“…Bacalara filtre takılma süresini uzatan kanun teklifi cumhurbaşkanı tarafından veto edildi…Bacalara filtre takılma süresini uzatan kanun teklifi cumhurbaşkanı tarafından seçim yatırımı olarak veto edildi…Kamu bankaları kimi belediyelere kredi vermiyor…Kamu bankaları kimi belediyelere otorite talimatıyla kredi vermiyor…”
Daniel ve Demet ; Motivasyon Bulmacası ve İki Kere İkinin verdiği mutluluk
Merhaba
Maviler haberdir; kırmızılar ise “hikaye”. Farkı nedir ? Haberden hikayeye geçişte bir kurgu vardır. Haberi hikayeye çevirmek isterseniz sözlerinizi şöyle sürdürürsünüz: Her seçim yatırımında olduğu gibi her kesime şirin görünmek on yedi yıldır alıştığımız bir yaklaşımdır. Bu nedenle tavşana kaç, tazıya tut denmiştir. Böylece “halk kahramanı” rolü oluşmuştur. Bir yanda motive edici havuç etkisi; diğer yanda motivasyon kırıcı sopa etkisi. “Bana ne aman, ben anlamam; kredi bulmak senin işin” ve hatta “madem öyle işte böyle; hamama giren terler” diyen otorite kürsüde muzip muzip gülümsemektedir. Motivasyon böyle meret bir şey hele bir de “ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” diyecek güç, ortam, sınır tanımazlık koşulları oluşturulunca. Öte yandan Soner bey benim bu yaklaşımımı kabul etmez. Bu bakışımı fazlaca saf bulur. Ona göre yine bir “Komplo Teorisi” söz konusudur. Bu denli güçlü olan iktidarın içinde, tek adamın yadsınmaz, sorgulanmaz ve sınır tanımaz gücüne karşı gelebilen öylesine “güçlü bir enerji lobisi” vardır ki tek adamın emrine bile karşı çıkma girişiminde bulunmuştur. Güzel bir açılım ise de ben katılmıyorum. Köy odasında yükseğe konmuş olan sobayı en akla gelmez bilimsel esaslara dayandıran üç profesörün göremediği gerçek “soba borusu yetersizliği” dir. Konuya çok fazla karmaşa eklemek ne işe yarayabilir ki ? Bu da yetmez bir de 2×2=5 midir ? tartışması yaratılır konuyu odağından saptırmak için. Haberden hikaye türetmek riskli bir iştir. Yaparken dikkatli olmak gerekir. Bu nedenle seçim yatırımıdır ya da otorite emretmiştir demeden önce iyice düşünmelidir. Bu yola çıktığınızda yine Daniel beyin “Hikaye Anlatıcısının Sırrı” isimli kitabını okumakta fayda vardır. Bu tür gel gitlerde 2×2 nin ne ettiği de araya sıkıştırılıyorsa Temel’in matematik sınavını yinelemenin yeri gelmiş demektir.
Temel’in askerlik yaşı gelmiştir. Ancak askere gitmek istemez. Çünkü hala ilkokul diplomasını alamamıştır. Temel’in de diploması yoktur. Kaç defa matematik sınavına girdiyse başaramamıştır. Sonunda öğretmenler kolay bir soru sormaya karar verirler. Sınavı Trabzon stadında yaparlar ki herkes Temel’in hakkıyla mezun olduğunu görsün. Stad dolmuştur; 43.223 kişi gelmiştir. Halk tezahürat yapmaktadır. Santra yuvarlağında Temel ve iki öğretmen hazırdır. Düdük öter ve soru sorulur: “Söyle bakalım Temel, 2 kere 2 kaç eder ?”. Temel biraz düşünür ve “Dört” der. Bütün tribün ayağa kalkar ve haykırır : “Bir şans daha verin, bir şans daha verin”...
Diploma ve şehir hastanesi, geçilmeyen köprü, hava limanı ve İstanbul’un kanalı gibi bizi borca gömen harcamalara bakıp da 2 kere 2 kaç eder ? sorusunu gündem yapanlar hem önerge verip kabul edenler, hem de önergeleri kabul görmediğinde teşekkür edenlerin olduğu meclisin stattaki ahali gibi “ikinci şansı” hüner sanması ne menem bir şeydir ben bilemedim. Belki de SS’nun dediği gibi “dizilerin etkisi”dir.
Gündüz, ikindi kadın programları ve Temel’le Halime
İki yıl önce evlendirme programlarıyla orta oyunu oynanıyordu ve 2 kere 2 nin 4 ettiğine itiraz eden halk da ekran başından ayrılmıyordu. Tepkiler artınca program format değiştirdi. Önce evlendirmeye çalışıyordu. Şimdi evlenenlerdeki “para ile ahlak bağının kopması” örneklerini işliyor. Öyle bir yoğunlukta ve ısrar baskısında işliyor ki bence etkisi “ahlaksızlık normalleşme ve kanıksama” olarak sürüyor. Madem ki dizilerin olumsuz etkilerine inanıyorsun “Sınırlı Sorumlu (SS)” ağır abi söyle de bu dizilere de bir baksın denetleme kurulu. Evli kadın komşusuna kaçıyor, kocasının bir itirazı yok. Mal gibi üçü de ekranda mutlu, mesut boy gösteriyor. Evli kadın dört çocuk doğruyor; hiç biri kocasından değil. Kadın çocukların babası “Ahmet” diyor, Ahmet çıkmıyor; “Mehmet” diyor Mehmet çıkmıyor. Belki de her önüne gelenle yatmış ve ekranda adeta takipçi sayısıyla iftihar ediyor. Bunlara bakınca Temel’in “O**spu Tanımı”nı anımsıyorum. Nasıl mı?
Halime avluda çamaşır yıkamaktadır. Yere oturmuş, elbisesinin eteklerini yukarı doğru çekmiş. Yerdeki leğende çamaşırları çitelemektedir. Bahçe duvarının üzerinden Halime’nin açıkta kalan bacaklarına Temel “Hadi gel sevişelim” der. Halime hayır der. Temel talebini bir kez daha ısrarla yineler. Halime yine tersler. Temel vazgeçmemiştir ve “Hadi gel sevişelim” diye üçüncü kez bastırınca Halime dayanamaz ve “Ula Temel ben orospi miyem ?” deyince Temel “Para vermeyeceğim ki…”diye diyalogu sürdürür.
Ben bu fıkradan arada para varsa yapılan or**piliktir diye anlarım. Para yoksa mesele de yok demektir. Bugün “para ile ahlak bağı” öylesine bir durum gösteriyor ki ister sekste, isterse seksin ötesinde “para ile ahlaksızlığın” arasındaki bağ kanıtlanmadıkça yapılan or**pilik değildir. Bunu bastıra bastıra işleyen ikindi dizilerinin bu olumsuz etkisini de düşünse iyi olur Sınırlı Sorumlu efendi… Ülkemde fukaralığın dibe vurduğu ve bir zamanlar “FakFukFon” diye adlandırdığımız sandıkların unutulup, amacından sapıp gittiği, kıdem tazminatlarına bile göz dikildiği, “şunun altında olursa masadan kalkarım” sözlerinin akabinde yeniden başkan seçilenlerin kanıtlanmış dönekliğinde “Filtre takılacak; tak !” emrinin sonuçlarının hangi oyunların başlangıcı ya da devamı olacağını hep birlikte göreceğiz.
Sen gel de bu koşullarda Bay Pink‘in “Motivasyon Bulmacası (MPA)“ndan “Motivasyon Haritası (MAP)” çıkarmaya çalış (https://www.youtube.com/watch?v=rrkrvAUbU9Y ). Önce kendine bak ve anla bakalım piramidin neresindesin ? Tabanında aç olduğunda oynamayanlardan mısın; yoksa tepelere yakın olup da amaçsız kalanlardan mı ? Ya da üç kişilik bir grup olarak bir odaya kapatılıp “Yes, we are ready” diyebilmek için: “+1b$ > – 0.42 b$ > Max.16% FC > Min 20% MS” kıskacında Kıvrananlar mısın ? Yine hazan mevsimi geldi; yine yapraklar rüzgarların peşi sıra… Bir yıl önce bu günlerde doların yedi liraya aşmasına tanık olunca 2019 u “Kriz Yılı: Kriz yılları öğretir, kriz yılları bütünleştirir” soygazıyla daha dikkatli olarak 2020 i programlamıştık (dört soy gazın akılda kalıcılığını sağlamak için yapılan cümleyi kimler biliyor ? Hani sülfirik asit için “hasan iki salak osman dört” benzeri bir cümle) . Biraz önce gördüm ki 31.12.2019 u beklentileri karşılayan bir “Başarının Hazzı” ile kapatacağız gibi ve “yine deli gönlüm, yine bu mevsimde ...” diyerek görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
Biraz karmaşık oldu. Dün Albatros kafeteryada bugün Netgillerin kafeteryasında oturuyorum. Bugün düne göre biraz daha soğuk ise de yine güneşli ve parlak; yine yağmur yok. Bakalım tek adamın otoritesiyle “su sıkıntısı olasılığı” bir “haber” olarak mavili mi kalacak yoksa “Melen Barajı“na özellikle onay vermeyerek “cezalandırma” etkisiyle haber “hikaye“ye evrilecek mi ? Ya da “Alamet“in “alamet-i farikası” etkisi ile akıllar başa devşirilecek mi ?
“Alamet” ne ola ki ?
Ellili yılların sonlarında rahmetli Parmaksız Saim’in “Aile Evi“nden çıkıp da Zeytinlik 1141 sokakta Mahmut Atmaca’nın evini satın alıp taşındık. Bizim evimiz yeniydi. Sokağın en güzel eviydi. Tuğla duvarlı serpme sıvalıydı. Diğer evler kerpiçti. Ben Soma’dan gelip orta okul ikiye başlamıştım (Tilkilik). Bu konumda sokağın seçkinlerindendim. Karşı komşumuzun benden büyük bir oğlu vardı. Güvercin meraklısıydı. Adı Ali Ahmet’ti. Herkes bu iki ismi birleştirip “Alamet” derdi. Yoksa “işaret, belirti” anlamında bir alamet demek değildi. Şimdi neden aklıma düştü ? Geçen hafta içinde fare doğurmaktan öteye bir etkisi, siyaset yelpazesine bir katkısı olacağına inanmasam da “umut fakirin ekmeği ye memet ye “ diye düşünerek televizyon kanallarında boy gösteren Ali ve Ahmet’e baktım. İkisini birleştirip ellilerin Alamet’inden 2020 nin Alamet’ini buldu zihnim ve bence “alamet-i farika” olamayacaklar. Belki de planlı bir oyunun, oyalamanın birer piyonları ki ne yazık ki karşı kıyıya ulaşıp da vezir olma şansları bence sıfır.
Danah Zohar’ın kitabının, “Kuantum Düşüncesini Uygarlığa Uyarlamanın Sekiz İlkesi” başlıklı bölümünün girişinde Alvin&Heidi Toffler’dan şöyle bir alıntı var: “Hem iş hem de bilim dünyasında, anlayabildiğimiz ve üstesinden gelebildiğimiz bir dünyadan, hiç bir şekilde anlamlandıramadığımız bir başka dünyaya sıçramaktayız”. Anlamak ya da anlamamak ikilisi tıpkı “to be or not to be” gibi. Bunu okuyunca 1996 yılında Ankara’da sunum yaptığım sempozyumu anımsadım.
İkinci Tarım İlaçları Sempozyumuna katıldım. Sektörde IPM, ICM diye kamuya şirin görme projelerinin altı hâla boştu. “Çiftçi Destek Ekibi (FST)” diye bir proje kavramı oluşturan CINOS‘un atalarının (Cİgiller) elleri biraz daha güçlüydü. Biocont’tan Doç.Dr.Hluchy, Wadensville’den Dr.Rüegg gibi tarafsız profesyonellerin desteğinde öne çıkıyorlardı. Ben de bu çerçevede bir bildiri sunmak için sahneye çıktım. Oturum başkanı rahmetli Dr.C.Saydam’dı (hem onbeş yıl laboratuvar şefim hem de enstitü müdürümdü; mekanı cennet olsun). İdeal asetat sayısını bir yıl sonra öğrenecektim. Görsellerim oryentaldi (görsel, süslü; tepegözle gösterilen el yapımı). “Kedi yavrusunun sex anlayışı” benzeri mutlulukla sahneden indim. Kahve molasında dostum, arkadaşım Prof.Dr.S.Maden yanıma geldi ve beni şöyle kutladı: “….”. Ve işte akademik dostumun bu sözlerini anımsadım Zohar’ın kitabındaki Danimarkalı Fizikçi Niels Bohr‘un öyküsünde.
“…Meşhur bir hahamın üç konuşmasına katılan, dindar, genç bir musevi öğrenci vardır.Yaşadığı deneyimden heyecan duyan öğrenci, katıldığı konuşmalardan bahsetmek için hemen arkadaşlarının yanına koşar. İlk konuşmanın epey iyi olduğunu söyler onlara; öğrenci söylenen her kelimeyi anlaşmıştır. İkinci konuşma ise çok daha iyidir; son derece incelikli epey derindir. Öğrenci bu konuşmayı anlamamıştır ama hahamın kendisi her sözünün bilincindedir. Üçüncü konuşmaya gelince, bu aralarından en iyisidir. Öyle iyidir ki haham bile kendi sözlerinden tek kelime anlamamıştır…”
Sunumumu tamamladım. Kahve molasında meslektaşım Prof.D.Salih Maden yanıma geldi ve “Copcu, çok güzel anlattın; ama ben bir şey anlamadım” dedi. Demek ki ben ikinci konuşma düzeyinde iyimişim. Daha fazla beklentim yoktu. Kamunun baskın olduğu, özel sektöre özellikle bitki korumanın ilaçlı savaşımının baş rolde olduğu duruma yakın olmayan çoğunluğa karşı “Çiftçi Destek Ekibi” yaklaşımına kuşku ile bakılması doğaldı 13 yıl önce. Üç yıl önce 1993 de Alicante‘de sunduğum “ İlk IPM (Bütünleşik Zararlı Yönetimi)” nin sonundaki “Alicante Horozu” ile verdiğim mesaj kariyerimdeki köşe taşını belirledi. Bir yıl sonra (1994) Budapeşte’de mesaj değişime uğradı. Bölge satış müdürü olunca mesajım “Teknik Teşviklere Dayalı Satış“ı anlatıyordu. Buna da “IPM (Integrated Promotion Management)” dedim. Ve yıl 1996 nın sonbaharı olduğunda ilk global birleşmenin belirsizliğinde sahip olduğum sekiz projenin “Kamu-Özel Sektör Beraberliği” için çok önemli olduğuna dikkat çekmek istemiştim. O aşamada amacım AIDA‘nın ilk adımı olan “Attention/Dikkat” di; önemli olan dikkati çekebilmekti ve azıcık gizem işe yaramıştı. Ne biçim bir yazı oldu ?
Bacanın filtresinden girdim; Bay Yalçın’ın komplo teorisine takıldım. Sınırlı Sorumlunun dizilere bakışından ikindi kadın programlarındaki namussuzluklar sıradanlaştırılıyor yargıma daldım. Diploma ve akıl düzeyi için iki kere ikinin beş olmadığına sevindim. Demet Akalın da “çok mutluyum çünkü iki kere iki dört” diyor ve o güzel ki tam 13.910.258 kişi tarafından izlenmiş. Bay Pink’in 2009 yılında yaptığı TED konuşması da on yılda 24.921-0.304 kişi tarafından izlenmiş. Pink’in konuşmaya nasıl başlayıp nasıl bitirdiğini aldım ve arasında D.Akalın koydum. Böylece “Girişle Sonuç” arasındaki kısmını güzel bir müziğin eşliğinde düşünmeniz için fırsat verdim.
Sözün özü; iki kere ikinin dört etmediği kanıtlandığında bacalara filtre takılma konusu da tartışılmayacak absürd bir konu olacak demektir. Görelim mevlam neyler neylerse güzel eyler.
Öykücü