Yaşam Büfesinde “Şifre ve Maviler”

“…Dilimize şifre sözcüğü Fransızca “Chiffrer” sözcüğünden girmiş: Rakamlaştırmak, bir yazıyı anlaşılmaması için kodlayarak yazmak (Erzurum 1970 / Orduevi / Genç meslektaşım / Mehveşin Maceraları/Süer A.). Fransızcaya İtalyanca “sıfır” veya “Arap rakamları” anlamına gelen “Ciffra” dan girmiş. İtalyancaya da Arapça “sıfır” demek olan “Şifr” den. Avrupalılar MS 1000 yılına kadar çok zaman isteyen ve hatalı işlem yapmaya açık Roma ve Eski Yunan sayılama sistemleri ile hesap yapmaya çalışıyorlardı. Bu insanlar Endülüs Müslümanlarının Hint kökenli 10 tabanını esas alan, konumlu ve sıfır içeren sayı sistemiyle hesap yapmayı kolayca ve çabucak yapabileceklerini görünce şaşırıp kalmışlardı. Öyle ki halk arasında sıfırın (şifr) büyülü, gizem içeren bir rakam olduğu kanısı yerleşmişti. Sonradan bu karışıklığı gidermek, sıfırı nitelemek için “null, zero” gibi yeni sözcükler türetilmek zorunda kalınmıştı (Arka Kapı; 2018/1)…”

Vezirleşme yolunda kendini sistematik sorgulayan potansiyel piyonlar (2013/2018: Müzik: I can fly)

Merhaba

Dün yağmur, bora korkuturken bugün sanki bahar. Park Yaşam’da Netgillere uğradım. Kısa bir görüşmeden sonra (CV ile “Sistem Disiplini” sağlama konusunda bir adım daha ilerlemenin faydaları konusunda görüş birliğine odaklı sohbet), önce yürüyüş yaptım. Sonra da kafeteryada UN ile buluştum. Genel ve özel konular yanında öğrenme yolculuklarının kapanışında final beraberliği; rutinlerin içindeki öğrenme fırsatları; Netgillerdeki sıçramalar gibi çerçeveler sıkı bir sohbet ortamı yarattı. Bu sohbet çerçevesinde olur da bu yakınlarda buluşmak ya da uzak diyarlarda gıyabımda sunmak gündeme gelir diye çok yinelediğim karelerden yeni bir montaj hazırladım. Adını da “vezirleşirken kendini sistematik olarak sorgulayan potansiyel piyonlar” koydum. Yayımladığımda belki yeni Netgillere katılan Orçun ve tam sorumluluk üstlenen Ali de izleyip kendilerince düşünce tarzı oluştururlar. Yıllar önce, Kerem lisedeyken zamanının çoğunu sanal ortamda geçirirken ve bu süreyi üretken kılarken “Byte Dergisi” alırdı. Ben de anlamadığım formüller, terimler, fotoğraflar arasından CINOS’taki işimin algılarıyla seçimler yapardım. örneğin Prof.İ. Kaya‘yı o dergideki yazılarından tanıdım ve özellikle “pazarlamayı” nasıl bilim haline getirmeye çalıştığını, öğrenmeyi keyifli kıldığını anlamaya gayret ettim. Böylece hocanın tarzını sevdim ve daha sonra kitaplarını satın aldım (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ismail-kaya/465975.aspx )

Hocanın “…İşlerin kapalı kapılar ardında planlanıp emirle uygulandığı bir dünyadan, “göç yolda düzülür” ve “her çiçekten bal” tarzı paylaşımcı açık pazarlama projelerine doğru bir gidiş kendini hissettiriyor…” deyişi ile bir zamanlar en sevdiğim televizyon dizisi olan “Ekmek Teknesi“ndeki Bay Kaçan (Heredot Cevdet !) tarihi öykülerle sevdirmeye çalıştığı gibi hoca da pazarlamayı esprili kılıyordu. Yirmi iki sene önce “Byte” idi Kerem’in masasından alıp da okumaya çalıştığım dergi, dün de “Arka Kapı” oldu. “Hayal gücü bilgiden daha değerlidir” demiş dergini editörü (https://www.arkakapidergi.com/). “Hayal” sözcüğü ile sevgili A.Ş.İzgören‘i anımsadım ve SMART’tan önce “TOMBUL” u öğrenmek gerektiğini bir kez daha düşündüm. Netgillerde CV ile kısa sohbetin devamında yeni ve geçici bir masanın üzerinde dikkatimi çeken bu dergiyi incelemeye başladım.  Yeni bir dergi (2018 ilk sayısı); bilişim için özel bir dergi ve adı: Arka Kapı. Neden bu isim ? bilmiyorum. Böylesi spesifik bir dergi neden ve nasıl oldu da benim dikkatimi ilgiye çevirdi ? Ne tür bir yarar umdum da bir çırpıda taradım ? Hangi algı kapılarım ve neden açıldı da dört sayfa not tutuverdim ? Etken olan derginin içeriği miydi; yoksa benim o anda nasıl olduysa oldu da boş algı anıma mı denk geldi ? Uzunca süredir Netgillerde duyup da ne demek ola ki diye merak etmediğim “VPN” neden şimdi ilgi alanımda yer aldı ? Ne oldu da birden “Ocean” ile “Droplet“; “Derya ve Zerre”, ya da “Habbe ve Kubbe” birbirlerine yakınlaştı ? Nasıl oldu da aklımın kıvrımlarında “Droplet” un “Damlacık” oluşu, tam 32 yıl önce Les Barges’daki iki haftalık “Öğrenme Yolculuğum“un “Ortanca (Median)” nın önündeki “Volume/Hacim” ya da “Number/Sayı” ile yeniden buluşturdu aklım Sistem1 den Sistem2 e geçerek ? Sorular, sorular, sorular…

Üç adam oturmuşlar, kırk yıl önce (1978) de şifrelemenin miladını oluşturmuşlar. Yazının icadından bu yana bilgiyi ve kodlamayı gizleyerek yapılan şifrelemeyi hem açık kılmışlar hem de güvenli. “Arka Kapı” nın yapısı içinde kısa makalelerden seçmeler yapan bilişim dışına kodlanmış, modlanmış aklım basite indirgeyerek anlamaya çalıştı VPN den RSA‘a giden algı gelişimini etkinleştirerek. Demek ki Dr.Maslow haklıymış; “yaşamda her gün eğitim, herkes (Arka Kapı) öğretmen ve her birimiz (Arka Kapı’dan alıntı yapan ben, benden fotoğraf çekip öğrenme yolculuklarında kullanma izni isteyen UN) sürekli öğrenciymişiz“. Önce sana konukçuluk yapan (hosting sağlayan) dijital dünya bir “Ocean/Okyanus” ise, senin o derya içinde damla (drop) değil bir “damlacık (droplet)” olman doğaldır. Senin payına düşen budur. Bunun kıymetini bil; özel olduğunu bil ve özel olma konumunu, durumunu koru. Hem uzaklara gidiyorsun, hem de evdeki kapalı devre sisteminle şirketinin sana verdiği özel hattaki görevleri buluşturmak istiyorsun ta ABD’den Çeşme’ye kadar. İşte uzaktan erişim yetkisi edinmek ve bunu da güvenli kılmak adına, uzaktan kendi yerel ağına bağlanabilmek için VPN (Virtual Private Network / Sanal özel Ağ) nini oluşturabilirsin diyen sistemin bir benzerini 2005 yılında Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören toplantı salonunda “seç birini” seansı ile başlayan “konuşma halkası” öncesinde de “networking/pairing” küçük becerisi de bu VPN düşüncesine hazırlıyordu beni. O zamanlar, on üç yıl önce bu yaklaşımın nasıl bir “kelebek etkisi” yarattığını anlamam çok kolay değildi. Bugün Netgillerin paradigmasında ve nefes alınan ortamında, ambiansında yetmiş üç de olsa yaş özümsemek kolay gibi geliyor insana. Bu nedenle “Arka Kapı“da devam ediyorum seçmelere. Nasıl olur da cümle aleme açık olan şifreleme aynı zamanda en yüksek güvenliğe sahip olur ? Biraz paradoksiyal görünmüyor mu ?

Şifrelemenin miladı denen 1978 yılında Ron Rivest, Adi Shamir ve Leonard Adleman soyisimlerinin baş harfleriyle anılan RSA Açık Anahtarlı Şifreleme Algoritmasının oluştururlar. Son günlerde “Tulumbayı Uçurtmak Algoritması” nda ilk defa kullandığım “algoritma” sözcüğünü fazla sevmeye başladığımı görüyorum. RSA sisteminin esası ilkokul matematik bilgisi düzeyinde basit; yazmak basit ancak şifreyi çözmek neredeyse olanaksız denecek kadar çok zor (en gelişmiş bilgisayarlarla yüzlerce yıl sürecek kadar). İşte bunun adı da “kriptoloji/saklama, gizleme bilimi” oluyor. Buna rağmen bugün her sekiz kişiden birinin parolasının bilindiği iddiası var ki temelinde “annenizin kızlık soyadını esas alıp da bunu soyağacı ve e-devlet gibi ağlarda paylaşılır kılarsanız” hata kimin ? Sistem hatası mı ? Hayır. İnsan hatası. Kriptolojinin zayıf yeri sistem değil, insan. Yazılım sırasında yönergeleri tam uygulamayan insan yöntemin tasarımındaki kusursuzluğa zarar vermekte. Bu nedenle sistem kullanıcıyı belirli kalıplar içinde davranmaya mecbur bırakmakta. Sen buna uymazsan ve 123456 gibi sıralı, oğlunun ismi gibi yaygın şifreler yaparsan ARS ne yapsın ? Bireysel mi ? Ya devletin rolü ?

Bayram Gök bey diyor ki “vatandaşın kendi gizliliğini önemsemediği bir devletin de gizliliği olmaz.” Bayram bey haklı. Yaşamadık mı ? Bülent beye suikast yapacaklar diye seksen yıllık gizli bilgi odasına girip de milyonlarca sayfalık gizli bilgi hakimin sefer tasındaki yemek gibi ABD ve İsrail’e ulaştırılmadı mı ? Soner ve Yılmaz haksız mı ? Sen şimdi kalk da uzunadamlıkla sefer görev emrinden bahset bugünün dijital dünyasında. “Rüzgarla Konuşanlar (Wind Talkers)” filmini izlediniz mi ? Japonların dilini çözme zorluğunun karşısına Navajo dilini çıkaran Amerikalılar  bunu neden yapmışlardı ?

Asi çocuğun (BC) elini bu kadar güçlendiren nedir ? sorusu da bir başka madencilik serüvenin iç dünyamda açtığı güncel ve beşinci pişmanlık konusudur (İngilizce / Motor / Cango / Cactus). “Merkez yok, Müdahale yok; Manipulasyon yok” sözleriyle ağın tamamına dağıtılmış olan dijital varlıklara gerçekten mi inandı da “aletimi keserim ve de yerim dedi McFee”.  Eşten eşe, elektronik nakit ödeme sistemindeki “Akıllı Sözleşmeler”in beş temel özelliği mi “asi çocuğu güçlü” kılan ? 1.Güvenlik (ne oldu, nasıl oldu da Japonyada 500m$ ı çaldılar ? Yönergelere uymadıkları için mi ?); 2.Hız; 3.Maliyet; 4.Yedekleme ve 5.Standartlaşma ki bu beş özelliği faydaya çevirmeli Netgillerin modüler SSTC Öğrenme Yolculuklarının finalinde. Peki ya “Maviler (Blues)” ! Onlar bir cazdan ötedeler ve içimize sezdirmeden giriyorlar. Nasıl mı ? Türleri neler mi ?”Bluetooth / Mavidiş” ne demek ve neden bilişim sektöründe kablosuz bağlantılar bu isimle gelişti ?

“Harald Bluetooth, MS 940-981 yılları arasında Danimarka ve Norveç’i bir arada tutan ve diğer Vikingler’in aksine savaşmaktan çok konuşmayı sevdiği söylenen eski bir İskandinav kralıdır. Kral, mavi böğürtleni çok sevdiği ve sürekli yediği için, dişleri mavi olarak dolaştığından kendisine İngilizce’de “mavi diş” anlamına gelen “Bluetooth” ismi takılmış…”

Meğer işin aslı astarı ile hiç bir teknik bağı, bağlantısı yokmuş “Mavidiş“in. Peki bugün “Mavidiş”in kolaylıklarının yarattığı boşluklardan hangi tür mavilerin saldırısı altındayız ve ne yapmalıyız ? Bunlara neden “uzaktan sömülülebilen zayifetler” ismi takılmış ?

Şunların çokluğuna bakın; farklı isimlerle ayrımlaştırıldıklarına göre demek ki her birinin saldırı yolları, şekilleri, yerleri, geçitler, girişleri, sızıntılar farklı. İşte birkaçı: Bluesnarf (Mavi Tüketme); BlueBug (Mavi Böcek): BlueBump (Mavi Çarpma); BlueDump (Mavi Yığın); BlueChop ( Mavi Kesme); BlueSmack (Mavi Öpme); BlueBorne (Mavi Bulaşma); Bluestabbing (Mavi Bıçaklama), Bluespooofing (Mavi Kopyalama), BlueStalker (Mavi Takipçi)… Daha nice nice maviler sizin hata yapmanızı, yönergeleri tam uygulamamanızı bekliyor…

Yukarıdaki mavilerden “BlueBorne (Mavi Doğanlar !?*)” bana Enstitülü yıllarımdan (1970 ler) bir anımı anımsattı. Çok bilmişlikle yaptığı istatistiksel analizin yanlışlığı savunurken “ben bunları OM1 e göre yaptım (yanlış olamaz)” demek isteyen meslektaşım SE ın olumsuz katkıları o kadar çok oldu ki pek çok kapı yüzüne kapandı. Aydın’ın küçük  bir kasabasında ilaç bayiliği açtığında ilaç veren ciddi firma kalmadı; güven eksikliğinden dolayı. Memurken ek iş olarak yaptığı ilaçlamalara götürdüğü iş gücü de kalmadı ücretlerini ödemediği için. Bir ara Adana yolcusu oldu. Bir ara ikinci eşinin çevre etkisi ile Söke dolaylarında siyasi çalışmalar yaptı. Bir ara Trakya’da başvurduğu akademik kadro için kapılar yüzüne kapandı.  Adam gibi adam olamadı kariyer (!) yolculuklarında. İşte bu arkadaşım doktora öncesi yabancı dil sınavına girdiğinde tercüme etmesi için çıkan konuda “seed borne, soil borne ve air borne” sözcüklerini, “tohumda doğanlar, toprakta doğanlar ve havada doğanlar” diye çevirince bir yıl daha beklemek zorunda kaldı yeniden sınava girmek için. “Bulaşma” sözcüğü en doğru olanı “borne” karşılığı için. Sonuç ?

“Mavidiş”in kolaylıkları var. Ancak gerekmedikçe açık bırakma; güvenmedikçe kabul etme; kullanmadıkça listende tutma. Unutma ki mükemmel bir sistem yok.

Mavilerin zulmünden koruyacak yönergelere tam uyum sağlayan sistem disiplini içinde öğrenme ve ustalık yolculuklarınızın keyifle keyifli; huzurla huzurlu geçmesi ve yolunuzun hep aydınlık ve açık olması dileklerimle.

Öykücü