Yaşam Büfesinde “Karar Kitabı”

“…İşini bilen memur domuz olmamak için parmağını yalarken kıç üstü oturdu…”Evde cenaze namazı kılınır mı ?” TÖ’ın prensleri “Rüşvetin belgesi mi olur p**enk ?”…Yapamayacaksın / Yapacağım; Gideceksin / Gelemeyeceksin… Vur kazmayı, kazmayı…Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı, madem bilmiyon yüzmeyi niye çıktın gazoz ağacına… Göztepe-Bandırma maçına gitmiştim. Seyirciler bağırıyordu: “Ormandan kestim çamı; hakem…” Şaşırdım ve utandım. Biraz sonra tezahürat yerelleşti. Bandırma taraftarları “Bandırma ! Bandırma !” diye bağırarak takımlarını destekliyorlardı. Göztepeliler ise… Bektaşinin önüne iki desti şarap koyarlar ve “Erenler tat bakalım hangisi daha iyi ?” derler. Bektaşi ilk destiden bir yudum alır ve diğerini göstererek “O daha iyi” der. Şaşırırlar “Erenleri onu tatmadın ki !” Bektaşi “Bundan daha kötüsü olamaz” der. Birilerinin vatan haini olduğu kesin; diğerlerinin de becerisinden, etki gücünden kuşkuluyum…Allah yağ yakana yağ verir, bal yakana bal; hadi canım sende…”

 

Merhaba

Yılın son haftasına girdik. Dün gece (23.12.2019 un erken sabahı) şiddetli lodos vardı. Vakit geceden sabaha geçeli iki saat olmuştu. Kapının zili çaldı. Diğer kapıların da. Güvenliği aradım ve öğrendim ki deniz taşmış, otoparkı su basmış. Demek ki pompalar çalışmadı veya yeterli olmadı. Gecenin (sabahın) üçünde yollara düştüm. Bilal’in altı delik çizmelerini aldım. Çeşme’deki üç çift çizmenin ikisini Sefer ve Soner ustalara vermiş olduğuma hayıflandım. Hoş vermeseydim de arabanın bagajına koyup yanımda hazır bulundurmazdım ki ! Demek ki doğru kişiye ve daha hayırlı işlere gitmiş çizmeler. İç otopark su doluydu. Kimi arabaların alarmları çalıyordu sabahın üçüyle beşi arasında. Saat beş olduğunda yeniden uyuyabilmek için kendimi zorluyordum. İç otoparkın okula bakan kısmı henüz suya gömülmemişti. Arabamı aldım ve kapıdan zor çıktım. Çünkü güvenliğin olduğu kapı ve Egepark’a doğru olan yol yarım metreye varan su ile dolmuştu. Henüz yoldaki araba kurtarma trafiği artmamıştı. Fazla zorlanmadan arabamı Taypark’a doğru olan susuz bir yere park edip eve döndüm. Biraz önce (23.12.19/Saat 11.00) arabamı alıp daha güvenli (sandığım) bir yere götürdüm. Demem o ki; beklediğim, özlediğim yağmur geldi çok şükür ve yağmurdan çok lodosun üfürdüğü deniz sıkıntı yarattı. Bu da geçer, geçecek ve ekranlardaki nursuz ve ruhsuz yüzlere mahkum olarak 2020 yılına giricez. İki gün önce “En Uzun Gece” de “Sahne Şahane”de keyifler zirve yaparken ellerimle desteklediğim başıma, yüzüme baktım ve “Neden gülmeyi unuttum ?” diye sordum kendime.

En uzun gecede “Uykusuz Geceler”le 10 yılını tamamlayan Netgillerin hak edilmiş keyifleri zirve yaparken dalıp gittim var olmanın dayanılmaz korkularına

Birkaç gün önce Ümitgillere gittiğimde kitaplıktaki kitaplara baktım. “Beyin ne ararsa onu bulur; ne aradığını bilmeyen bulduğunu anlamaz” diye düşünüp kendiliğinden bir seçim yaptı zihnim. Ben bu iki özlü sözü (ki biri Mevlana’ya ait) 2004 yılında Mısır’daki yıllık toplantıda kullanmıştım. Bunu “Ana Mesaj” yapmıştım. Çalışmalarda “Amaç” konusuna dikkat çekmek ve dikkati “Başarı Formülüm”deki “2P (Türkçesi Sabır ve Sebat ya da İnat ve Israr)” ye yönelterek sunumun etkinliğini arttırmak istemiştim. Sunuma eklediğim görselin (kolaj) sonuna da “Produced & Directed by“ ile “Bunu yazan Tosun… & Benim adım Kerim…” vurgusuyla sahiplerini (ownership & responsibilty) yazmıştım. Her neyse ! Ben yine geçmişin öykülerinde kaybolmadan Ümitgillerin kitaplığından aldığım kitaba döneyim: Karar Kitabı’nda neler ilgi alanıma düştü ?

Bugün vardığımız bilinç ve deneyim düzeyinde yetmişi aşanlar için pek fazla bir anlam taşımıyor görünse de SWOT Analizi yine çıktı karşıma. Bunu görünce rahmetli Prof.Dr.A.Kırım’ın “SWOT”un harflerinden “Güçlü Yönler (S) ve Fırsatlar (O)”a nasıl ve neden daha fazla önem vermek gerektiği uyarısını anımsadım kendisini rahmetle anarken. Genç yaşta, tıpkı S.Jobs gibi kansere yenik düşen Arman Hocamın vefatından birkaç gün önce Ayşe Arman’a verdiği röportajın basında çıkan tam metnini de ajandamın o gününe yapıştırmıştım. Şimdi Çeşme’de olsaydım onun son sözlerinden de bir alıntı yapıp yazıma eklerdim. Biz SWOT’u yıllar önce (doksanlı yıllarda) özellikle yeni bir ürünü pazara sunarken hem ürün için, hem şirketimiz ve kendimiz için ve hem de rakiplerle etkileşimi açısından “Güçlü/Zayıf/Fırsat/Tehdit” dörtlüsüyle irdeleyerek yola çıkardık. Şimdilerde modası geçmiş midir ? Yoksa ben artık o konulardan uzak olduğum için hala yapılıyor mudur ? bilmiyorum. Ne var ki bugün Netgillerde yeri gelince yine yeniden kullanırım diye düşünüyorum. Kitapta “Kavşak Modeli” ya da “Lastik Bant Modeli” gibi şematik anlatımlar yanında özellikle “Johari Penceresi”ni görünce daha bir fazla yakınlık duydum “Karar Kitabı”na ve…

Prof.Dr.A.A.Bir’in danışmanlığında “Bire bir çeviri”sine bakarak “Karar Kitabı”ndan ancak bir “rehber” olarak, yol gösterici, işaret edici olarak yararlanabilir gibi geldi bana; sanki bir “katalog” gibi. Buna göre “Johari Penceresi”nden nasıl, ne zaman, hangi koşullarda faydalanabileceği konusu için öncelikle “Geribildirim verme becerisi” ve bunun yanında “açıklama/itiraf etme (disclosure)” için “İletişim ve İlişki Yönetimi Ustası” olma yolunda RAWlaşmanın ve bu pencerede buluşmak için “Güven/Güvenilir Olma”nın şart olduğunu bilmek gerekir. Bunun için “Karar Kitabı”nın ilk bölümündeki “18 Model”le bir slayt serisi hazırlayıp bunu MP4 ile videoya çevirdikten sonra başına ve sonuna dört yıl önceki bir öğrenme yolculuğunun açılış ve kapanışından birer parça eklerken hem “Check-in/Başlarken Beklentileri Öğrenmek” ve “Check-out/Kapanışta Beklentilere Ulaşma”yı saptamak için “32 Küçük Beceri”den iki örnek vermek istedim; hem de “Geribildirim verme ve soru sorma” konusunu tekrar ve tekrar vurgulamak istedim. Anlayana sivri sinek saz; anlamayana… Allah rahmet eylesin Kamer Genç’in Meclis Başkanıyken suladığı çiçeklere ne oldu acep ?

Yazımın girişindeki bölük pörçük cümlelerden ne demek istediğime gelince. Açıklayayım. Ancak fazla söz yazamam içimden geldiği gibi. Gözümün gördükleri var. Aklımın kabullenmekte zorlandığı ve yüreğimin sıkıştığı sözcüklerle dillendirilmiş. Bir inattır gidiyor. Üç çeyrek kiloluk yoğurdun kasesi sekiz liradan on liraya çıkmış; asgari ücrete jest yapılarak gönüller alınacakmış, Ali Babanın kırk haramileri bal yaktıkları için mi ballanmışlar; Ankara’daki gökdelenlerinin sahibi ak değilken bile pişkin pişkin sırıtıyorsa Bektaşi’nin iki desti şarabının ikisi de benim için umutsuz vak’a. Yağ ile bal arasındaki rekabet ya da bütünleşik ilişki çocukluğumuzun oyunlarından bu yana pek de doğru olmayan bir deyişle hep yanı başımızda oldu. Bizim (MNC) ne gelirlerimizin yüksek olduğu aktif çalışma dönemlerimizde (özellikle üst düzey yönetici olmanın ayrıcalıklarıyla kurumsal desteklerin fazla olduğu yıllarda) ne de emekli maaşı ile geçindiğimiz bugünlerde değişmedi ve her zaman aynı düzeyde sürdürdük, sürdürüyoruz yaşamımızı. Kimi zaman yadırgadılar. Kimi zaman küçümsediler; dalga geçtiler ve hatta eleştirdiler. Ve dediler ki “sen yağ yaktığın için Allah sana yağ veriyor; biz bal yaktığımız için Allah bize bal veriyor”. Diğer bir deyişle “biz ballıyız” dediler. Devran değişti ve bugün o bal yakanlar yakacak yağı bulmada zorlanıyorlar. Kaç kere anlatmaya çalıştım. Bu (sözde özlü) deyişteki yanlışlık şurada: Sebeple sonuç karıştırılıyor. Allah sana bal yaktığın için bal vermiyor; Allah sana bal verdiği için sen bal yakıyorsun ve… Bunun farkında olmadığın için her koşulda bal yakmayı sürdürüyorsun ve bir de bakıyorsun ki elde ne yakacak bal kalmış ne de yağ. Varlıklı günlerinde keyif ve harcamaları zirve yaparken bu sebep sonuç ilişkisini doğru okumayan ve “cicim ayları”nı her koşulda sürdürenler gün geliyor çocukluğumdaki oyuna dönüyorlar. “Yağ satarım, bal satarım; ustam öldü ben satarım” ve hanlar, hamamlar, yollar, köprüler bitiyor ve satacak bir şey kalmıyor elde avuçta, ustası ölse de yaşasa da… İşin ilginç yanı bunu gören sonraki kuşaklar ders almak yerine aynısını sürdürüyorlar ve savunmaları da “Hayat kısa; öyleyse…” oluyor. Hangisi doğru ?

En uzun gecede “Sahne Şahane”de Netgillerin keyfine tanık olduk (MNC) ve biz de çok keyif aldık. Gecesi gündüzüne karışık “Kesintisiz Kolaylık” için “Uykusuz Geceler”in rutinleştiği 7/24 çalışmalarının yorgunluğunu, yoğunluğunu patronundan güvenlik görevlisine kadar gönlünce eğlendiği yeni yılı karşılama gecesinde KC’nun herkese bulaştırdığı neşeye ve şükür ve şükranla kardeşine ve annesine sarılışına hayran kaldım. Yağ veya balı düşünerek keyfin zirvesine bakarken başımı ellerimin arasına aldım ve masadaki sohbetten kendime bu yazıya çerçeve oluşturmak için bir pay çıkarmaya çalıştım (yukarıdaki fotoğraf). Birkaç gün önce Uğurhan’ın beni servisten alıp da Işıkkent Netgillere götürdüğü aynı yoldan giderken bu kez polis çevirmesine yakalandım. Meğer “girilmeze girmişim” pek çok araç gibi. Çaresi yok ceza yazılacak. “Yetmiş yaş üstüne indirim yok mu ?” diye sordum genç ve yakışıklı polise. Gülerek “Var amca; geç kalmadan ödersen 108 TL yerine 81 TL ödeyeceksin” diye yanıtladı. Biraz önce gidip 81 TL nı ödedim. Böylece yetmiş beşin dolmasına yirmi gün kala böylesi “eski fiyatlı ceza” ile 2020 yılında daha dikkatli olmanın uyarısını almış ve öncül etkisi ile daha fazlasından korunmuş oldum (diye düşünüp avunuyorum). Bunu espri ile en uzun gecenin Şahane Sahnesindeki dansözlere bakarak sohbet konusu yaparken öğrendim ki aynı masada 190 km hızla gidip radara yakalanan genç hanım arkadaşımıza 1080 TL ceza yazılmış. Bunu duyunca ballıların bal yakmasının etkisi benim 81 TL nın etkisi yanında yok gibi geldi bana. Bu bal konusu beni başka hangi sözlere götürdü ?

Benim memurum işini bilir” demişti rahmetli Özal ve bir bakıma da bugünün “jest yaparız inşallah” ile benzer etkileşim yarattı zihnimin labirentinde. İşte bu işini bilir memura savaşa gitmeyen dedelerimiz bir formül bulup yol göstermişti ve demişti ki “Bal yakana bal veren yüce rabbim sana diyor ki bak önündeki denize ve domuz olma; çünkü domuz dinimizde mekruh bir hayvandır ve sen domuz olmamak için, parmağını yala (ve istersen her yeri yala)”. Bunu söyleyen rahmetli Özal ilave etmişti “Bir kere ile bir şey olmaz; alışırlar, alışırlar, kıç üstü otururlar”. Bunu öyle bir yerde, yaptığı öyle ciddi bir iş için söyledi ki “Anayasayı delmekten” gocunmadı. Bunu bize öğretsin diye yurt dışından prensler getirdi. Birini de bir kamu bankasına genel müdür yaptı. Beceriksiz genç parmağındaki balın tadını alınca doyumsuzlaşıp domuzlanmamayı eline yüzüne bulaştırınca mahkemeye düştü. Mafya babası da sanık/tanık olarak boy gösterince “Belgen var  mı ?” sorusuna “Rüşvetin belgesi mi olur p***venk ?” sözünün literatüre geçmesine vesile oldu. https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/03/07/abd_kazan_civan_kepce Kazmaya gelince…

Sanki tabakhaneye b*k yetiştiriyorlar” (bu deyimin gerçek olduğunu ve sokaklardaki köpek pisliklerinin toplanıp derilerin tabaklanması için acele olarak tabakhaneye götürüldüğünü sanırım İnce Memed’te okumuştum yıllar önce). İmamın oğlu yanlış yapılmasın diye kamu oyu oluşturmaya çalışırken asrın lideri ve ilgili memuru biran evvel kazmayı vurmak istiyor Trakya’nın bahtı kara topraklarına. Belki de katarın anasının acelesi var ve bizim Nejdet de sesleniyor feysden “Konya’daki tarlamı da alır mı ?” diye fırsattan yararlanmak istiyor. İşte bunu sahnelere yansıyan atışmasında “yapıcam/yapamazsın vs gidiceksin/gelemeyeceksin” sözlerine acı acı bakarak, kulaklarımı tıkayarak, gözlerimi kapasam da duyuyor, görüyorum. Bu atışma bana Göztepe/Bandırma maçına götürdü. Yıllar önceydi. Ömrü hayatımda sadece iki defa maça gittim. Biri İzmir’de Göztepe/Bandırma diğeri de İstanbul’da Göztepe/Feriköy maçı idi. Yetmişli yıllarda Göztepe’nin zirvede olduğu günlerde gittiğim maçta önce hakeme hoş geldin dediler ormandaki çamlara uyak yaparak. Daha sonra Bandırmalılar bağırmaya başladı: “Bandırma ! Bandırma !” ve onlar susunca Göztepeliler başladı “Bandırcez ! Bandırcez !” diye. Bu “bandırmak” sözü de beni rahmetli meslektaşım İsmet Uğur’un (daha sonra CINOS’un ilk evresinde satış müdürüm olmuştu) Diyarbakır ZM ve ZKBaşkanı iken anlattığı gerçek bir olaya götürdü. Yılın belli bir zamanında buğdayda çok önemli verim ve kalite kaybı yaratan Süne zararlısı (Eurygaster integrapsis) için Türkiye’nin her yanından ziraat mühendisleri ve konu uzmanları (örneğin Bornova ZMAE’den Dr.Hasan Kavut gibi) en az 2-3 aylık geçici görevle Güney Doğru Anadolu’ya giderlerdi. Bu görev tam bir tarımsal seferberlik olurdu. Sıra bize de gelir mi diye korkardık. Kamunun sağlıksız misafirhanelerinde geçen bu günlerde İzmir’den gelen ekip “İzmirli Olmak” tan dolayı kötü bir ünle ünlenmişti. Öykünün ilk oluşumu, şaka yollu koşturmacası bir yana misafirhaneyi, yatakhaneyi temizleyen hademenin başkanlık binası içinde can havliyle koşarken “Bunların hepsi pusht” diye bağırdığı halini hayal edip hepimiz gülerdik. Nereden nereye geldi yazım ?

Amacım “Karar Kitabı”nı tanıtmaktı. Kitaptan kazmaya, kazanlardan ballı parmağa, rüşvetin belgesine ve sebep/sonuç ilişkisini karıştıranların yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken yaşadıkları sıkıntılardan ders almayanlara gidip gelen kaosun içinde de bir denge vardır diye (teselli bularak) yeni bir pencere açarak yazımı bitiriyorum. Yeni yılın sağlık ve esenlik içinde hak edilmiş ve hayırlı olacak başarılarla ve selimin aklıyla kitabına ve akla/mantığa uygun karar ve eylemlerle huzurlu ve keyifli olmasını diliyorum açık ve aydınlık yollarda doktorumuzun Sidney’den Miami’ye uzanan gayretlerinin hak edilmiş ve hayırlı kazanımlara döneceği günleri heyecanla bekliyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle öpüyorum.

Öykücü