an oldu. İlki 1997 yılındaydı. Global birleşmenin doğal yansıması ile Ege’ye iki satış müdürü çoktu. Birinin ayrılması gerekliydi. Benim emeklilik sürem dolmuştu. Benim ayrılmam en doğru olanı, en doğal olanıydı. Ayrılmadım. Ayırmadılar. Alaşehir bağlarını gezdikten sonra TA ve XL ortak yönetiminde bir toplantı yapıldı İstanbul’da. Ona katıldığımda bana yeni bir görev şablonu oluşturdular. İlk önce adına “ASM / Agronomy Services Manager” dediler. Ben de espri olsun diye “Aman ne güzel Aslan Mustafa demek gibi bir şey” dedim. Genç otorite istihza ile yüzüme baktı (ya da bana öyle geldi) “O kadar saf olma !” dedi. İşte o zaman anladım milletin orasına burasına koyan mütahitin yakında pazara çıkacağını. Maksat muhabbet olsun. Zaman zaman üzülsem de 1997 den sonra 12 yıl daha sürdü CINOS beraberliğim. İşte 1997 yılında ben 52 yaşındaydım. Bugün 2017 yılı sonunda FÜC da aldığı karar anında yaklaşık 52 yaşında oluyor. Yaşlar aynı. Hızlanan ne ? O tarihten sonraki günlerde, yıllarda şirketin kimyası oluşmayıp da tartışmalar, sürtüşmeler ve esas olarak “Ben senden daha önemliyim” çekişmeleri durmayınca üç yıl sonra hem yeni bir birleşmeyi gündeme getirdi hem de ben by-pass oldum. By-pass ve öncesindeki üç yıla baktığımda defterimin kimi sayfalarında uykusuz gecelerdeki kalp çarpıntıları notlarım vardır. Ben by-pass olduğumda 55 yaşındaydım ve FÜC geçen yıl bugünlerde kriz geçirip de by-pass olduğunda 50 yaşındaydı. Beş yıl daha önce gelen kalp ağrıları aslında expat olmanın bedeliydi bir bakıma. Ben buna “deja vu” diyorum. Bu nedenle sünnetçinin vitrinindeki çalar saat gibi görünse de yazıma başka bir görsel bulamayıp Netin’deki 2016 ve son 2017 öğrenme yolculuklarından benzer kayıtların bir kısa montajını ekleyerek mesaj vermek istedim. Kime ?

Martin’in kitabını geçtiğimiz hafta kalem satışı simulasyonlarını gerçekleştirirken dinlenme aralarında Kerem’in iş yeri odasındaki kitaplıktan alıp okudum. Rastgele açtığım sayfalardan beynimin şartlandığı koşullara uygun mesajı seçip yazıma giriş konusu yaptım. “Umut”. Bir sonraki yazımda belki de “Wobegon Gölü Etkisi” yi ele alırım. Neden olmasın ?

Umut yolu yolculuklarınız açık ve aydınlık yollarda sağlıkla, sağlıklı; keyifle, keyifli ve huzurla, huzurlu sürsün.

Öykücü