“…Köyün birinde günde dört vakit namaz kılınıyormuş (hoş bugün ülkemde camiler kapatılınca kimin kaç vakit kıldığını kimse bilmiyor; görmüyor ve doğuştan kör olanların baksa da görme olanağı yok). Cemaate zor gelmiş dört vakit kılmak ve köyün imamını şehre göndermişler. İmam müftü ile görüşüp dört vakit namazını üçe indirmesini isteyecekmiş. Akşamüzeri köy halkı imamı karşılamak için köyün girişindeki tepenin üstüne oturup beklemeye başlamışlar. İmam uzaktan görününce sabırsızlıkla “ne oldu, ne oldu, indirdi mi ?” diye hep bir ağızdan bağırmışlar. İmam uzaktan sağ kolunu dirsekten doksan derece büküp, sol eliyle sağ kolunun pazusundan tutup havaya kaldırarak “bindirdi, bindirdi” demiş. Biz “GAT” derken O “TAG” anladı ve bindirmeye kalktı..”
Orange Blossom (Adana Portakal Çiçeği değil) neden “tövbe” etmiş ? Yedi günah ve her günaha bir maaş yeter mi ?
Merhaba
Köy halkının tepkisini siz hayal edin. Almanya’ya, Fransa’ya, Kanada’ya bakarak yaşamı zorlaştıran koşulların etkisini indirmesini beklerken ülkemde IBAN’lı bindirmeler bana bu eski fıkrayı anımsattı. Neden “Fuar Zamanı” ?
Lisedeyken yaz tatillerinde yedek parçacının yanında çalışırdım (Çankaya’da rahmetli Şeref Gönültaş ve aile dostumuz Halit abi. Mekanları cennet olsun). Hiç unutmam bir gün rahmetli Vahi Öz arabasını bizim dükkanın önüne çekmişti ve Opel marka arabasına radyatör hortumu takmıştım(k). Elli yıla yakın geçmişten belleğimde kalan “üçsekiz, beşonaltı, yarımparmak, UNF-ince diş; UNC-kalın diş” vb cıvata somun ölçüleri yanında pazarlık yapan müşteriye “Fuar Zamanı gel” derlerdi. Anlamı “s*ttir git” idi. Her ne kadar o günlerde de “müşteri veli nimettir” diye duvarda çerçeveli özlü sözler olsa da yedek parça kıt olunca, kör tuttuğunu öpünce, talep arzdan fazla olunca müşteriye böyle kibarca küfretmek adettendi. Yine o günlerde gerçek Fuar Zamanlarında (20 Ağustos-20 Eylül) pavyonları gezmek, broşür toplamak, Sütsan dondurma yemek, Tariş’te üzüm şırası içmek, aynalarda gülmek, para kalırsa çarpışan taksilere binmek adettendi. Fuar’a 9 Eylül Kapısından girince sağ tarafta bir tiyatro tanıtım posteri hep dikkatimi çekerdi. Rahmetli Muammer Karaca’nın tiyatrosundaki ünlü oyunun adını dün gibi hatırlarım (ve bugüne cuk oturduğunu görüyorum): “Hükümetin işine fakirin s***ne karışılmaz” dı. Böyle imalı konuşmalarda ya da anlatımlarda Amerikalı iki lise arkadaşı genç kızın yıllar sonra Texas’ta buluşup da konuştukları zihnimde canlanır.
Mary ve Lucy yıllar sonra Texas’ta Mary’nin çiftliğinde buluşup aradan geçen 18 yılda neler yaptıklarını anlatırlar. Mary zenginleşmiştir ve sahip olduklarıyla övünmektedir. Lucy”e dönüp “Şu gördüğüm yüz bin hektar çiftlik varya kocam ona çok çalışarak sahip oldu”. Lucy “Pekala, pek güzel” diye kısaca yanıt verir. Mary devam eder “Hani şehirde yüz katlı apartman varya kocam onu çok çalışarak satın aldı”. Lucy yine “Pekala, pek güzel” der. Mary daha sonra atlardan, yatlardan söz ettikçe Lucy’nin yanıtı hep aynı olur: “Pekala, pek güzel”. Mary, Lucy’e “Peki sen ne yaptın bunca yıl ?” diye sorar. Lucy “Ben Paris’te nezaket okuluna gittim”. Mary şaşırır ve dayanamaz “Peki orada ne öğrendin ?” diye sorunca Lucy “Hadi s*ttir orda o*ospu demek yerine pekala pek güzel demeyi öğrendim” der.
Bugünlerde de ister şehirden dönen imamın el kol hareketi ister Amerikalı Lucy’nin zarafeti olsun sabır sınırlarını esnetmekten başka çare yok. Çünkü dilin kemiği yok ama KVK nın durumu ortada (Ben üç KVK bilirim. İlki bir telefon şirketiydi ve eğer KVK garantisi varsa korkmadan al derlerdi. İkincisi “Kişisel Verileri Koruma” olarak Koronadan önce ortaya çıkmıştı. Ve asıl yüreğimi yakan da Koronalı günlerde hala hapiste olan Osman bey). Acep hapiste de “üç adım mesafesi”, “maskesiz çıkmam abi”, “bana yaklaşma” gibi sağlık koruma önlemleri alınıyor mu ?
“Gak guk”larla > GAT beklerken TAG dedi (çık şu dala bak dedi; çıktım baktım o dala; bu karga ne budala)
Bizimkisi “Prens“i okumadan Makyavellist ve “Sevgi vs Korku” arasında seçim yapmak zorunda kaldığında (ve hatta kalmadığında) her zaman “korku“yu daha doğrusu korkutmayı yeğliyor. O, bu işi iyi biliyor. Yazımın başlığını önce “GAT And TAG” olarak koyacaktım ki bu sözün azıcık yuvarlanmış hali bana 1962 yılında İzmir Atatürk Lisesinin birinci katında sevgili Latif’in sınıfına doğru yürürken bana öğrettiği iki Almanca sözcüğü anımsattı. Ben fen bölümündeydim (2 Fen D) ve yabancı dilim İngilizce idi. Rahmetli Latif edebiyat bölümünde ve yabancı dili de Almanca idi. O gün bana “Guten tag” demeyi öğretti. Nereden nereye savruldu aklım bu Koronalı günlerdeki Çeşme yaşamımda. Dün gece kırmızı toprak yağmış yağmurla birlikte. Biraz önce arabamı yıkadım biraz hareket olsun diye. On beş yıldır “Bu dünya GAT dünyası” diye bağırıp duruyorum. “Bu dünya al gülüm ver gülüm dünyası” ve açıklıyorum “Önce vereceksin ki alasın”. Patron öyle yapıyor; ücret veriyor ve iş bekliyor, alıyor. Çalışan emeğini veriyor ve ücretini alıyor. Devlet iş olanakları yaratıyor, destek veriyor ve vergi alıyor. Patron vergi veriyor ve destek alıyor. Ancak bugünlerde birileri diğer ülkelerdeki otoritelerin verdiklerine bakarak vermek için harekete geçince bir de bakıyor ki “delikli şiir” ve verecek bir şey kalmamış…Ne yapsın ? O da önce IBAN veriyor iman sahiplerine ve vermelerini bekliyor. Vermesini istediği kişiler ellerini cebe atınca bir de ne görsünler “cep delik cepken delik”. Ve imamın şehirden dönüşü gibi “atı alan yine Üsküdar’ı geçti” ve “pamuk eller cebe” dedi. “Yaşlı delikanlılar” diğer bir deyişle yaşı 60 ı aşanlarla, yirminin altında olanlar madem ki eve mahkumlar o halde bu mapusluğun yaratacağı tasarrufla “verirsiniz siz abicim ! Siz aslansınız” dedi. Haksız da sayılmaz yani ! Ancak ben hep “siz aslansınız sözünden korkmuşumdur”. Neden mi ?
Gemi kazasından sonra (Koronalı günler gibi) aslan ve eşek ıssız bir adaya düşerler. Bir tek onlar kalmıştır canını kurtaran. Aradan birkaç gün geçince canları sıkılır ve “hadi birbirimizi becerelim” derler (nedense Koronalı günler eve tıkınca yetmişlikleri ağızları biraz bozuk oldu “dirty mind” larının sözcüsü olarak örneğin benim. Hoş görüle). Kura çekerler ve becerme sırası eşeğe düşer. Eşek tam penetrasyona başladığında (hastalığın beş evresi vardır:
1.İnokulasyon: Hastalık etmeni hangi yolla yayılıp konukçuya kadar gelmektedir. >
2.Penetrasyon: Hastalık etmeni konukçunun içine nasıl girmektedir ? >
3.İnkubasyon: Hastalık etmeni hastalığı oluşturuncaya kadar hangi koşullarda ne kadar süre kuluçkaya yatmaktadır ? >
4.İnfeksiyon: Hastalık hangi belirtilerle kendini göstermektedir ? ve >
5.Fruktifikasyon: Hastalık etmeni hangi yaşam formlarıyla nasıl daha sonraki hastalandırmalara hazırlanmaktadır ? … İyi anladık ta tam eşek işini yapmaya çalışırken nereden çıktı bu bilimsel paragraf ? Yanıtı basit. Utandığım için doğru olan sözcük yerine ayıp olmasın diye, insaniyet namına “penetrasyon” yazdığım için.
“İnsaniyet namına” sözüne de daha sonra değineceğim); evet tekrar yazayım; eşek tam girişi sağlayacakken canı fazlasıyla yanan aslan “ahhh !” diye feryat eder ve eşek aslanın sırtına vurup: “Sen aslansın !” der. Bu nedenle GAT Dünyasında “Eyyy Korona …” diye nara atarak vereceklerini hayal ederken “GAT”ı tersinden anlayıp da “TAG (İngilizce “Vergi” demek)” anlayan otoritenin IBAN’ını görünce bana dönüp de “sen aslansın” demesinden yine ürktüm; korktum. Haksız mıyım ?
Gelelim “insaniyet namına” sözüne. Yetmişli yılların sonuna doğru rahmetli babam yaş haddinden YSE den (gece bekçisi idi) emekli olunca eline 440.000TL emekli ikramiyesi geçmişti. Kırk bin lirasını rahmetli ablamla Nezuş’a harcadı (birer bilezik aldı). Üç yüz bin lirasını Pamukbank’a kendi adına vadeli yatırıp her ay faizini aldı. Nezuş’un ısrarıyla da yüz bin lirasını yine Pamukbank’a rahmetli annemin adına vadeli yatırıp aylık ödenen faizini kendisi aldı. Annemin yaşamı boyunca parayla pulla hiç işi olmadı. Babam yarı felçli gibi yaşarken 1984 yılında annem bir günde kalp krizinden ölüverdi (babam üç yıl sonra vefat etti). Veraset ilamını alıp ablam, ben, babam ve Nezuş Pamukbank’a gidip annemin adına olan yüz bin lirayı aldık. O sıralarda ablamın mali durumu pek iyi değildi. Nezuş “Baba ne olur bu yüz bin lirayı ablama verelim” diye çok ısrar etti. Vermedi. Vermediği gibi “Ben zaten o parayı annenizin adına insaniyet namına yatırmıştım” dedi. O gün bugündür “insaniyet namına” bizim için hep böyle bir “zoraki” ve kimi zaman “kerhen” gibi anlamlar taşımıştır. Geçen ay bankaların promosyon olarak verdikleri bin liralar da bence insaniyet namınadır. Koronalı günlerde ne namına olduğuna bakmadan alıp kabul edicen ve 200TL fark için Yapı’dan çıkıp Garanti’ye gitmicen (zaten gidemezsin ki).
Sözün özü; zor bir yıl yaşıyoruz. Bu zor yıl, öncelikle hayatta kalmak, ayakta kalmak adına şirketler ve çalışanlar için çok önemli etkilere sahip olacaktır. Bu etkiler hala DOD1 i yaşayanlar (oyunu kuralına göre oynamak zorunda olanlar) için, zorluğa hazırlıksız yakalananlar için birer ciddi tehdit olacaktır. Gerek bulundukları konum, gerek hazırlıklı oluşları, gerekse yedek akçeleri ile DOD2 aşamasına gelmiş olanlar “zor koşullar farkı gösterir” inancıyla bu krizi “Fırsat” a çevireceklerdir. Önemli olan bu kritik süreçte hem müftünün indirmesini beklememek, hem “GAT”ı tersinden okuyanlara “kafayı takmamak” ve hem de Lucy’nin zarafetini elden bırakmamak ve “enseyi karartmadan” Koronalı günlerin öğretilerini kalıcı “yeni alışkanlıklara” dönüştürme becerisini göstermek gerek. Aristo’nun alışkanlıklar nasıl oluşur ? sorusuna verdiği yanıtı biliyor musunuz ? Belki gelecek yazılarımdan birinde buna değinirim. Her neyse, 2020 nin Koronalı zor günlerinde “hayatı eve keyifli sığdırabilirsiniz”. Bunu yapabilirsiniz; yapmalısınız. GAT Dünyasının “4 Temel Sorusu (CUMUCAWI Testi)”nu hiç aklınızdan çıkarmayın ve “kendinize geribildirim verirken” dürüst olun.
Sevgili Ahmet Şerif İzgören’in “Avucunuzdaki Kelebek” kitabındaki küçük öyküsünü anımsayın. Genç delikanlı bilgeye gelir ve “avucumda bir kelebek var. Ölü mü diri mi ?” diye sorar. Bilge gencin amacını anlar ve gülümser. “Ölü” dese avucunu açacak ve diri olan kelebek uçup gidecek bilge bilememiş olacak; “diri” dese avucunu sıkacak ve kelebek ölecektir. Bilge “senin elinde” der.
Evet, sevgili İzgören’in dediği gibi bu krizden sağ salim çıkmak, bu krizi fırsata çevirmek, sadece ve sadece senin elinde. Sen yeter ki iste. Sana hiçbir dilek verilmemiştir ki beraberinde gerçekleştirmek için gerekli olan güç de verilmemiş olsun. Yazıma son verirken biz Çeşme’de rutinimiz sayılan yaz tatilini aşağı yukarı aynen yaşarken (hava güzel olunca biz bahçeye çıkarız); İzmir’de yaşadıkları için fiziksel olarak yakın olsa da günün koşullarında gurbet özlemi duyduğumuz çocuklarımız (C11) için ve ek olarak da Alev/Fatoşgillerin İtalya’daki kızları, sevgili Gönül’ün Kanada ve ABD deki kızı ve oğlu için de dualarımızla sağlık ve esenlikler diliyoruz. İnşallah “her şey çok güzel olacak”. Biraz sabır lütfen.
Öykücü