“…Ekrem amca çalıştığı restorana her birinde 18 er portakal olan 5 kasa portakal aldı. Portakalların 12 si çürük çıktı (*). Ekrem amca sağlam portakalların yarısını depoya koydu. Kalan portakalları altışarlı olarak sepetlere koydu. Kalan portakalları yedi (**). Çalışanlar 2 sepet portakal yedi…Ve işte sorular: 1.Ekrem amca kaç portakal aldı ? > 2.Ekrem amca depoya kaç portakal koydu ? > 3.Ekrem amca kaç portakal yedi ? > 4.Çalışanlar kaç portakal yedi ?…”
Duru’nun Ekrem Amcası; Amca ile yeğenin keyfi ve Musto Dede’den bir pasaj/mesaj
Merhaba
İzmir’de yağdı yağacak bir hava var. Sıcaklık mevsim normallerinin üstünde. Ufukta lodos ve deniz taşması riski görünmezken kimi modern ö..zlerden biri arabasını yürüme yoluna, kaldırıma park etmiş. Belli ki sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yemekte ve onun yoğurt yiyişine bakınca pek yiğide benzemiyor. Peki Ekrem Amca yiğit bir adam mı ? Ya benim tanıdığım Ekrem Amcalar ! Altmışlı yıllarda Tepecik’te tanıdığım ve kızını arkadaşımız Tıp Fakültesi öğrencisi Mustafa’ya istediğimiz Halime’nin babası Ekrem Amca nasıl biriydi ? Dünün Ekremleri bugünün imamınoğlu Ekrem’lerinden farklı mıydı ? Ben Ekremlere dalıp giderken “Şehitler tepesi boş kalmayacak” sözü neden tüylerimi diken diken ediyor ? Densiz Osmanlı Çocuklarının öfkeli yüzlerinden neden nefret eder oldum ? Bir ben miyim perişan ? Otoparkta en az yüz araba için boş yer var. Ama bizim sitenin öküzünün korkusu dağları aşmış. Ya sabırla yola çıktım. İzmir Evlerine doğru yola koyuldum. Yürüyüş için ideal bir hava. Geçen akşam Duru ile matematik ev ödevini nasıl yaptığımızı düşündüm kombideki arızayı nasıl gideririm diye düşünürken. Dersi eğlenceli kılmaya çalışırken CINOS’taki son günlerimde Bodrum’da düzenlediğim bir “Öğrenme Yolculuğu”nda ilgi çekmek için gündeme parçalar şeklinde eklediğim “Pazarlamadan Esintiler”i anımsadım. Yılların Bay Tilki’si yerini Bay Şay’a vermişti CINOS’un tohum bölümünde CEO olsun diye. O günlerde tohum bölümü ilaç bölümünü “Big Brother” olarak gördüğünden olsa gerek ne İstanbul’daki “Boğaz Sefası“ndan vaz geçiyor ne de birleşmeye sıcak bakıyordu. On iki yıl önce Antalya’da ikinci defa tanık olduğum “Beyin Fırtınası”nın sonunda her ekip sunumunda “Tohumla İlaç Birleşmeli” diyordu. Hatta kimisi bu birleşmeyi “dönüşüm” olarak görüp “216 kemik yerinden oynamalı” diye konuya vurgu yapıyordu. Çok geçmedi. Birleşme oldu. Tohumun İstanbul keyfi sona erdi. İzmir’e bile gelemediler. Muradiye onların kampusu oldu. Aradan geçen zaman bu birleşme sonrasında tohumun önemini ilacın önüne çekti. Bu kadar maval yeter.
Bu konuya gelişimin nedeni matematiği eğlenceli kılan İstanbul Üniversitesindeki profesörün problem çözümüne öyküyü yerleştirmesine değinmekti. Yazıya başladım. Buraya kadar geldim. Ancak ne kadar zorlasam da hocanın adını anımsayamadım. Bu nedenle yazıma burada ara verip aramaya çıkıyorum… Ve aradan bir gün daha geçti. Ömür kısa. Aradım; taradım ve bulamadım. Taranmış dosyaları gün boyu inceledim; göremedim. Halbuki cebindeki parası, zamanı ve iki kız arkadaşına seks için harcadığı enerjiyi belirleyip “faydayı maksimize etmek” amaçlı matematik problemi soran ve adının Mehmet ya da Yılmaz veya her ikisinin karması olan hocanın kimliğini bulup yazamadım. Bulabilseydim eğer onun yaptığının minyatür bir kopyasını ve “Gönüllü” ya da “Adil Süreç” yaklaşımıyla bir ilkokul ikinci sınıf matematik sorusuna nasıl kopyaladığımın kronolojik bağını kuracaktım. Ne demeye çalışıyorum ?
Keremgiller yurt dışında ve biz MIND Dörtlüsü olarak birlikte keyifli günler geçiriyoruz. Ders çalışmayı keyifli kılmaya çalışıyoruz. Ev yemekleri yensin diye gayret ediyoruz. Fast food tadına alışmış damakları tepkiye sokmadan sevdikleriyle (kuru fasulye, bamya, köfte ve patates) özel menü hazırlıyoruz. Yemekten hemen sonra Duru ile ders çalışıyoruz. Sonrasında seçtiği bir oyundan (adam asmaca; kare tamamlamaca, kapalı kağıtların eşlerini bulmaca vb) birkaç el oynayıp gecenin dokuzuyla onu arasında vedalaşıyoruz. Yazımın girişindeki ev ödevini birlikte yaptık. O yaptı, ben gözlemci oldum. Duramadım ve Duru’yu sınırların, görev sınırlarının ötesine yönlendirdim. İyi mi yaptım, tartışılır gibi görünse de bence onun akıl yapısında ve en az benim kadar olan yaramazlığın dışa vurulmasında fayda türetmeyi ben kendimce yararlı görüyorum. Bu nedenle Duru kendisinden istenen ödev yapmanın finalinde probleme bir madde daha ekledi. Bunun yanıtını verdikten sonra Ekrem Amcanın nasıl bir adam olduğu konusunda bir yargıya vardı. Bence bu yargı problem çözmenin kendisinden daha anlamlıydı yaşamı öğrenirken. Mavili kısımdaki (*) ve (**) konusuna Duru ile girmedim. Halbuki iç sesim gir diyordu. Kendimi zor tuttum. Bu iç sesimin baskınlığı aslında beni yaramaz yapan. Geçen gün C13 lere bir soru sordum: hangimiz daha yaramaz veya bizim ailede yaramazlık sırası nasıl diye.
Kim daha yaramaz ?
Şimdi ben dürüstçe itiraf etmelim “şahsımın” yaramazlıkları konusunda. Çünkü çocuklarım (70 ler) ve torunlarım (2000/10 lar) benim ellili yıllarda ne denli yaramaz olduğumu nereden bilecekler ? Rahmetli anneme kök söktürürdüm. Hiç rahat vermezdim. Babam köfteci olduğu için dükkanda geçen günlerimde komşu esnafa illallah dedirtirdim. Hiç unutmam; ıslah olayım diye beni Kırkağaç’ta bir yatıra götürdüler. Başımı duvardaki bir oyuktan içeri soktular; yaramazlığım gitsin diye. Heyhat ! Daha da arttı. Okulda bir başka felakettim. Hatta Fakültedeyken tren taşlama esprisi ve yıllıktaki sevgili Cihan’ın çizgilerinde çocuğunun (Ümit) elindeki elma şekerini alıp yiyen baba figürü ile evlilik sonrası bile yaramazlığım tescil edilmişti. Bu nedenle C13 içinde “baş yaramaz” bendim. Benden sonra Ümit gelir; daha sonra Duru ve Kerem. İki oğlum da ilkokuldaki yaramazlıkları nedeniyle bana kimi öğretmenleriyle özel tanışma olanağı yarattılar. Dün gibi anımsarım; meslektaşım Tapsun’un eşinin oğlumun yaramazlıkları nedeniyle şeker hastası olduğu rivayet edilir. Öte yandan sırasıyla Eray, İrem, Barış ve Eren için tek söz edilmez yaramazlık konusunda. Onlardan ne bir şikayet gelmiştir; ne de bizim gördüğümüz bir yaramazlık olmuştur. Yaramazlıkla başarı arasında bir bağ var mıdır ? C13 e baktığımda yanıtım net; Yoktur. Bizde hepsi çalışkandır; başarılıdır. Yaramazlık fazla enerjinin dışa vurumudur ve bu anda başarının dikkat çekmesi de söz konusudur. Binlerce şükür. Daha ne ister insan ? Gelelim Duru’nun matematik sorusunun çözümüne eklediği konuya ve bunun anlamına.
Yazımın girişindeki mavili kısımda ve eklediğim kolajda görüldüğü gibi; problem nettir ve dört soru ile dört işlemden özellikle “bölme” için alıştırma yapılmak istenmektedir. “Ekrem amca kalan portakalları yedi” cümlesini okuyunca ve henüz zihninde kaç portakal yendiğinin yanıtı belli değilken bile Duru “Oha !” demekten kendini alamamıştır. Sırasıyla yaptığı çözümler sonunda üç portakal yediğinin anladığı zaman da “Oha !” yargısı değişmemiştir. Çünkü Duru’ya göre bir kişi ancak bir portakal yer. Bence Duru haklı. Problemi yazan kişinin art niyeti yoksa, ülkemde narenciye tüketimini artırmak gibi bir düşüncesi yoksa Ekrem amcaya üç portakal yedirmemelidir. Bundan başka benim aklıma takılan üç konu daha vardır. Bunlardan ikisini içimde tutup burada dillendireceğim. Birini Duru’ya açtım ve ona “Bu probleme bir ekleme yapalım mı ?” dedim. Kabul etti. Çalışanların dört kişi olduğunu varsaydık ve çalışanların her birinin kaç portakal yediğinin yanıtını bulmayı da sorguladık. Duru bunu probleme ekleyerek sınırları zorlamanın ve özgünleştirmenin keyfini yaşarken “Dede sen çok komiksin” demeyi de ihmal etmedi. Ben de bunu matematik çalışırken duyduğum için daha bir kıvanç duydum. İşte bu kadar ! Ancak esas fayda bundan sonra kendini gösterdi. Ekrem amca üç portakal yerken, ek sorunun yanıtı olarak çalışanların da üçer portakal yediğini bulunca Duru “Ekrem amca adaletli adammış” demekten kendini alamadı. Problemi çözmeye çok hevesli, çok gönüllü ve çok keyifli mi başlamıştı Duru ? Hayır. Ne oldu, nasıl gelişti, matematiğe nasıl eğlence katmaya çalıştım ?
Önce “Sen oku” dedi bana Duru. Ben de itiraz etmeyip şöyle okumaya başladım: “Hasan amca çalıştığı lokantaya…” der demez “Hasan değil Ekrem” dedi. Demek ki kulağı bendeymiş. Ben düzelterek yeniden okumaya başladım: “Ekrem dayı çalıştığı lokantaya...” dediğim anda “Dayı değil amca, sen doğru okumuyorsun...” diye dikkatini ortaya koyup kendisi okumayı sürdürdü. Demek ki inatlaşmayacaksın, tepki oluşmasına yol açmayacaksın ve hafiften gönüllü olmasını sağlayacak kapıları aralayacaksın. Gelelim problemin arka bahçesindeki yabani otlara. Ben lokanta sahibi olsam Ekrem amcayı işte tutar mıydım ? Ekrem amca kaç yaşında olabilir ? Ekrem amca adil ama adalet terazisindeki ölçüleri doğru mu ? Hoppala !
Ekrem Amca nasıl bir adam ?
Ekrem amcanın aldığı portakalların 12 si çürük çıkıyor. Bu iyi bir alış veriş mi ? Ekrem amca neden pazardan meyve alırken doğru dürüst seçmesini bilmiyor ? Ekrem amca sepetlere altışarlı koyduğu portakallardan kalan 3 tanesini yiyor. Ekrem amca pisboğaz mı ? Bir kişinin bir oturuşta üç portakal yemesi doğru bir davranış mı ? Ekrem amcaya ya da bana bir portakal yetmez mi ? Üstüne üstlük çalışanlar iki sepet yani 12 portakal yiyorlar. Böylece 12 portakal çürük, 3 portakal Ekrem amcanın ve 12 portakal da çalışanların yediği olmak üzere toplam 27 portakal bedavaya gitti. Lokanta sahibi daha baştan portakalların (27/90=) %30 nu kaybetti. Şimdi ne olacak ? Bu portakalları neden almışlardı ? İşte bu soruları sorgularsanız bu problemden hayatı öğrenirsiniz. Yoksa en gelişmiş kolejde bile problem çözme, dört işlemi öğrenme örneği verilirken yaşamın gerçeklerinden kopuk olarak, öğrenme hevesinden yoksun ezberci yükler olarak kalır matematiğin patikalarındaki keyifler. Ne demek istediğimi anlamak için “Yalın Ayaklar Koleji”nde okutulan derslere bakmak ve Köy Enstitülerindeki “öğretirken üretmenin, üretirken eğitmenin” önemini anlamak için çaba göstermek yeter. Yoksa “Osmanlı Çocuklarından (DNS)” den sıyrılmaz aklınız ve şehitler tepesi boş kalmasın sözlerinden kimin ,neyi, nasıl ve asıl önemlisi neden yaptığını anlamadan yüksek lisans sahibi kaldırım mühendisi olmaktan öteye geçemezsin. Çünkü benim Ekrem amcam daha duyarlı, daha dikkatli olmalıdır. Adaletin terazini düşünürken, kantarın topuzunun ya da kasabın masatının nereye kaçtığına, neden zıvanadan çıkıldığına takılır kalır körleşen zihinler…
Sözün özü; yaşamda her gün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz. Yeter ki siz isteyin, inanın ve inancınızı tutkuyla keyifli eylemlere dökün.
Öykücü