“…Halime bahçede leğende çamaşır yıkamaktadır. Eteklerini dizlerinin biraz üstüne çekerek yere çömelmiştir. Bahçe duvarının üstünden bakan Temel “Halime hadi gel sevişelim” der. Halime “hayır” der. Temel üsteler. Halime yine tersler. Üçüncü ısrarında Halime dayanamaz ve “Temel ben or*spu miyem ?” diye sesini yükseltir. Temel sakin bir sesle “Para vermiyecem ki !” der. Birileri de para vermeyeceğine göre korkulacak bir şey yok gibi geliyor bana… Galata Köprüsünün üstündeki kör dilenciyi gözüne kestirir Mehmetin birisi ve ona yaklaşıp der ki “ben de senin gibi körüm ve duydum ki körler birbirlerini becerirlerse gözleri açılırmış” der. Kör dilenci inanır. Köprünün altına inerler. Adam der ki “önce sen beni becer”. Palamarları çözerler ve tam kör dilenci adamı becermek üzereyken adam sevinçle haykırır “açıldı, açıldı gözlerim açıldı” der ve böylece kör dilencinin girişimi başlamadan biter. Şimdi sıra Mehmettedir. Mehmet işleme başlar. Yolun yarısı geçilir. Kör dilencinin canı yanmıştır. Sabırla işin bitmesini beklerken dayanamaz ve “Gözlerim hala neden açılmadı ?” der. Bu sırada adam finali yaşamaktadır ve biraz daha zaman kazanmak için : “Senin körlüğün doğuştan mı yoksa sonradan mı ?” diye sorar. Kör dilenci “doğuştan” der ve Mehmetin o sırada işi de bitmiştir ve “demek ki doğuştan olanın gözü açılmıyormuş” der. Bizimkisi de doğuştan mıdır acep açılmıyor bir türlü ve Korona bile açamayacak bu gidişle?…”
Net2019 & TED (Alanna Shaikh/Texas 03.2020) Koronalı Günlerde bebe haklı “bizim yüzümüzden”
Merhaba
Zor günlerde görebildiğim (ya da göremediğim) körlere ve körlüklere bakıyorum da “para vermek söz konusu olmadığına göre or*spuluk riski olmadığına” şükrediyorum. Çeşme’de “Eve Sığdırdığımız Hayat” bizim normal koşullarda “keyifli bir gönüllülük” seçimimizdi; aslında hâlâ da öyle. Rutinlerimizde bir sapma yok. Hatta laf aramızda daha bir fazla rahatlık da eklendi. Hemen herkes yardımcı. Adanın kekikleri de tam sağlık için ve dün yine hasat yaptık (İrem’in Nalimeks Filmini anımsadım).
Artık ekmek ve gazete almak için evden çıkmam gerekmiyor. Evimizden yüz metre uzaktaki fırının sahibi genç Okan her sabah dört ekmek ve Sözcü Gazetemizi getiriyor. Ekmekler kapımızın önündeki sokakta “Koronasavar olarak gece gündüz oturan” altı köpek ve dört kedi için. Akşama kadar bekliyorlar. Ben de inadım inat (k*çım iki kanat ) diyorum ve gece yirmiden önce vermiyorum, yağda yumurta ve sütle ıslattığım yarımşar ekmeği. Böylece en azından sabaha kadar karınları tok kalır diye düşünüyorum ve gecenin uyandığım herhangi bir saatinde yatak odasının penceresinden yola baktığımda arabamın yanında yattıklarını görüyorum. Bu miktar “rasyon” yeter mi ? Yetmez ama idare eder. Koronalı günlerde sadece “yaşama payı” olarak bununla yetinecekler. Sınıf arkadaşlarımdan (özellikle Zooteknist olanlardan) yardım istedim. Aslında bu yardımın altında yatan “internette herkesin ulaştığı özgün olmayan ama gerçekten de güzel olan görsellere ek olarak kendilerinden de bir şeyler katmaları, salt postacılık yapmamaları için” di o istediğim. Onları dedim ki bana Koronalı günlerde yapmamız gerekli (tartışılır ve amacım da tartışma açmaktı) yaşam tarzı değişikliği için;
1.Yaşam Payı
2.Büyüme payı ve
3.Üreme Payı
Hesaplamalarıyla “hayvan besleme” de rasyon hazırlama hakkında düşüncelerinizi iletir misiniz ? Ses çıkmadı Hayrettin’in “arif olan radyonun rasyon demek olduğunu düzeltme mesajı göndermene gerek yok” iletisi dışında. Internete döndüm ve bu linkteki pdf dökümanda “büyüme payı” değil “gelişme payı” olacakmış doğru sözcük onu gördüm. http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Rasyon%20Haz%C4%B1rlama.pdf
Ne faydası olacaktı bu konudaki bir diyalogun ? İki seçenek arasında kararsızım. Hangisi daha doğru ya da makul ve mantıklı bunu görecektim.
Koronalı günler bize düşünme şansı verecek ve sonrasındaki ekonomik dar boğazdan üretime ve tüketime yeni bir şekil (aslında yeni de değil) verip ülkemizi yeniden tarımsal üretimle kendine yeten, ele güne muhtaç olmayan ülkeler arasına sokacak mıyız ? Bunun için birey olarak bize düşen rol ve sorumlulukları “MOB2” olarak “Gönüllü Mecburiyet”le kabullenecek miyiz ? bunun “ZM68” içindeki dağılımını bilmek istiyordum.
İkincisi de Koronalı günlerin belki de en ağırlıklı etkisi olan “Dijital Yaşam” a geçme becerisini hangi düzeyde ve oranda gösterip de tok ve gözü açılmış bireyler olarak çağın gerisinde kalmama becerisini gösterebilecek miyiz ? Böylece hem tok hem hazinesi dolu, sonraki pandemilere hazır ve yetkin bir ülke olacak mıyız ? Gözlerimiz açılacak mı ? Gözlerimizin açılması için herhangi bir mehmetin bizi becermesine gerek kalmadan eve sığdırdığımız hayattan sağ salim çıkabilecek miyiz ?
Yazımdan başımı kaldırdım ve kapının önünde güneşlenen ve hava kararsın da Mustafa bize ekmek versin diye uzanmış olan sokaktaki köpeklere dönmek istiyorum tekrar. Daha düne kadar süpermarketten aldığımız (özellikle Ümitgillerin tüm kışa yetecek kadar) hazır köpek mamaları yanında bugün süt / yumurta / ekmek ile beslenme tarzlarındaki zorunlu değişim bize de ders olmalı gibi geliyor bana. Ne yazık ki bunu dillendiremiyorum; çünkü bu durumda “değişime direnenler”ce fazla “pesimistik/kötümser” olarak görülüyorum. Bu nedenle bu düşüncem bu satırlarda kalsın şimdilik ve bakalım yarın neler olur. Ne olursa güzel olur. Önemli olan bu değişimlerden ders alabilmek. Geçen yılın başında gelecek günlerden endişe duymuştum özellikle hızlı büyüme sürecine girmiş olan Netgillerin ikinci kolunda. Bu nedenle yirmi altı yıl önce yaşadığımız ekonomik kriz yılındaki yaptıklarımızdan üç örnek verip üç mesaj türetmiştim. Özetle,
1.Kriz yılları öğretir: Malatyanın Maymunları;
2.Kriz yılları ustalaştırır: PL nun Cengaverleri;
3.Kriz yılları bütünleştirir: Sultananın Sultanları
Üçünde de “kriz” i “fırsat”a çevirmiştik. Yönümüzü yeniden çizmiştik. Sadece ölçülebilen değerleri geliştirebileceğimizi ve geliştirdiğimiz değerleri yönetebileceğimizi biliyorduk. Bu nedenle yeniden çizdiğimiz yöne doğru ilerlerken eylemlerimizi sonuçlara göre yapılandırdık. Bir başka deyişle sonuçları yönettik. Üst sınırı oluşturmada yaratıcı enerjimizi, gizli potansiyelimizi açığa çıkartıp sınırların ötesine baktık. Olasılıkları ve olanakları gördük ve tıpkı 2010 yılındaki “Akıllı Büyüyerek Gelişmek” dediğim çerçevede olduğu gibi “dublenin triplesi (DT)”ne ulaştık. Yirmi altı yıl öncenin (1994) deneyimleriyle 2010 yılındaki DT’e uzanan 16 yıl içinde ikinci bir kriz dalgasının altında kaldık ve “MOB1(Mutually Obligation/Gönüllü Mecburiyet” le şirket olarak, çalışanlar olarak DOD1 den DOD2 e geçmesini bildik. Şimdi “MOB2” derken aynı şeyi ülkesel olarak, hayatı eve sığdırmış olan vatandaşlar olarak aynı başarıyı, beceriyi gösterebilecek miyiz ?
Neden güvenimi yitirdim ?
“Güven daldaki kuş gibidir; uçtu mu bir daha zor geri gelir”. Bakıyorum da bu tür akılsızlıkları, mantıksızlıkları anlamakta zorluk çekiyorum:
1.Koronasavar önlemlerin ilk adımında kredili ev alımlarında peşinatı yarıya indirmenin virüsten korunmayı nasıl sağlayacağının mantığı benim küçük beynime girmemekte direndi. Üstelik bir de “hala mı Mehmet ?” diye bana zor sorular sormaktan çekinmedi. Gözlerim açılacak diye artık daha fazla becerilmeye razı değilim.
2.Hele bir de evde oturmaya çalışırken uçak biletlerinde KDV nin %1 e düşürülmesinin beni virüsten korunmada nasıl bir avantaj sağlayacağını anlayamadı aklıma yardımcı olmaya çalışan fikrim ve Romanya turunun bedelini tam olarak iade eden Academic’e teşekkür ederken sonraki adımlarda işe yara, dişe dokunur bir şeyler olur umuduyla beklemeye başladım.
Galata Köprüsü üstündeki körü gözüne kestiren adamın adı da Mehmetti ve iş bitimine yakın köre sorduğu soruyu anımsadım: “Senin körlüğün sonradan mı yoksa doğuştan mı ?” Bu sorunun yanıtı “Doğuştan” olunca işlemi yarım bıraktırmıştı. Çünkü gözünün açılmayacağına inanması gerekiyordu körün ve Mehmet “doğuştansa açılmaz” demiş ve mabadını kurtarmakla kalmamış muradına da ermişti. Daha açık da yazamam ki. Demem o ki ya onun ya bizim ya da hepimizin gözleri doğuştan kör olmalı ki açılması, gerçeği görmesi pek olanaklı değil “hayatı eve sığdırdığımız” Koronalı günlerde bile.
3.Çok geçmedi. Kendi ohalini kendin yarat ile yaşadığı çaresizliği dile getiren bakandan sonra esas sorumlu olan esti gürledi. Asarız keseriz dedi. Kim o İzmirli yalancı gazeteci diye yalancı pelivan gibi nara atarken kısbetin içine dalan elin nerelerimize doğru yöneldiğini görmekten ürktü zavallı beynim.
Farzedelim ki; sarayımı hastane yaptım; imamlarım da hasta bakıcı oldu deseydi bilmem kaç maaşı bağışlamaktan daha inandırıcı ve etkili olurdu. İşte o zaman ikinci gönüllü mecburiyeti (MOB2) yaşadığım şu günlerde belki yeniden “güven tazeleme” isteği doğardı içimde filizlenen cılız bir inançla.
Bu da yetmedi. Bağış için açılan diğer kanalları rakip olarak görerek böyle bir zamanda hesapların bloke edilmesi kadar anlamsız bir eylemi anlamaya çalışmak bile istemedi zihnim şaşkınlık yaşarken. Bunu İstanbul’daki seçimin yinelenmesi sonucunda ortaya çıkan daha keskin yargıların bir benzerini yaşamaktan korkmuş olsa da otorite anlamlı olmadı, yarınlar için ne ona ne de kalan sağlara bir yararı olmadı bence. Hala kulaklarımda çınlar “kindar nesil yetiştireceğiz” sözleri ve kindarlığı gençlere bırakmadan ve bıkmadan usanmadan bunu sürdürmek nasıl bir vicdan işidir ki sana güveneyim…
Tüy dikenler ardıllar da yaşandı kalkan programında ben şaşkınlık içinde hazmetmeye çalışırken. Ben Koronalı günler başlarken ve onlar daha “artık gelme” demeden cumalarımı erteledim. Aklın yolu bir; onlar da bunu resmen ilan ettiler. Tam cumaların “sevap yerine günah”a neden olması engellendi derken “VIP Cuma” ile hala ayrıcalıklı davranmanın ve şov yapmanın kime ne faydası oldu anlayamadım. Gözüm cumadaki maskeli VIPlere takılmışken “bir gece ansızın gelebilirim” diyen otoritenin gücü kanal ihalesinin ertesinde bir bakanı yerinden ediverdi. “Hoppala paşam Malkara Keşan”. Yaptı diye mi; yapılana direndi diye mi; yapmakta geç kaldı diye mi; yoksa Mehmete vermedi diye mi ? Pek çok soru açıkta kaldı ve garibim süt dökmüş kedi gibi gitti ki gitmesi gerektiği zaman bile “sinyalizasyona ne gerek var hızlı tren yolunda” demiş ve felakete rağmen yerinde kalmıştı. Ne kanalmış be abicim ! Ne virüs dinliyor, ne yaşamı eve sığdıranların feryadını. Demek ki körlük doğuştanmış.
Evet ben hayatı eve sığdırmanın yanında olanaklarım ölçüsünde yardımcı olmak istiyorum. Bağış yapmak istiyorum. Ancak mecbur olmadığım halde bugüne kadar aksatmadan yaptırdığım DASK sigorta primlerimin depremzedelere gittiğini görmedim (belki depremzadelere gitmiştir). Şimdi sana nasıl güveneyim ? Şehitler için toplanan bağışların şehitlere gitmediğini ekranlar bangır bangır bağırıyor. Şimdi sana neden güveneyim ? İşsizlik fonunda toplanan onca paranın tam da bu günlerde tam yerine gitmesi gerekirken “delikli şiir”de söylendiği gibi neden cep delik cepken delik olduğunu “Sağır Sultan” bile duymuşsa ve senin söyleyecek sözün, bakacak yüzün yoksa ben sana güvenebilir miyim Allah aşkına ? “Ayranı yok içmeye tahterevanla gider s*çmaya” deyişinde olduğu gibi itibardan tasarruf etmemek bahanesiyle “yağma hasanın böreği” misali “MBnın kefen parasını” dağıtan; “açıl susam açık” parolasıyla “kırk haramilerle tüketilen”, kasalarla, kutularla, milyonluk saatlerle rahmetli Demirel’in dediği gibi “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek”ten çekinmeyen ve milletin bir de orasına burasına koyarak ünlenen utanmazlara verecek para kalmayınca açılan on paralık bağış yolunda kime, neden güven duyarak yakın durayım ki…Hele bir de geçmişteki şeyhülislam ve dahiliye nazırını aratmayan ve yaşını başını almış olmalarına rağmen hala kendilerini gençliklerindeki militan sananlara tanık oldukça “langırt köy sandığına” yapacakların “pamuk eller cebe” sözüne güvenebilir miyim ?
Tek sözüm var içimdeki bunca fırtınayla eve sığdırdığım hayatı kendime daha fazla zehir etmemek için “gülüp geçtin ben ağlarken şimdi sitemin niye; yalvardım senelerdir dinle kalbimi diye”…Ben şimdi televizyonların soytarılarına değil TED te konuşma yapan konu uzmanı Bayan Alanna Shaikh’ı dinliyorum gözlerim kapalı (ya da doğuştan kör). Size de öneriyorum. https://www.ted.com/talks/alanna_shaikh_why_covid_19_is_hitting_us_now_and_how_to_prepare_for_the_next_outbreak?language=tr#t-967472
Bayan Alanna’yı dinledim ama sen beni dinlemedin. Anlamadın. Anlamak istemedin. Anlamaya yanaşmadın. Anlamaya çalışmadın. Burnunun dikine gittin. İnadından vaz geçmedin. Kör inancın aklının önüne geçti (her zaman olduğu gibi). Umutlarımız tükettin. Kaynakları tükettin. Tıkandın. Bizi de tıkadın. Nol’cek şimdi ? Nap’cez şimdi ? Öyle Erzurum’lardan İzmirlilere küfrettirmekle açılmaz kör gözler. Tek güvendiğim sağlık bakanı ve sistemin izin verdiği sınırları zorlarcasına olabildiğince gerçeklere sadık kalmaya çalışıyor. Olabildiğince sorulara açık ve dürüst yanıtlar veriyor. Ona inanıyorum. Bana umut veriyor. Umutlarımın yeniden yeşermesine yardımcı oluyor. Bir diğer bakana bakınca hala kendini gençliğindeki militan zannettiğini ve yerini asla dolduramadığını görüyorum. Artık inanıyorum ki doğuştan kör o gözler. Bugün sanki her şey, herkes, her eylem ve mantığımın almadığı yaklaşımlar sanki “Bir Nisan Şakası” gibi. İyi olur inşallah ! Allah yardımcınız olsun; Allah yardımcımız olsun.
Öykücü