Yaşam Büfesinde “Asimetrik Ortak(lık)lar”

“...Stres, fire of the life…Zamanınız sınırlı, bu yüzden onu başkalarının hayatını yaşayarak harcamayın. Aç kalın. Sizi enayi sansınlar. Vizyonumuz üzerinde kumar oynuyoruz. Bizim için daima bir sonraki rüya önemlidir. Umarım benim kadar şanslı olursunuz. Eğer yaptığınız işi sever ve bedel ödemeye istekli olursanız bunu yapabilirsiniz. Geceleri durmadan tasarlamak ve uykusuz geceler geçirmek, yapmak istediğiniz şey için harcadığınız her dakikaya değecektir. Tutku, vizyonunuzu güdüleyen duygusal yakıttır. Fikirleriniz sizi yıkmak isteyen insanlar tarafından tehdit edildiğinde, uzmanlar ve size en yakın insanlar tarafından ret edildiğinizde, tutku yaslandığınız şeydir. Hayalinizi dışarıda doğrulayan hiçbir şey yokken, devam etmenizi sağlayan yakıttır. Tutku sizi aksiliklerden korumaz ama hiç bir başarısızlığın final olmadığını garantiler…”

 

Netsgillerle “Geleceğe uzanan noktaları birleştirmek için geçmişe kısa bir yolculuk” (DANS-2013)

Merhaba

Bizimkisi “O”nu tanısaydı böyle yapmazdı. “O” nun ilkelerini merak etseydi kendi de gelişirdi. “O” nu öğrenmek için azıcık niyeti olsaydı “her şeyi biliyorum” diye caka satmazdı. Bizimkisini omzuna attığı ceketten, arkasına bastığı yumurta topuklardan kurtaramadık. Kendimizi de sürüklendiğimiz bataklıktan. Altı civarında mola veren dolar yine zıplamaya başladı. Bakalım şimdi de bizden hangi özverileri isteyecek. İsteyecek yüzü kaldı mı ? Karanlık salt ruhlarda değil ki; tencerenin dibi kadar, istemeyenin zenci olduğu bir arsızlık ortamında daha neler göreceğiz kim bilir yetmişi aştığımız günlerde. Ne demiş Bach “Yaşıyorsan bitmemiştir”. Kimin ağzıyla söylemiş bunu: Martı Jonathan. Yalnız bu sizin bildiğiniz Bach değil; bu R.Bach. Ormandaki yangından alfabetik sıra ile kaçarken “A” sırasından en başa geçen Bit’in Aslana dediği gibi “Ben sizin bildiğiniz bitlerden değilim“. Bizimkisi de öyle diyor “Ben sizin bildiklerinizden değilim. Bana benzer başka örnek bulamazsınız. Ben sizin babanızım; ben ne dersem o olur !”…Peki “O” kim ? “O” ya ait pek çok şey yazmak geçiyor içimden. Adını yazmayacağım. Kim olduğunu hemen bileceksiniz. Bana gelince; ben de yaşam gölünde kulaç atarken bazen şaşırıyorum; ben kimim, neyim, ne değilim ? 

Asimetrik Ortak(lık)lar

Bu kavramı aklıma düşürdüğümde hemen orkestradaki davulcuyu düşünürüm. Kemanlar müziğin her anında yayı çekerler; ter içinde kalırlar. Nefesli sazları çalanların konser boyunca avurtları şişer; yüzleri kızarır. Oda ister “Beyaz” olsun ister kırmızı saksafon çekmek öyle herkesin harcı değil. Üflersin, eflersin ve ses çıkmaz üflemesini bilemezsen. Peki, üflemenin ustası kim ? Eli sopalı adam üç saat boyunca müzisyenleri korkutmak için sopasını sallar durur. Arkalarda bir yerlere gizlenmiş olan davulcu üç saatte üç kere tokmağı davulu vurur. Ona gerek var mıdır ? Kuşkusuz vardır. O ne zaman vuracağını bilir. Aman kompozisyona herkes kadar katkım olsun diye konser boyunca ramazan davulcusu gibi durmadan tokmaklamaz. Belki de davulcunun konser sonrası için bir TIRı vardır. Belki davulcunun tokmaklamak dışında başka hünerleri vardır ? Kimi beraberlikler de böyledir. Yüzeysel bakınca göremezsin. Sevmezsen göremezsin. Gerek olduğunda öyle bir tuşa öyle bir hünerle dokunur ki sistem çalışır. Akort yerine oturur. Herkes mutlu olur. Bu durumda sonuca, bütünsel verime katkıları hesaplarken herkes vurduğu kadar, tokmakladığı kadar pasta yesin diyemezsin. Dersen eğer bu oyunun güncel versiyonunda bir sıkıntı var demektir. Savaşçının çok değer verdiği kılıcı yamulmuştur. Kılıç ustası yamulan kılıcın üstüne bir minder kor. Poposunu bir o tarafa, bir bu tarafa vurarak kılıcın üstüne oturur. Kılıç düzelmiştir. Usta 100 altın ister. Kılıcın sahibi “Oha !” der. Ya sonrası …?

Bir aydır Nâzım abinin interneti çalışmıyordu. Tanıtayım; Nâzım abi benim kayın biraderimdir. Eşimin tarafından X Kuşağımızdan son kalan erkek Dörtbudak’tır. Nezuş’la birlikte son kalan iki kardeşler. Onunla beraberliğimizin apayrı öyküleri vardır elli yılı aşkın. En akılda kalanaları da “Codak Günleri” dir. Oğlum Kerem’in bize ve kendisine bağlattığı yeni ve hesaplı internet servis sağlayıcısını Nazım abi de bağlattı. Ancak bir aydır internet kullanamadı. Kerem defalarca baktı. Modemdeki arıza bildiren kırmızı ışığı söndüremedi. Bir süre modeme “line/hat” gelmediği anlaşıldı. Yinelenen onca şikayete kimse yanıt vermeyince sinirler iyice gerildi. Fatura ödenmeye devam etti. Aynı konuda çok şikayet olduğunu internette gördük ki kimileri ana avrat giden, cinsel tercihleri şekillendiren uçlarda yazıya dökülmüştü. Çok şükür ki sonunda eve girişe kadar iletişim bugün sağlandı. Bugün yeni bir modem alarak Kerem’in katkılarıyla internet çalışmaya başladı. Çok fazla zahmet verdiği algısı ile dayısı (Nazım) Kerem’e “Bunca emeği bir başkasına verseydin yüklü bir fatura keserdin” deyince Kerem gülümseyerek “Başkası için bu emeği vermez, böyle bir işe zaman ayırmazdım” dedim. Ne kadar da bana benzeyen bir yanıt. Ben de ne diyorum paralı beraberlikler söz konusu olup da ücret söylenirken: “Para için hiç bir işinizi yapmam; ama yaptığım işin parasını alırım“. Çeşme’deyiz. Tatildeyiz. Kerem dün sabah 10 dan gecenin 22 sine kadar iki ayrı şirketin çalışma alanlarında ortak bir alan yaratıp da yeni bir kulvarda yeni ürün ve hizmetler oluşturmak için 12 saat görüşme yaptı. Güzel olan işi eğlenceye dönüştürmekti. Bunun temelinde “sevdiği işi yapmak” ya da “işini sevmek” var. Bu söyleyişin her iki versiyonunu da 7/24 çalışıp uykusuz gecelerde “Kesintisiz Kolaylık” sağlayan Netdirekligillerin hepsinde gördüm; görüyorum ve bundan gurur duyuyorum. Ben de 16+24+10 olan toplam 50 yıllık meslek hayatımda hep aynı şeyi söyledim: “Hem sevdiğim işi yaptım, hem de üstüne para verdiler” dedim. Bunu inançla, tutkuyla söylemeli herkes; özellikle de bugünlerde Netsgillerinin ikinci yarısındakiler. Yüzünde en küçük bir bıkkınlık işareti göstermeden, sabırla yardımcı olmak konusuna gelince. Üç oğlum var. Dayılarına bir ayda on kere yardımcı olma gayretini üçü için ayrı ayrı düşündüm ve içlerinde en çok “Nezuş’tan Yansıyan Dörtbudak Kanına” Kerem’in çektiğini anladım. Bana gelince (ki benim yaklaşımıma Copcu kanı diyorum); ben her zaman yapabileceğim kadar, istenildiği kadar, kişi ancak kendine yardım etmeye çalışıyorsa yardımcı olmaya çalışırım. Nezuş (Dörtbudak) ise elinden gelenin sonuna kadar. Bu konuda onlarla baş edemem. Etmeye de niyetim yok. Olması da gerekmiyor bence. Bu nedenle misyonumda diyorum ki “… için kendilerine yardım etmelerine yardımcı olacağım…”. İnancım kesin odur ki kendine yardım etmeyene hiç kimse yardımcı olamaz. Haksız mıyım ? 

Bence haksız değilim. Yazıma eklediğim video, 2013 yılındaki “NTN Diyalogu Geliştirme” toplantısından bir kesit. Beş yıl sonra yarın da benzerini yapacaktım. Son anda vazgeçtim. Çünkü beş yılda önerdiğim çok basit bir kaç adımın önemsenip yaşama aktarıldığına tanık olmadığımı gördüm. Sene sonuna kadar beklemeye karar verdim. Şimdi “O” ile devam etmek istiyorum. “O” nun en bilinen sözcükleri ile fazla uzatmadan Aralık 2010 da iş dünyasına yansıyan kesitlerden özet sunayım. “O” ne demiş ?

Onu ilk defa Stanfort Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmada izlemiştim. Oradan aklımda kalan ana mesaj “Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz” idi. Bu sözü çok sevmiştim. Ben geçmişe çok bakıyorum. Ancak bunu yaparken geçmişe takılıp kalıyorum mu diye de korkuyorum. Daha çok yarınlar için, özgün yaşanmışlıklardan daha etkili öyküler bulmak, yazmak, biriktirmek ve anlatmak için yapıyorum. Çünkü ben kendimi blogumun adında görüldüğü gibi “Öykücü, Öykü Anlatıcı / Story Teller” olarak tanımlıyorum. Bazen öykülerim “Sünnetçinin Vitrinindeki Çalar Saat” gibi görünse de bunu “Paradigma” ya da “Algı Farklılıkları“na bağlayıp kendimi teselli ediyorum. Asimetrik Beraberliklerdeki davulcu örneği gibi. “O” nun adı Steve idi. Onlar “Duble Steve” idiler. Neler yaptılar ? Neler yapmadılar ki ?

İki Steve bir şirket kurdular. Otuz yaşında şirketin CEO’su bizim birinci Steve’i şirketten attı. Bizim Steve herkese rezil olmuştu. Herkes onu enayi sandı. Aç kaldı, budala kaldı. Ama tutkusunu hiç yitirmedi. İşe sıfırdan başladı. Onun stresi içindeki yaşam ateşiydi. Tutkuydu. Çatıdaki kitaplığıma yıllar önce girmiş bir kitap var. İngilizce ve adı “Stres fire of the life“. Sanki bu isim “O”nu anlatıyodu. Huysuzdu.  Kovulduğu şirkete CEO olarak geri döndü. Yıllık CEO luk ücretinin “1 Dolar” oluşu ile fenomen olmuştu. Şirketten kovulduktan sonraki 10 yılda gerçek bir inovatör olmuştu.

* Kişisel bilgisayarı “O” bulmadı. Ancak “…Mac” serisi ile apayrı bir yer edindi.

* MP3 ü “O” keşfetmedi. Ancak öyle bir ürün hattı yarattı ki “ekosistem” kurdu.

* Akıllı telefonu “O” icat etmedi. Ancak akıllı telefonla özgün ürünlerini özel bir kulvar içinde bir seri olarak sundu.

O, aç kal, budala kal” derken “her şeyi bilmediğini” anlatıyordu. Bizimkisi ise her şeyi bildiğini. Bizim bir diğer şanssızlığımız da şirket değil de ülke oluşumuz. Gidecek başka yerimiz yok. Bizimkinin de yatacak yeri yok. Allah ıslah etsin. Allah akıl fikir versin. Allah hidayete eriştirsin de “Aman Allah’ım !” diyerek rüyadan uyansın. Gözlerini açsın ve gündüzün gece olmadığını anlasın. Önce çevresindeki bulutlar dağılmalı ki…İşte huysuzluğuna rağmen imrendiğim “O” nun 7 temel ilkesi. Bakalım “O” nelere inanmış, nelerin rehberliğinde yola devam etmiş. Önerileri neymiş ?

1. Yaptığınız işi sevin: Kalbinizi ve tutkularınızı izleyin. Beş yıl önce neler demişim ve CİM Trio 2018 neler düşünüyorlar ?

2. Dünyayı değiştirmeye can atın: Büyük işler yapmak isteyenler için çekici olun.

3.Beyninizi motive edin: Bolca deneyim kazanın ve ödülleri toplayın. Ben de diyorum ki “Kendinizi sorgulayın. Farkındalığınızı geliştirin“.

4.Hayalleri satın, ürünleri değil: İnsanların hayallerini gerçekleştirmeye yardım edecek ürünler yapın.

5.Gereksiz olana hayır deyin: Basitlik, sofistike olmanın finalinde ortaya çıkar. Defolardan kurtulmak zordur. Zoru becerin.

6.Delicesine harika deneyimler yaratın: Derin, süreğen duygusal bağlantılar yaratın. Kendi kulvarında, kendi ürün serilerin ve sürekli türevlerin olsun.

7.Mesaj iletmede usta olun: Ürün lansmanlarını sanat haline getirin.

İtirazı olan var mı ? Biz “Kurumsal Omurgayı” çizerken önce “Nereden geliyoruz ? ” sorusu ile “Öykümüzü” şekillendiririz. NTN bugün yaklaşık yedi yaşındaysa bu yedi yılın öyküsünü yazsak neler söylerdik ? İkinci omura “Markamız ne vaat ediyor ?” sorusuna bizim kadar müşterilerimizin hangi yanıtları verdiğini merak ederdik. Ortadaki “Denge” yi sağlayan “Ana Omur”u sona bırakıp en üst omur için “Nereye gidiyoruz ?” sorusu ile “Çizdiğimiz Yönü” ve/veya “Üst Sınırı” düşünüp “Stratejimizi” sorgulardık. Tamam derdik. Nereden geldiğimizi biliyoruz ve bilmelerini sağlıyoruz. Markamızın söz verdiğini yerine getirmede duyarlıyız. Hedefimiz, vizyonumuz da net. Peki oraya nasıl ulaşacağız ? İşte bu sorunun yanıtı “Tutkumuz” ki “O“nun da temel özelliği “Tutku” idi. Ortadaki “Ana Omur” a gelince; ayakta kalmak, hayatta kalmak için kısa vadeli eylemleri “sonuçlarla yönetirken“, uzun vadeli hedefler için, süreklilik için, “Hangi değerleri koruyacağız ?” sorusunun yanıtında yatıyor “Denge“. Beş yıl önce Netgillerin ikinci oluşumunda “DANS Ederken” dile getirdiklerim bugün de aynen geçerli. Bu temel değerler birer ilke ve yapmamız gereken de Bay Covey’in bir öğretici filminde dikkat çektiği gibi “İlke Merkezli Liderlik“.

Özellikle “Asimetrik Ortak(lık)lar“da orkestrasyonu sağlayan enstrümanlardaki davulcunun kırk yılda bir tokmak vuruşuna takılmadan beraberliğin gücüne odaklanmak gerek. Ortak hedef için bütünleşik eylemlerde kurumsal değerleri korumak gerek. Haftalık programları vicdanın güdümünde görüp tutku ile işe sarılıp işi sevmek gerek. Her şey sizin ellerinizde. Siz yeter ki isteyin. Ve unutmayın ki her işin bir bedeli var. Bedelin ne olduğuna gelince…

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü