“…ve’l-ba’sü ba’de’l mevt (ölümden sonra diriliş)… > …Lem yelid ve lem yûled (“O” doğmadı; doğurmadı)… > …yevme yekûmu’l-hisâb + Birahmetike ya erham’er rahimin (…Hesap gününde…+ …Rahmetine güveniyoruz, ey merhametliler merhametlisi)… > …tevasav bil hakkı ve tevasav bis sabr (hakkı ve sabrı tavsiye edenler)… > …İhdinessırâtel müstakîm (Bize doğru yolu göster)…”
Dış Güçlere bakıp kahrolmak (Atilla Sertel / BMM Aralık 2018) ya da mutlu beraberliklerin ilk adımına tanıklık ederek umudu korumak (Atilla Serterl / İklim ve Ozan’ın nikahı / Haziran 2018)
Merhaba
Yazımın başlığı ile girişteki beş renkli dua parçalarının birbiriyle bir ilgisi var mı ? diye bir soru takılırsa akıllara tek sözcükle yanıtım: Var. Şimdi önemli olan bu ilişkiyi net olarak ortaya koyabilmek. Çünkü bu noktada “Gerçek / Doğru” farklılığını anlatabilmeyim ki “Algı” farkları anlamayı, anlaşılmayı zorlaştırmasın.
Son iki yazımda Çeşme’de geçecek kış günlerinde rutinlerden keyif almayı ve daralan çemberde sağ salim kalabilmek için “MEsafe + MAske + Temizlik Üçlüsü”nden türettiğim “MEMAT” sözcüğünü bahse konu yapmıştım (nerden geldiyse aklıma “söz konusu” demek yerine). Bu üç basit önlemle ve “yaşıyorsan bitmemiştir” sözündeki umutla Çeşme günlerindeki (ve gecelerindeki) keyfi maksimize edebilmek için “Yaşamı Sadeleştirmek (SOL)” yolunda attığımız somut adımları dillendirmiştim. Bu yazımda da “Beşinci Zeytin“in tahrik edici etkisi altında “SOL”un bir başka yönündeki algılarımı yazıya dökmek istiyorum.
“Beşinci Zeytin” ne demek oluyor ki ?
Korona ortalarda yokken yaşam büfesinde hâla sırada öne geçmeye çalışırken kimi zaman ağız tadından da özveride bulunup kendimizi yeme içme disiplini içine sokuyorduk. Birkaç kez çıktığımız bu beslenme disiplini yolculuklarında hedefe uzanan yoldaki hızın düşüklüğünü gördükçe başarı umutlarımız sürekli güdük kaldı. Biz bu maratona razı olamadık; hele bir de yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken ” şu kısacık ömürde değer mi abicim ?” iç sesimiz baskın çıktığında. Kent’te başladık; üç ay sonra vaz geçtik. Medikal’li olduk; üç aya varmadan yoldan çıktık. Özele gittik; olmadı. Hepsinde ortak bir reçete vardı ve o reçetenin gereğini yapsak da televizyon ekranlarında olduğu gibi kırk kilo verdim; on kilo verdim sözlerini söyleyecek sonuç oluşmadı. C13 ün her zaman sözünü ettiği ve beni örneklerken kullandıkları “Sabır Bolluğu” bile bu yolculuğu sonuna kadar götürmedi. Ne var ki; kahvaltı soframızdaki dört zeytin alışkanlıklarımıza yerleşti kaldı. Bu dört zeytinin kahvaltıya katkısı ise sofraya getirmediğimiz, zeytinyağlı domatese bile dökmediğimiz tuz beklentimizi karşılıyor olmasıydı.
Şubat ayından bu yana önce Korona etkisiyle ve Ekim sonundan beri de buna eklenen deprem korkusuyla kimi hatalı bulduğumuz işleri yapmakta sakınca görmedik. Örneğin cep telefonunu yatak odasına almak gibi. Madem ki olası bir depremde yanımızda bulunan cep telefonu bu kadar çok işe yarıyor, o halde gece boyunca bu aygıtın kafamıza yakın oluşunun yarattığı kanser riski varsın olsun… Ve bir adım daha ilerisi… Madem ki korona ve deprem riskleri ile çevrili yaşamımızda çember daraldı (üst komşumuz Esat ve karısı da koronalı çıkmış) ve madem ki “carpe diem” diyerek anı yaşamaktan söz ediyoruz ve madem ki yetmiş beşi aştığımız şu günlerde karşı kıyı görünüyor o halde kahvaltı soframıza “Beşinci Zeytin” de gelsin artık canım… Ve “Beşinci Zeytin” hâla kavanozda…
Bir başka “SOL”> aslında SOP
Somalı, taşralı çocukluğumun ellili yıllarının ilk yarısında, rahmetli annemin öğrettiği birkaç dua (sûre) ile başladı dinle yakınlaşmam. Bugüne dek ne ebeveynlerimden ne de sonraki etkileşimler içinde fazla samimi ol(a)madım dinî çevrelerle. Kimi zaman “Birlik” ile “Federasyon” arasındaki farkı görmek için önderlerin destekledikleri talebe etkinliklerini (rahmetli Dr.Baha Kitapçı‘nın önderliğindeki toplantılar ve kitaplar gibi) yakından görsem de ne sağa ne de sola bir sempatim olmadı. İlkokul’da birkaç sure daha eklendi portföyüme. Ardından çocuklarımın orta eğitiminde öğrenmeleri istenen duaları ezberlemelerine yardımcı olmak için de ben de onlarla birlikte ezberleyip birkaç dua daha edindim. En son (1995) “zaman gelip geçiyor; dur demek kolay değil” mesajı için “zamana yemin ederim ki..” diye başlayan ve PL ve TPS başarılarında ana etken olan “Pull/Push Dengesi“nde “Köy Toplantılarındaki Tavsiyelerin Önemini” vurgulamak için CINOS’un ilk evresinin son yıllık toplantısında sunum materyalime eklediğim “…doğruyu ve sabrı tavsiye edenler hariç” sözleriyle biten sure (dua) ile portföyümde bir düzine sure oldu. Bunlar her rekatın ayaktaki son duasını (zammı sure) ayrı surelerle yaparak kıldığım namazı tekdüzelikten kurtarma ve namazın her aşamasını gerektiği gibi dualandırma olanağı verdi bana; böylece namazlarımın eksik olmadığı inancımı hep korudum. Ancak, itiraf etmeliyim ki bu on iki sureden kimilerinin Türkçe mealini bilmediğim için, okuyup anlasam da namaz sırasında dilim, yüreğim ve aklım Türkçe ile orijinali arasındaki anlam bütünlüğünü kuramadığı için bir şeylerin tam yerine oturmadığını hissedip durdum. Hele bir de geçen yılın Cumhuriyet Bayramına denk gelen cuma namazında hoca hutbesinde Allah rızası için bir kez olsun Atatürk adını söylemediği için sesli isyan edip camiyi terk ettikten sonra bu duaların pek fazla resmi kullanım alanı kalmadı. Üstüne üstlük bir de Korona sorunu çıkınca bir yılı aşkındır Cuma Namazı için camiye gitmiyorum. Bunun dışında cenaze namazları için gidiyordum ve bu da artık yasaklandığı için ezanı uzaktan duyup, camiye uzaktan bakıyorum. Her şeye rağmen günlük yürüyüşlerimde çizdiğim rotayı beşe bölüp dualarımı gruplandırarak sûreleri günlük rutinlerimin içine yerleştiriyorum. Rotamdaki her köşe taşına eriştiğimde sırasıyla
1.Hepimiz için kazasız, belasız, hastalıksız ve cezasız bir gün diliyorum. Bu bölüme “cezasız” talebim daha sonra girdi. Nedeni bir zamanlar çok fazla trafik cezası (hemen hepsi radara yakalanmak) yediğim için belki duanın cezayı azaltmaya faydası olur diye. İşte tam bu noktada ikinci gruba geçmeden önce “radara yakalanma cezası” kavramı üzerinde durmak istiyorum.
Önceki yazılarımdan birine eklediğim kolajda Ekim ayında bahçede torunum Duru ile yaptığım bir sohbetin görüntüleri vardı ve “salona sıçan köpek” öyküsü ile hata/ceza bağlantısını iyi kurmalı ki cezanın öğreticiliği, caydırıcılığı olsun demiştim. Sahibi köpeğin burnunu yerdeki pisliğine sürmüş ve daha sonra köpeği salonun penceresinden bahçeye atmıştı. Köpek ertesi gün ne yapmıştı ? Yine salonun ortasına sıçmış ve yerdeki pisliğini koklayıp pencereden dışarı atlamıştı. İşte bunun gibi trafik polisi bana “radara yakalandınız size ceza yazacağım” dediği için bu cezanın bende yarattığı etki “radara yakalanmamak” oluyordu. Radara yakalanmamak için her türlü dikkati sarf ediyordum. Halbuki polis bana “hız aşımı yaptınız ve bu nedenle ceza yazıyorum” deseydi bendeki algı “hız aşımı yapmamak olurdu”. Bu anlatıyı ben seviyorum ve cezanın öğreticiliği için örnek olarak veriyorum da gerçekten de polis öyle deseydi benim davranışım değişir miydi ? Buna inanıyorsam neden ilk grup duamın için “cezasızlık” ekliyorum; neden hata yapmamak yerine dualardan medet umuyorum ? Bence burada bir samimiyetsizlik var gibi…
2.İkinci etapta ettiğim dualar çocuklarım için ve yine aynı dileklerle;
3.Üçüncü grup dualarım torunlarım için;
4.Dördüncü grup dualarım, bildiğim tüm duaları alfabetik sırayla okuyup “bizleri her türlü…doğru yoldan ayırma, hatalarımızı, günahlarımızı bağışla…” dilekleriyle yine hepimiz için ve
5.Beşinci grup dualar eve dönünceye (veya yolculuğun o an için sonlanacağı yere kadar olan) süreyi dolduran, kadar kalan yolun tamamını kapsayan dualarım ki beklentim “beraberliklerimizi, sevgilerimizi ve desteklerimizi koru Allah’ım” ile bitiyor.
Evet… Şimdi gelelim “Dualarımın SOP (Simplified Our Prayers)“una…Madem ki namaz kılıp bildiğim duaları namazda okumuyorum, madem ki hepsinin Türkçesiyle Arapçasını bütünleştiremiyorum, madem ki buna çabalarken duaların öğreticiliğini ve verdiği ferahlık hissini tam olarak yakalayamıyorum… O halde dualarımı da sadeleştirmeliyim dedim ve beşini seçtim. Artık rutinlerimin yürüyüşlerini ve araba kullanırken yaptığım yolculukları bu beş dua ile taçlandırıyorum. İşte bu beş duanın (sûrenin) her birinden birer parça alarak yazımın girişine koydum.
Sözün özü; Çeşme’de 24 Kasım adeta bir yaz günü. Yürüyüş sonrası deniz kenarında biraz oturduk. Öğretmen ve öğreten dostlarımıza ben mesaj çektim; Nezuş telefonla aradı. Bugün Dr.Maslow‘u da bir kez daha andım ve onun sözleriyle yazımı bitiriyorum : “Yaşamda her gün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz süreli öğrenciyiz”.
Öğretme ve öğrenme yolunuz açık ve aydınlık olsun. Sağlık ve esenlik dileklerimle.
Öykücü