Yaşam Büfesinde “Sekreterin Kaderi”

“…Cani adam 99 kişiyi öldürdükten sonra pişman olur. Tövbe etmek ister ve affedilmesi için ne yapması gerektiğini araştırır. Ona “şuralarda bir alim adam var, git ona danış” derler. Alim adama gider. Anlatır ve ne yapması gerektiğini söyler. Alim adam ona “99 kişi öldürmüşsün senin affedilecek haline yok” der. Cani adam “Madem öyle...” der ve onu da öldürür “Şimdi 100 oldu” der. Bir süre sonra yine pişmanlık duyguları artar. Yine sorup soruşturmaya başlar. Ona “Tee oralarda daha alim bir adam var; ona git” derler. Pişmanlık ve tövbe niyetiyle yola çıkar ve yolda ölür. Öbür dünyada durumu tartışılır ve niyeti iyi olduğu için cennete gitmesine karar verilir…”

Bahçe Partilerinin (Syngiller-2006 ve Copcular-2019) dili var; Özlemler ve Gerçekler; Sekreterin Kaderi (Öykücü Nezuş)

Merhaba

Yazımın girişindeki öykü, sesi cübbeliye benzeyen, yaşını tahmin edemediğim müftü efendi tarafından iki gün önce Cuma vaazında anlatıldı. Evim camiye yakın olduğu için cuma selası başladığında yola çıkarım ve sela bitmek üzereyken camide her zamanki yerimi alırım. Benim yerim kıbleye yöneldiğimizde ilk sıranın sol ucudur. Rahmetli Şaban Abi de en sağ ucunda otururdu. Çoklukla birinci ve her zaman ilk beşin içinde olurum camiye girme sırasında. Nezuş da pek anlam veremez bu kadar erken camiye gidip de herkesten sonra, en geç eve gelişime. Hem ilk sırada olduğum için hem de başta imam (Ahmet Hoca) olmak üzere kimilerinle (özellikle Albayrak’lar, meslektaşlarım Vural ve Seyhun gibi) cumalaşmak için zaman geçirdiğimden camiden çıkışta her zaman en sona kalırım. Bu nedenle çoklukla ben çıktığımda cuma günleri dağıtılan “Hayır Lokması” da kalmaz. Her kim önüme çıkarsa cumalaşırsam da her nedense yolumun üstüne çıksa da yönümü değiştiririm, peruklu sahtekarla cumalaşmak içimden gelmez. Yukarıdaki vaazdan sonra sadece perukluyla karşılaşmaktan değil camiye gitmekten soğumak üzereyim ve komşum Hüseyin gibi her an vazgeçebilirim. Araftayım. Dayanamadım ve Ahmet hocanın cuma mesajına yanıt vermeyi vesile kılıp WhatsApp’tan içimdekileri ona döktüm. Aynen şöyle gelişti diyalog:

Ahmet Hocanın cuma mesajı şöyle: “Akıllı adam nasıl konuşulacağını bilir. Hikmetli adam ise nasıl suskun kalınacağını bilir. Hayırlı cumalar olsun“.

ve benim mesajım: “Merhaba Ahmet Hoca, Çok güzel bir mesaj. Bugünün vaazına da uygun düşmüş. Çeşme Müftüsünün bugünkü konuşmasında “niyet” odaklı olarak verdiği cani örneğini itiraf etmeliyim ki sevmedim. Sevemedim. İçime sindiremedim. Ben de eğitimlerimde “Niyet ve Zihniyet” konusuna dikkat çekerim. Özellikle “Niyetin Safiyetine” vurgu yaparım. Ancak bugün “99 cinayet işleyip pişmanlık ve tövbe için bir alime giden, onu da öldürüp sayıyı 100 e tamamlayan ve tekrar pişmanlık ve tövbe için yola koyulup yolda ölen adamı cennete koymak” bence…Bu cümleyi herkes kendi akıl ve vicdanına göre tamamlasın ve dinden beklenen faydalardan birisinin de bu dünyada karşılıklı hak ve ödevlerin belirlenmesi, sağlanması ve korunması olduğuna inanarak bu mesajı verenin akıllı ve suskun kalanların hikmetli oluşuna karar verirken de …Kusura bakma Ahmet Hoca uzun bir mesaj oldu. Yarım bıraktığım iki cümlenin doğru tamamlanması için yaşadığım küçük bir anıyı paylaşmak istiyorum. Ortaokulda okuyordum (1958). Yaz günüydü. İzmir Fuarında arkadaşlarımla gezerken THK nun pır pır uçağı propaganda kağıtları attı. İlkokuldaki okuma fişleri gibiydi. Yere düşen kağıtları kapmak için koşuşturduk. Benim aldığım kağıtta aynen şu yazıyordu: BİZİM DİNİMİZ AKLA MANTIĞA UYGUN OLDUĞU İÇİN MÜKEMMELDİR. Kaos eşiğinde yaşadığımız bu günlerde 100 adam öldür ve pişmanlık yolunda ölürsen seni cennete alırız diyebilen bir düşünce tarzını faydasızlık bir yana “akla ziyan” olarak da gördüğüm için ben bir süre uzak kalsam iyi olacak gibi geliyor bana. İstersen mesajımı Müftü Efendiye de gönderebilirsin. Sağlık ve esenlik dileklerimle, selam ve sevgilerimle cumanızı tekrar tebrik ediyorum. Allah’a emanet olun…

…ve 6 dakika sonra yanıt geldi: “Israrla bu örneği ortaya koymaları hoş değil. Bunu sürekli dillendirmekteki maksadı ben de anlamadım“.

ve benden diyalogu şimdilik sonlandıran mesaj: “Hızlı yanıtınız için teşekkür ediyorum. Kendinize dikkat edin. Yolunuz açık ve aydınlık olsun“.

Daha sonra düşündüm de belki de asıl mesaj gizli olarak şudur: Alim adamı öldürdü diye cennete girmeye hak kazandı ilimden, bilimden nefret edenlerin düşünce tarzına göre. “Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına ?“. Bir kaç gün önce Numan efendinin itiraf ettiği gibi müftü efendiler bu tür vaaz verirlerse siz daha çok “Cuma Cemaati” kaybedersiniz. Aklı mantığı olan insan bu tür bir safsataya inanıp imanını sağlam tutabilir mi ? Buna inananlarla İslama yaftalanan insana kıyma yargısını nasıl çürütebiliriz ki ? Sözde profesör olacak bir alim adam (!) belki de haklı olarak okumuşlardan korkuyor ve “Liyakat” yerine “İtaat/Biat” arayan zihniyet ancak alim adamı öldürüp de yüze tamamlayan pişmanlık yolcularıyla bu dünyadaki yerini korumak ve cenneti doldurmak istediğine göre bize o cennette yer olmasa gerek…

“Yarım doktor candan, yarım hoca imandan edermiş”. Doğruymuş. Ben en iyisi Behzat Ç. nin dördüncü bölümüne döneyim ve Cumanın bu mantıksız, akla ziyan vaazını bir kenara bırakıp ve henüz camiden vazgeçmemek için zihnimizin odağını değiştireyim. Bu söz verişle 2006 dan bir “Garden Party (Bahçe Partisi)“nin güzelliklerini aradım çatıdaki çeyizlerimden. On üç yıl önceydi. CINOS‘un üçüncü evresinde (Syngilleşme) uzatmaları oynuyordum. Adına kısaca “CDM” dedikleri özel bir oyun alanı yaratmışlardı benim için ve ben “Pazarlama Müdürlüğü“nden sonra ayrılmaya hazırken. Genç genel müdür altı yaşındaki torunum Eren’in yargılarını yadsımadan kariyer basamaklarını hızla yükseliyordu Avrupa’da bir grup ülkelerin müdürü olurken. Bu gelişmeler hem onun hem de oğlum Kerem’in denk gelen doğum günlerini kutlamayı da içeren bir kurumsal bahçe partisi ile kutlanıyordu (24.06.2006). Biz Copcu’lar Zeynep’in İrem’e olan hamileliğinin altıncı ayı içinde bu partiye “on buçuk Copcu” olarak katılmıştık. Oğlum Ümit’in bir ara Bursa’da bunalması sonucunda Syngilleşme sinyalleri vererek İsviçre’ye mülakata bile gitmesinden sonra (tıpkı Musa’nın 1992 de Cibalaşırken yapılan ayak oyunlarına benzer aldatmacalar nedeniyle haklı olarak) vazgeçmesinin yarattığı kırgınlık (2004) aşılmış ve genel müdürle diyalog yine eski sıcaklığına kavuşmuştu. İşte bu samimiyet içinde Nezuş’un da iyi bir “Öykücü (Storyteller)” olduğunu eklediğim kolajda görebilirsiniz.

Sözün özü; bu yazımda bir cuma vaazının aklımı yoran ana mesajıyla, bundan kurtulabilmek için 2019 dan 2006 a uzanan iki bahçe partisinin güzelliklerini görselleştirerek buluşturup enerjimi yitiren olumsuzluklardan kurtulmak istedim. Umarım içimdeki kabarma (öfke demeye dilim  ve elim varmıyor) geçer ve gelecek hafta Numan Efendinin sözünü ettiği yitirilmiş cuma cemaatine katılmam. Sağlık ve esenlik dileklerimle.