“…Bir istiridye komşu istiridyeye “İçimde cidden büyük bir sancı var. Ağır ve yuvarlak. Ondan dolayı eza ve cefa içindeyim” dedi. Diğer istiridye böbürlenmeyle karışık bir hoşnutlukla cevap verdi: “Gökler ve denizler şahit olsun ki, içimde bir sancı hissetmiyorum. İçeride ve dışarıda da sıhhat ve afiyetteyim”. O sırada bir yengeç oradan geçiyordu. Her iki istiridyeyi de konuşurken duymuştu. İçeride ve dışarıda sıhhat ve afiyette olan istiridyeye “Tamam sen sıhhat ve afiyettesin. Ancak komşunun içinde hissettiği sancı, gerçekte sınırsız güzelliğe sahip bir inci” dedi (Halil Cibran)…”
“Otobüs” ve “Yumurta” > J.C.nin metaforları: “Kuluçka Dönemi Kelebek Etkisi” ve “Otobüs Yolcuları”
Merhaba
Belki bu kez sonuna kadar giderim. Olumlu havamı koruyup umutlarımı yansıtırım. Her gün gözüme ve kulağıma sokulan, beyin yıkama benzeri olumsuzluklara odaklanmadan kenarından teğet geçerek yazımı tamamlarım. Bundan önceki sekiz yazım hep taslak olarak kaldı. Son günlerde sürekli olarak “İkinci Masumiyeti” aradım. Ellerim boş kaldı. Bulamadım. Bu arada “Gerekçeli Karar” ortaya çıktı. Heyecanlandım. Kimin hırsız, kimin yalancı, kimin neyi nasıl çaldığı benzeri sorulara boş yere somut kanıt ve yanıt aradım. Bulamadım. Ertesi gün netleşir diye umdum. Baktım hep aynı nakarat, tıpkı Nazan Öncel‘in şarkısında söylediği gibi: “Yarısı bayat, hep aynı aynı, aynı nakarat” (https://www.youtube.com/watch?v=eXQnzfI_PTk ). Bu nedenle Portakal’lı TV den de vazgeçtim bir süreliğine. Bugün bu yazımı bitirebilmek için hemen yanı başımdaki “Birinci Masumiyet” için arşivimi taramaya başladım. Beş sene öncesinden bulduğum video karelerinden medet umdum. Beş yıl önce Netdirektli İrem Copcu (NİC > CİN) 8, Netdirektli Demir Alev (NDA > DNA) ise 6 yaşındaydı. O günlerde henüz 31 Mart yürek burukluğunu yaşamadan gayretlerimi “Oyun Gibi Öykü”lendirmeye çalışıyormuşum. Küçücük bir enstantane “NDA Nasıl İş Geliştirme Müdürü oldu ?“. Bu sorunun yanıtı “Soruların Gücü“nde gizli. “İşleri düzgün yapma müdürü” olmak istedi. Ve hemen ardışık olarak da “İşleri düzgün yapmak için para gerek” ve NİC nin de rolu ortaya çıkıyor. Aradan beş yıl geçti ve gelecek beş yıl sonunda, 2024 de bakalım yolculuklar nerelere uzanmış. Kimbilir belki de yaşamlarında Londra veya Karadağ günleri başlamış olur. Gün doğmadan neler doğar ! “The Sun Also Rises“… Genç Netdirektliler bugün beş yaş daha büyüdüler; genç kız ve delikanlı oldular. Onlara bakınca Jim Amcanın “4 Metafor“undan “Yumurta ve Otobüs“ü yeniden düşünmeye başladım. Genç Netdirektlilerin on yıl sonrası için “Kuluçka Dönemi“ni yaşadıkları beş yıl öncesine bakınca “İnci“yi görebiliyorum. Çok şükür ki ebeveynlerinin “Uykusuz Geceler“le bedel ödemelerinden dolayı içeride ve dışarıda bir sancı çekmiyorlar. Kimi zaman ebeveynlerinin tüm yaz boyunca süren “Çeşme Keyfi” ağustos böceğinin saz çalmasına benzetse de ruhum işlerinin özelliği ve becerilerinin zenginliği “Uzaktan Kumanda” ile verimliliği koruyor. Bu nedenle ben de çoğu zaman Ferdi Kalem’in yazdığı öyküdeki gibi ağustos böceğinden özür diliyorum. Ferdi Kalem kimdir ? Adını on yıl önce basılmış bir kitapta Uludağ Üniversitesi öğrencisi olarak gördüm. On yılda hangi kariyer yolculuklarını tamamladı ve şimdi nerelerde ne yapıyor bilmiyorum. Internette hakkında bilgi göremedim. Kendisi ansiklopedi bilgisine dayanarak “Karınca ile Ağustos Böceği Öyküsünü” değişik bir bakış açısına oturtmuş. Bunu paylaşmadan önce “Genç Netdirektli Finans Müdürü İrem” in yazıma eklediğim filmdeki şu sözlerine (filmin 4.25 dk sında) dikkat çekmek istiyorum: “Bu Netdirekt ne zaman bizim olacak acaba ? On sene sonrayı ben bekleyemem“. Bunda birkaç güzellik var. İlki benimsemek ve ikincisi de buna inanmak ve heves etmek, işi, daha doğrusu bu görüşmeyi ciddiye almak. Diğer bir konuda “SSTC Öğretileri“yle ben soru sorarken olası yanıtları da kestirmeye çalışıyorum. Ne var ki çocuk olmanın özgürlük sınırları o kadar geniş ki çoğu zaman sürpriz yanıtlar alıyorum. Bu da beni, kendim için daha mutlu ediyor, daha hevesli kılıyor. Örneğin on yıl bekleyemem diye İrem’e “Süreci hızlandırmak için ne yapmak gerek ?” diyorum. Yanıtı ise tüm çalışanları işten çıkarıp kendi adamlarını yerleştirmek oluyor. İlginç bir yanıt. Tıpkı günümüz siyasetçilerin yaptığı gibi. Gelelim ağustos böceğinin gerçek öyküsüne ve söze şöyle başlayalım:
“Bağışla bizi ağustos böceği,
…Ağustos böceği ile karınca öyküsünü bilmeyen yoktur. Tüm yaz boyunca çalışan didinen sevimli karıncayla ona inat, yan gelip yatan, saz çalıp şarkılar söyleyen, eğlence düşkünü ağustos böceği öyküsünü herkes bu şekli ile bilmektedir. Yıllarca bu öyküyü anlattık bilmeyenlere ve çocuklara hep çalışkanlığı öğretmek için karıncayı örnek gösterdik.
Ağustos böceğine ise “tembel” dedik, “vurdum duymaz” dedik, “Çalışmazsanız onun gibi alay konusu olursunuz” dedik, öğüt verdiklerimize. Karıncayı yücelttik, onu ise hep yerdik, ne büyük haksızlık ettik ona, hiç bilmedik gerçeği…
Oysa o bir anneydi, hem de en özverili anne. Peki, karınca gece gündüz çalışırken o neden hep oturuyordu, hiç kalkmıyordu yerinden, neden saz çalıp durmadan şarkılar söylüyordu ?
Çünkü ağustos böceği yumurtalarını henüz bırakmıştı ve yumurtalarının olgunlaşıp birer yavru olması için çok yüksek bir ısıya gerek vardı. Hem de öyle yüksek bir ısı ki ağustos sıcağının o kavurucu etkisi bile az geliyordu. Bu yüzden ağustos böceği o sıcakta yumurtalarının üzerinde durmak zorundaydı. Yumurtalarının olgunlaşması için her şeyi yapmalıydı ve biz bunu hiç anlamıyorduk. Ve bu ısı hâlâ yetmiyordu; daha fazla ısı için yumurtalarına kanatlarını sürtüyor, çırpınıyor, çırpınıyordu yavruları için…Biz bunu eğlence sanıyorduk. Kanatlarından çıkan vızıltıları duyup ağustos böceği saz çalıyor diyorduk, ne de çok yanılıyorduk. Bu da yetmezmiş gibi sıcaktan kavrulan, vücudunu parçalarcasına kendini mahveden bu annenin iniltilerini, çığlıklarını anlamıyor ve ağustos böceğini şarkı söylemekle suçluyorduk; nasıl da yanılıyorduk. Ve kış boyunca zor durumda kalmasına aldırmıyor “O bunu hak ediyor” bile diyorduk.
Ama onu anlayan birisi vardı. Yakın dostu karınca aslında onun ne denli acı çektiğini biliyordu ve ona “Sabret dostum, tüm bu acıların karşılığında mutlu olacaksın” diyordu. “Yavrularını kucağına aldığında tüm bu çektiklerine değecek, o anki mutluluğunu birlikte paylaşacağız. Çünkü ben ikimize, hatta yavrularına da yetecek kadar yiyecek topluyorum”.
Biz ise karıncayı da suçluyorduk, belki de. Yaz gelip geçip de kış iyiden iyiye kendini gösterdiğinde karınca ağustos böceğine : “Yazın çaldın saz, şimdi oyna biraz” demiyordu aslında, biz yanlış anlamıştık o cümleyi “Dostum çok çektin bu yaz, şimdi rahatla biraz” diyordu. Ve yemeğini ağustos böceği ve minik yavrularıyla paylaşıyordu…
Çok bilinen öykünün orijinal şeklinin ana mesajı “çalışan kazanır, elması kızarır” ise de bu versiyonu “hiç bir şey göründüğü gibi değildir” olabilir. Bence yerine göre ikisi de önemlidir. Biz yine de ağustos böceğinden bizi affetmesini dileyelim ve Kerem’in panelin kapanışında sözlerini anımsayalım: “Hiç bir emek boşa gitmez ve emeksiz yemek olmaz”
Netgillerin geleceğini şekillendirecek olan CİN (CopcuİremNetdirekli) ile DNA (Demir Netdirekli Alev) ve onları altı yıl farkla takip eden CDN (CopcuDuruNetdirektli veya Netdirekt’in büyüme evresinde iz bırakan “ContentDeliveryNetwork”) ile ömrümüz yeterse 2024 yılında nelerin nasıl oluştuğunu göreceğiz. Hepimizin yolu açık ve aydınlık olsun ve 23 Hazirandan sonra ülkem için “Her şey çok güzel olacak” diyerek sağlık ve esenlikler diliyorum.
Öykücü