“…Hırçınlık ve intihara yönelme dışında, üçüncü bir seçenek: Kore savaşı sırasında Kızıl Çin esir kamplarındaki Türklerin davranışı. Savaşın başında esir alınmış olan Türk askerlerinin çoğu yaralı ve hastaydı. Esir edilen her on kişiden dördü ölen Amerikalıların tersine, Türklerin tümü hayatta kaldı. Bunlar yaşamayı nasıl başardılar ? …Onu tanırım. Enteresan çocuktur, ne sen ne ben onunla ahbap olabiliriz. Lüzumundan fazla münevver, bir bilgin… « Greed vs. Fear has long been the economic equation, and when financial gain becomes too quick and easy, too good to be true..WHAT THE RICHEST MEN IN THE WORLD DON’T KNOW ?…”
Dr.Cole’un kitabından Ödemişli Muzaffer’le internetin dahi çocuğu Aaron’u öldüren ve 1923 deki dünyanın en zengin dokuz adamından bu yana zenginlerin bilmediği nedir ?
Merhaba
Birkaç gündür zihnimi bir çerçevede toparlayamıyorum. Bir fikir oluşuyor. Sonra karmaşıklaşıyor. Netleştirmek; basitleştirmek ve odaklanmaya çalışırken dağılmak neden oluyor bilemiyorum. Hava biraz durulunca denize gidiyoruz ve yoğunlaşmayı umuyorum. Korona korkusu nedeniyle artık evden çıkarken kendi çöp torbamı ve eldivenimi alıyorum. Deniz kenarında geçen zamanımın %25 çevre temizliği (çöp toplama); %70 i yürüyüş (ve düşünme), geri kalan %5 i de yüzme (sadece ıslanmak ve Nezuş’u karşılamak) ile geçiyor. Denize girdiğimde de en fazla yirmi metre açılıyorum ve su boynumu aşmıyor. “Ada” dediğimiz kumsal buraların en güzel, en sakin ve şimdilik en temiz sahili. Bu yıl bir de Çeşme Belediyesi büyük beton bariyerler koyunca denizin dibine arabalarını bağlayan öküzleri önlemiş oldu. Her sabah sahili temizlemek için elimde torba ve eldivenli elimle yere bakarak birkaç tur atıyorum. Bu sırada birisiyle konuşmak bir yana göz göze gelmek bile istemiyorum. Bir şekilde göz teması olursa hemen “elinize sağlık; bizim insanlarımız kirletmemeyi öğrenmiyor vb” sözleri ile bir mum yakmak yerine karanlığa küfredenleri duymak nedense sinirlerimi daha fazla geriyor. Halbuki ben sessiz sedasız çöp toplarken iç huzurumu buluyorum. Kendimle yüzleşiyorum. Kendimi sorguluyorum. Dünden öğrendiklerimi düşünüyorum. Zihin çerçevemi oluşturmaya çalışıyorum. Yazabilmek için anahtar sözcükleri arıyorum. Kısacası kendimle baş başa kalıp çöpümü keyifle topluyorum. Takdir ve övgü de olsa işittiklerim beni rahatsız ediyor. Kendime bile itiraf etmeyi doğru bulmasam da belki de “sen niye toplamıyorsun …?” yargısı ile tepkiye giriyorum. Daha önce de yazdım. Mahallemizde bir Ali Dayı var. Kendisi yaşıtım sayılır ve emekli. Her gün denize geliyor. Bir gün bana döndü ve “Mustafa bey böyle tek kişi olmaz; size birkaç kişi daha yardım etmeli” dedi ve dayanamadım patladım: “Sen varsın ya, gel yardım et; birlikte toplayalım” dedim. Ali dayı yardıma gelmediği gibi bana küstü; şimdi selamı sabahı kesti. Gülsem mi ağlasam mı ? Her neyse. Dün yine çöpümü toplarken birden yanımda bir genç belirdi. Benimle çöp toplamaya başladı. Benden daha hevesli ve inançlı idi. Çöpleri atanları suçlamadı. Topladıklarımıza (şişe, nylon torba, maske, prezervatif, teneke içecek kutuları, bira açma halkaları, vb) söz etmedi. Kendini tanıttı: 1998 Hatay doğumlu, Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik bölümünde okuyan Işıtan Sönmez. Yakışıklı bir delikanlı. Çöp toplama işimde sonuna kadar benimle oldu. Topladıklarımızı bir çuvala doldurduk. Birlikte çöp bidonlarına götürüp attık. Gurur duydum. Umutlarım arttı. Mutlu oldum. Güne daha iyi başladım. Zihnimin çerçevesi netleşti: Rise to Rest (R2R)
Neden R2R ?
Beş yıl önce “Akıllı Büyüyerek Gelişme” den seçilmiş çalışanlarla “Yönetim Becerilerini Geliştirme Eğitimi” öğrenme yolculuğuna çıkarken bir kitap satın almışım: Meslek İntiharı. Bu kitaptan daha önce de söz ettim. Dr.D.W.Cole’un 1989 yılında Türkçeleştirilmiş kitabı. Kitapta Kızıl Çin esir kamplarındaki Türk esirlerin nasıl “Hayatta Kalma Farklılığı” gösterdiklerini görünce bağlantılı arayışlarım arttı. Bu gerçek olayı nedenlerini uzman bir sosyolog olarak açıklayan Ödemişli Muzaffer Şerif‘in adını gördüm. Yirminci yüzyılın başlarında Ödemişli varlıklı bir ailenin çocuğu olan Muzaffer Şerif daha sonra neler yaşadı ve neden “ABDli Muzafer Sherif” oldu. Adından bir “f” i yitirmek, soyadında “Ş” nin kuyruğu yerine “h” harfi kazanmak ona özellikle kırklı yılların kritik günlerinde neler kazandırdı; nelerin özlemini yaşamayı kaçınılmaz kıldı ? Yazımın girişindeki mavili kısım Dr.Cole’un kitabındaki Muzafer Sherif’in anlatımlarımlarıyla zenginleştirilmiş bölüm. Kırmızılı kısım ise Nazım Hikmet‘in Kemal Tahir‘e yazdığı mektupta Muzaffer Şerif için yaptığı tanımlama: “Lüzümundan fazla münevver” olmasının arka bahçesinde neler yaşadı Ödemişli Muzaffer ? Bu sorunun yanıtı için “RAITURK” ün 18.07.2019 tarihli yazısını okuyabilirler. İzmir’deki Amerikan Kolej’inden mezun olduktan sonra Amerika kapılarının açılması; yüksek öğrenim ve sonrasında Amerika-Türkiye arasındaki trafik ve İkinci Dünya Savaşının kritik koşulları altında savunduğu görüşler nedeniyle kırk yıl hapse mahkum olan bizim Muzaffer “Amerikan Talebi” ile bir ay içinde nasıl serbest kalıp Amerika yolunu tutar ? Demek ki değişen bir şey yoktur. Dün (kırklı yıllardaki rahmetli İnönü dönemindeki bu özel afla) bugünlerdeki Rahip Branson örneği arasında ben bir fark göremiyorum ? Demek ki neymiş … Arif olan anlar…
Dr.Cole’un bana güncel etkisi iki farklı yönde oldu. Birisi ismindeki “İntihar” sözcüğü nedeniyle hiç ilgisiz de görünse internetin dahi çocuğu Aaron Swartz‘ı düşündüm yeniden. Diğeri de Muzaffer Şerif örneği ile sınıf arkadaşım Şükrü Kaya’nın 1972 den bu yana süren “Okyanusun Öte Yakasındaki Yaşam Gölündeki Kulaçları” ile Kanada’dan Florida’ya uzanan ve “Şükrü’den Sam’e” dönüşüm yolculuğu oldu. Yıllar önce Ödemişli Muzaffer’in “Şerif” ten “Sherif”leşmesi gibi Muğlalı Şükrü de “Sam” leşerek isimleri gibi yaşamı da kolaylaştırabildiler mi ? Yirmi altı yaşında intihar eden dahi çocuk “Üstün Becerilerinin Kurbanı” olarak Platon‘un dediği gibi “Hayatı oyun gibi yaşayabildi mi ?“. Aaron bu becerileriyle kazanılamaz mıydı ? Zenginlerin bilmedikleri nedir ?
Bir zamanlar Ayşe Arman’ın “Kimse Sormazsa Ben Sorarım” isimli kitabında Beşiktaşlı Sabri’nin intihar girişimini sorguladığı bölümün okuduğumu anımsadım. Ne kalmış aklımda ? diye kendimi sorguladığımda “Başka yolları da var” yargısı öne çıkıyor. Ancak belleğimde devreler karışmış olabilir ve bu sözcükler bir başka anıdan öne çıkmaktadır. Her neyse…
On altı yıl önce Hürriyet’te bir köşe yazısında okumuştum (EÖ). Aklımda kaldığı kadarıyla “Bir gün dibe vurduğunuzda” sözcükleri ile ınternette aradım. KİGEM tarafından aynı makalenin korunduğunu gördüm (https://www.kigem.com/bir-gun-dibe-vurdugunuzda.html).
Yaklaşık yüz yıl kadar önce dünyanın en zengin dokuz adamı bir otelde toplanırlar. Her şeyleri vardır. Biri “Amerikalı Çelik Kralı“, diğeri “İsveçli Kibrit Kralı“, biri “Banka Başkanı” diğeri “Borsa Başkanı“, biri Bakan, diğer ikisi ünlü birer “Borsa Oyuncusu“, biri “Kamu Kuruluşu Başkanı” diğeri “Gaz Şirketi Başkanı” idi. Hepsinin keyfi gıcırdı. Gelecek için “Para ve Güç Hesapları” yaptılar. Şunu anlamıyorlardı: “Açgözlülük ve Korku” nun bedeli var. Bunca zenginlik eğer hızlı ve kolay kazanılıyorsa kaybetmek de bir o kadar hızlı olabilir. Bu konudaki anahtar cümle de: WHAT THE RICHEST MEN IN THE WORLD DON’T KNOW ? idi.
Ünlü bir otelde yapılan ö görkemli toplantıdan yirmi sene sonra neler oldu ? “Büyük Buhran“ın değirmeninde kimler un ufak oldu; kimler sağ çıkabildi ? Dokuz kişiden hiçbirinin geleceği parlak olmadı… Kimi çıldırdı. Kimi yolsuzlukla suçlanıp beş parasız borç içinde öldü. Kimi hapse girdi. Kimileri intihar etti. Zenginlik, varlık bu dokuz adamdan hiçbirinin geleceğini ve mutluluğunu garanti etmedi. O halde…
Neden Aaron’u intiharın eşiğine getirdi okyanus ötesindeki sistemin acımasız çarkları ? Salt düzeni korumak mıydı temel amaç ? Aaron kazanılamaz mıydı ? Ödemişli Şerif’i Amerikalı yapan sistem kendi içindeki öz çocuğunu neden korumadı ? Bu soruların yanıtlarını bugün Key West’te Samleşerek Yaşam Gölünde kulaç atan ZM68 li Şükrü yanıtlayabilir mi ? Kendisine soralım.
Sağlık ve esenlik dileklerimle; yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü