“…Düşün, onu kabul et ve Allah’a dua et (1998). Doğruyu bulmak için AKIL, seçmek için İRADE ve sürdürmek için GÜÇ… Ejderhayı öldürmek gerek Hepsini yaptım ve yine de camiden kaçmaktan kurtulamadım (2019)… Lider yakın mı, uzak mı dursun; takımın ne kadar içinde olsun ?…Artık geçmişin kuralları geçersizdi; pullsuz olmuyordu. Rahatlık zonunda konfora alışmış olanlara nane yağcılık zor geliyordu (ve de gereksiz, anlamsız)… Malatya hepimize uzaktı. Kayısı bize yabancıydı; kayısıcı da…Yirmi bir yıl önceydi (1998). Değişen piyasa kuralları ve yeni teknolojilerle hiç olmayan fırsatları yaratmak istiyorduk. Büyük bir ejderha gibiydik; kuyruğumuza tekme atsalar iki yıl sonra kafamızda hissediyorduk. Kurumsal hafızamız zayıftı. Bugün kendilerine uyarak yaşadığımız kararların geçmişte hangi mantıkla alındığına dair bilgiler yetersizdi. Fikirler, projeler ve programlar siste solarak kaybolmuş gibiydi… Ne zaman ki Ali’nin aracılığıyla Gedik Ailesine konuk olduk; rahmetli Ahmet Amca “Bundan sonra gardaşız…” demiş ve eklemişti. Eklentisi espri olsa da gözüm korkmuştu…”
Malatya kayısılarında Gedik Ailesi ile başlayan ustalık yolculuklarım (1998 den 2006 a)
Merhaba
Çeşme’de deniz ve kumsal bize kaldı. Hava azıcık serinlese de şimdi yılın en güzel zamanı. Sahilde sabah yürüyüşü daha bir fazla keyifli. Çevre temizliği şimdi daha kolay. Poşetler 25 kuruş olduğundan bu yana çöp toplamada en büyük sıkıntım çöpleri dolduracak torba bulamamak ki buna sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Gerçekten de poşetin 25 kuruş olması makarna ve kömür odaklı halkımıza ekmek, benzin ve et fiyatlarındaki artıştan daha fazla etkilemişti. Şaka değil gerçek ve en somut örneği de sahilimizdeki çöpler arasında artık markalı market poşetleri yok. Bu nedenle sahilde bulduğum üzerinde bilmemne bakanlığının adı yazılı olan seçim rüşveti kömür torbasını her gün doldur boşalt olarak kullanıyorum. “Kızılgerdan“ı bitirdim ve denizde ufka dalıp Barış’ı çok özlediğimi anladım. Özel televizyon kanalındaki “When Calls The Hearth” isimli dizideki atlı polis Jack’ın gözlerine baktıkça Barış canlanıyor gözümde. Bu düşüncelerle Barış’ın armağanı olan Kızılgerdan’ı bitirince altı yıl önce satın aldığım “Kayıp Romanlar (Vedat Türkali)” ı yeniden okumaya başladım. Çok gayret ettim ve hep aynı ortamda hep aynı odaklı anlatımı okumayı sürdüremedim. Çatıya çıkıp yine altı yıl önce satın almış olduğum “Böyle Buyurdu Zerdüşt” u okumaya gayret ettim. Okuma hevesi iç dünyanın bir yansıması olarak şekilleniyor. Buna rağmen anıların ışığında dünden bugünle yarınlara bir mesaj aktarma isteğim depreşiyor. Bu düşüncelerle 1998 yılına odaklandı aklım ve İzmir’den Malatya’ya uzanan 1998 ila 2006 arasındaki sürecin görsellerine takıldım. Daha sonra ABG la beraberliğimde de CRS dan KRS a değişen çerçeve içinde 2009/2011 arasında da yolum Malatya’ya düşmüş ise de 1998 in CINOS’un belirsizlikler taşıyan ortadaki “NO” sürecinde duyduğum hazzı ve Synleşme sürecinde “Şire Pazarı”ndaki kırmızı tulumlu halimin öğretilerini daha çok sevdiğimi görüyorum.
Nasıl bir yıldı 1998 ve nelerin öncül ve ardılıydı ?
Yazıma eklediğim 1998 yılı başlangıçlı olan görselin ilk adımını “Aman geç kalmayalım !” düşüncesiyle Mart ayında başladı. Henüz by pass olmadığım için (iki sene daha farkına varmayacaktım) ne yemeğimde sınır vardı ne de sigaralı ortamlarda nane yağcılık yapmaktan geri duruyordum. CINOS’un kısa süren orta evresinde (deklarasyon 1996 Mart-Kasım 1999; gerçekleşme 1997/2001) MDM olmanın ne demek olduğunu Malatya yollarında daha iyi anlayacaktım. Malatya’ya uzanan yollar ve yolculuklarının yapı taşları 1995 Bağ-Sultana Projesi ve FST lerde ustalaşma ile atılmıştı. Mehmet’le birlikte bağda başlayan öğrenmelerimiz Mehmet’in Urfa’ya yerleşmesiyle önce Adana Ekibiyle daha sonra Malatya’da yerleşik İlker ile daha etkili olacaktı. Öyle ki uzaktan kumanda ile ve “Ejderha” olmanın ataletiyle henüz Synleşme sinyalleri yokken ve NO’laşmanın temelsiz programları oluşurken kayısıda 0,75 ve 3,5 ton ile üç yıllık kestirimleri yapılan yepyeni bir ilacın rahmetli Dr.Kern‘in öğretilerinin (1986) BMI (Basic Marketing Information)/PA (Planted Area) / EMP (Economic Market Potential) ile yaklaşık 30 tonluk bir pazardan %30 pazar payı ile 9 tonluk hedef olduğunu raporladığımda satıştan aldığım tepki “Bekara karı boşamak kolay; herkes kendi işine baksın” oldu. Ne var ki üç yıl sonra 3,5 ton olarak çizilen CRS-TTTS (triplties/Satışın Zirvesi İçin Gerekli Zaman (yıl) / Time To Top Sales) iki yılda 11 tona eriştirmek işte yukarıdaki filmde yer alan eylemlerle oluştu. Öyle ki 1998 in yaz sezonu bitmeden gemiyi terk eden otorite adayı ile “başı kesilmiş sersem tavuk” benzeri sürüklenme içine giren NOgillerin Mersin’deki yıllık toplantısında sahneye “Siyah Şapka” ile çıkışım 1998 in karakteristiği idi (Edward De Bono: Her tür eleştiriye açığım). Cennet Cehennem gezisinden sonra otelin havuz başında yenen yemeğine seyirci olarak katıldığımda elimde bir yeşil elma vardı ve baş otoriteye “bakın ben elmayı nasıl yerim” diye şov yaparken elmanın sapı, çekirdeği dahil her şeyini yemiş ve tek bir artık (atık) bırakmamıştım. Otorite “Biliyor musun ? elmanın çekirdeğini yemek zararlıdır” dediğinde hemen “sekse mi ?” diye soruyu yapıştırdığımda, “seninle de konuşulmaz ki “ deyişi de zihnimde capcanlı. Pek haksız sayılmasa da onun açık saçık fıkraya ya da gizli cinsel dokundurmalara hoşgörüsüzlüğü ne kadar azsa; sonraki genç otoritenin sınırsız hoşgörüsü de ayrı bir olgudur (Macaristan / Pudapeşte gecesinde barlar sokağındaki yürüyüşümüz ve çığırtkanların çağrısını dönüşte herkese anlatma gayreti).
Yirmi bir yıl önce, 1998 yazında Malatya ve Mersin hattında yaşadığım durum benzer üç yaşantının ortasındaydı. İlki 1994 deki kriz yılında yaptıklarımdı ki adına “seferberlik ilanı” demiştim. Ülkesel finansal krizin yakıcılığında otorite şaşkındı ve ben “tavuk sersemken öpülür” düşüncesiyle hiyerarşi sınırlarını aşmakta tereddüt etmiyordum (üstelik “Rubigon’u Aşmak” deyiminin ön koşulunu düşünmeden. Ne diyordu “SalesMax Dergisi”nde öğretici “Rubigon’u aşacaksan aştığını bil ve başına neler gelebileceğinin hesabını yap ki sürpriz olmasın“. İşte 1998 in öncülü olan 1994 ve 1995 yıllarında tavuğun sersemliğini fırsat bilerek yola çıktığım “Sultana’nın Sultanları” ve “PL nun Cengaverleri” çalışmaları bize, Robigon’u aşmanın ne denli fırsatlara gebe olduğunu öğretti ve risk yönetiminde ustalaştık (sanıyorduk biz). Hatta bankacılık sektöründen alıntı ile “How to live risk and love it” sözlerini kendimize şiar edinmiştik (şiar ne demek ola ki ? > adet, alışkanlık). Gerçi bu dönemin hemen önünde de (1993 Alicante) “Tavuğu kovalayan horoz” vardı ve “Yeni işlerin peşinde koşarken eski müşterilerimizi de tatmin ederiz” sözleri horozun temel fonksiyonunu gösterse de orada kaçmaya çalışan tavuk (daha doğrusu piliç) sersem görünmüyordu.
Henüz iki yıllık NOgillerken ve yeni yapının kimyası bir türlü oluşmazken 1999 Kasım sonunda ben Çeşme-Altın Yunus Otelinde SSTC nin üçüncü gününe hazırlık yaparken Synleştiğimizi duyacağımızı kimse bilemezdi; bilmiyordu. İlginç olanı NOlaşmazdan önce SAgiller, CIgillerden ayarttıklarıyla yapılarını oluşturmalarına rağmen bu uyumsuzluk diğer ülkelerden çok daha fazlaydı; yıpratıcıydı Türkiye’de. Belki de bunun algısında “hainlik, döneklik ya da hazımsızlık” yer alıyordu. Sahte gülüşler bile CI+SA dan NO’da geri kalanların yüzlerini süslese de iç dünyaları karanlıktı çalışanların ve uzun sürmedi. Tam 20 yıl önce Kasım 1999 un sonunda Synleşme duyurusu yapılınca şok veya şaşkınlık fazla olmadı. Muhtemelen geçen üç yılda gizli çatışmalarda “yiv/set” kalmadığı içindi. İşte yine bana fırsat doğmuştu. Üstelik CI ve Nodan kalan FST Proje deneyimleriyle edindiğim sınırları aşma alışkanlığımla “şiar”dan öteye gitmişti eylemlerim ve…
Tavukla ilgili deyimin üçüncüsünü ülkesel pulllarla doldurmaya başladım. “Devşirme Güçler” deyimimi İzzet beyin neden sevmediğini anlayamamıştım (belki de Osmanlı sarayındaki devşirmeleri düşünmüştü). FST yapısı ve alışkanlıkları olan sera bölgesinde (1,2,3 VIP), Marmara’da (FIT ve WIN), Ege’de (Sultana ve FIT4) ve Malatya’da (1998 ve İlker’den kalan MAC) sınırları zorlamak kolaydı. Ancak FIT3 den ve MAC dan mühendisleri Nevşehir’de patatese; MAC dan İS ı ve Marmara’dan HG ü Karadeniz fındıklarına geçici görevle göndermek de gerçek bir devşirme güç konusuydu.
Demem o ki; 1998 yılı tavuğun sersemken öpüldüğü (ya da öpülmeye çalışıldığı) ve kendi derdine düşmüş olan merkezden “tık yok” dediğim ve tepki aldığım üç ciddi örneğin ortanca örneği idi. Buna hem kalfalık hem de ustalık demek olanaklı idi “Malatya’nın Maymunları“nı sergilediğim ve “Şire Pazarında Kırmızı Tulum“la dolaştığım birkaç yıl sonrasını düşündüğümde. Hele bir de Güneş Televizyon kanalına çıkıp da rakibin sorusunu canlı yayında yanıtlarken rahmetli Bakırcı’nın yönetime şikayet ettiği endişelerini anımsadım. “Rubigon’u aşma”nın en somut örneği olan bu televizyondaki canlı yayının olası sonuçları “herbigation” dan daha az mı riskliydi ? Hesabını yapmış mıydım ?
Sonuç olarak; Malatya’yı sevdim. Bugün Ahmet’le sosyal medyada süren iletişimim yirmi bir yıl önce Ali ile başlamıştı. Beni Gedik Ailesine götüren ilişki yönetiminde zaman zaman sıkıntılar yaşandı. Synleşme sürecinde ve bu sürecin içine yerleşen 2001 krizinde en potansiyel müşterinin en haklı isteğine yanıt vermekte zorlandığı için (SSTC nin temel öğretilerini özümsememiş olmak) uzak duran Ali ile yıllar sonra Battalgazi’de barajın kenarında yemek yerken söylediği “aramızda kan davası mı var ? Neden uzak duruyorsunuz ?” diyen Ali’nin mesajı netti. Bütün mesele “Müşteri Responlarının Ele Alınması”nda soru sorma, dinleme ve geribildirim verme becerisini alışkanlık haline getirememiş olmaktı ve çözüm netti, kolaydı, gözümüzün önündeydi. Peki ya daha sonrası ?
Bugün 2019 yılının Eylül ayı. Aradan 21 yıl geçti (1998) ya da on yıl geçti (Syngillerden ayrılmak). Araya ABG lu yıllar girdi; CRS az bir farkla KRS oldu; yine Malatya yolları göründü. Ancak “el elin eşeğini türkü söyleyerek arar” dan dolayı Kemal’in türküsü de pek işe yaramadı. Bülent de aradığını bulamadı. Eski tas eski hamam devam etti. Benden sonra TNR benzeri yapıdaki Hüseyin’in de mücadele gücü yetmedi. Ben de Netgillerle yola devam dedim. Malatya’nın öğretileriyle açık ve aydınlık yollarda “bilginin zekatını verme “çabası içinde sağlık ve esenlik dileklerimle “3 Adım” a uymayı sürdürüyorum: Düşün > Onu kabul et > Allah’a dua et. Ben de öyle yapıyorum ; ancak artık en önce giden ve ilk sıranın sol başında yer alan değilim. Yazık oldu gülüm keten helvaya. İyi olur inşallah.
Öykücü