Yaşam Büfesinde “HANsızlar”

“…Zerduş palan ursan eşek yine eşektir…; Vermeyince Mabut neylesin Mahmut…Değerli şeylerin pek kolay elde edilmediğinin bilincindeyim. İyi günler olacak; herhalde kötü günler de olacak. Kendi kabuğumuza çekileceğimiz, tası tarağı toplayıp teslim bayrağını çekmek isteyeceğimiz günler de olacak. Bunlar aslında kendimizi zorladığımızı, öğrenmek ve gelişmekten korkmadığımızı gösterme fırsatlarınızdır (JG). Unutmayın, zor günler öğretir, zor günler farkınızı gösterir ve asıl önemlisi zor günler bütünleştirir…”

 

Pandemi koşullarında Çeşme günlerindeki keyifli anlar

Merhaba

Nedense Mayıs ayı kısır bir ay yazı yazmam konusunda. Geçen yıl da Mayıs ayında Tribrosis başlıklı tek bir yazı yazmışım blogumda. Belki Haziranı beklemeden yazı erken özümsemeye çalışmaktan, belki de tam tersi Mayısın rehavetine kapılmaktan bu verimsizlik. Geçen yıl da Korona vardı ve pandeminin kısıtları bu yıldan daha fazlaydı. Korkularımız da… Geçen yıl hem vaka sayısı ve hem de vefat sayısı bu yılın aynı dönemine göre on kat daha az olmasına karşın korkularımız ve aldığımız önlemler bu yıla oranla on kat daha fazlaydı. Hiç kimse, çocuklarımız bile bizi koruma adına bahçe kapımızdan içeri girmezken bu yıl sarılma mesafesine kadar indi yakınlaşmamız. Kanıksamaya başladık ya da “bize bi şey olmaz abicim !” inancı gelişti.

Bu yılın Mayıs ayı bir başka açıdan hem verimli ve hem de telaşlıydı. Madem ki artık yılın 365 günü Çeşmeliyiz, o halde biraz daha fazla özenli yaşam koşulları sağlayalım diye düşündük. Filli Boya’ya telefon ettim. İsteğimi ilettim ve bana genç bir arkadaş gönderdiler beklentime yanıt verecek. Öyle de oldu. Her ne kadar konunun uzmanı olan Copcugiller “taş yünü” olursa iyi olur dese de yine ekonomik düşündüğüm için karbon takviyeli strafor bazlı malzeme ile evi mantolama işine karar verdik. On günde başladı ve bitti. Kimi küçük aksaklıklar dışında üzmedi; ancak uzamasın diye her zaman yaptığımız ekstra yeme/içme ve ağırlama şeklindeki gereksiz gayretimizin yorgunluğu bir süre sonra bıkkınlığa dönüştü. Bir gün daha fazlasına katlanamaz olduk ve çok şükür ki isyanları oynamadan işi bitirdik. Şimdi ekstraları (kışın daha iyi ısınma, yazın sıcaktan sakınma) sağlıkla yaşamayı bekliyoruz. Bu işin öncülü ve ardılı ile Mayıs ayının iki haftası dolu dolu geçti ve birkaç diziyi izlemek için laptopumun başına oturdum. Elim klavyeye gitmedi; yazma hevesim gelişmedi. Mantolamanın önünde ve ardında yaklaşık bir ayımı alan bir diğer konuda bahçenin bir bölümündeki çimleri yenilemek oldu. Önce gerekmediği halde derin belledim. Sonra bekledim. Düzledim. Toprak getirttim. Taşıdım. Tesviye ettim. Silindir geçirdim. Çimler geldi. Serdim. Sözcükler az olsa da bu iş yetmişin ikinci yarısındaki yaşam için pek kolay geçmedi. Özellikle bir hafta çok yoğun geçti. İlginç olanı o bir hafta hiç yorgunluk hissetmedim. Elim, kolum, ayağım hiç bir yerim ağrımadı. Ancak işler bitince, rahatlama sürecine girince birden yorgunluklarım açığa çıktı. Vigorum düştü. Elim ayağım kesildi. Şimdi yine rutinime döndüm. Çok şükür.

Bu arada EKÜTrio‘nun işleri de yolunda gitti. Ara sıra kimi sağlık sorunları öne çıksa da pandeminin korkuları altında yeniden sağlığa kavuşma gayretlerimizin ağrılığı ve Copcugillerin hekimlerinin desteği ile normale döndük. Fransa’dan tekne geldi. Çeşme’den Fethiye’ye gidiş hazırlıkları sürüyor. Burdur-Kütahya hattında gelişmeler hızlı olmasa da beklentileri karşılamayı sürdürmesi şükürlerimizi artırıyor. Öte yandan Mestgillerin Amerika yolcuğu yarın yeniden başlıyor ve birkaç yıldır verilen yoğun emeğin Kerem’in söylediği gibi yemeğe dönüşmesi sinyalleri mutlu ve umutlu kılıyor.

Sözün özü; odağımdaki gelişmeler, C13 ün rutinleri pandemiye rağmen memnuniyet verici düzeyde sürüyor. Ancak C13Plus olarak baktığımızda geçen hafta sevgili Zeynep’in İbrahim amcasının Ankara’da çocuklarına destek olma çırpınışları sırasında koronaya yakalanıp vefat etmesi yakınımıza gelen tehlikenin ciddiyeti konusunda hepimizi uyarıyor ve üzüyor. Ne var ki, yaşam sürüyor; “yaşıyorsan bitmemiştir” sözü hükmünü sürdürüyor. Odağımdaki bu konular ve Çeşme’deki rutinlerim (özellikle deniz kenarı yürüyüşleri) beni mutlu ederken ekranlardaki Hırsızların (H), Arsızların (A) ve Nursuzların (N) yüzleri (bunlara “HANsızlar” dedim; çünkü yatacak yerleri yok ne bu dünyada ne öte yakada) gecelerimde karabasanlar yaratıyor ve rahmetli Çetin Altan ısrarla “sakın ha !” demiş olsa da enseyi karartmadan kaçınamıyorum. Bunlara bakınca yazımın girişindeki kırmızılı cümleyi yazmaktan kendimi alıkoyamadım.

Bu arada pandemi kısıtlarına rağmen Syngiller paydasında eski(meyen) dostlardan seçilmiş bir grupla buluşmak istedim. Bir WhatsApp grubu oluşturdum. Şimdi her biri CINOS sonrasında emeklilik yaşlarına karşın rakip sayılabilecek karşı köşelere savruldular. CINOS’un üç evresinde de (Ciba > Novartis > Syngenta) birlikte olduğum TÖ ile MÇ ilk seçtiklerimdi. Her ne kadar MÇ Antalya’da serbest çalışan konumunda fiziksel olarak uzaklarda olsa da gönlünün bizimle olacağına inancım tamdı. TÖ ise yanı başımdaydı. CINOS sonrasında aynı sektörde değişik firmalarda çalışıp bir ara özerkliği seçmiş ise de yeniden firma çatısı altına dönmüştü. Neden ve nasıl oluştu bilmiyor isem de TÖ ile ÜG beraberliği aynı çatı altında sürmedi ve ÜG İstanbul yollarına düştü. Diğer iki arkadaşım (AK,MD) ise CINOS’un üçüncü evresindeki beraberlikle iş yaşamımda yerlerini almıştı. Bunlardan MD ile Syngiller sonrasında ABG deneyimimde +28 ay birlikte oldum. Netgillerde buluştuk (20.04.2021). Netin genel müdürü AE in konuğu olduk. Kafeteryada bir saat sürdü beraberliğimiz. Beraberliğin öncesi ve sonrasında erteleyemedikleri zoom grup toplantıları nedeniyle ilk toplantıda “üvertür” den öteye geçmedi sohbetimiz. Daha çok Netgiller çerçeveli, Masomo süslemeli benim öykülerim dillendi. İnşallah bir sonraki toplantıda diğerleri de post-syn öyküleriyle öğrenme ve ustalık yolculuklarını paylaşırlar. Paylaşırlar mı ? Belki. Hemen sonrasında “My Key Learnings” benzeri bir yapıda buluşmamızın algılarını paylaştım. Yarım saat sonra MD den, ertesi gün sabah erken saatte AK dan  geribildirim aldım. Ne var ki; her zaman olduğu gibi, daha önceki yazılarımdan birinde Oyak Genel Müdürü İbrahim Aybar ile kıyaslama yaparak serzenişimi dile getirmiş olduğum gibi üçüncü bir arkadaşımdan bugüne kadar tek bir satır gelmedi. Demek ki değişen bir şey yok. Dün de öyleydi; bugün de böyle. Bu nedenle yazımın girişinde bir cümle kullanmaktan kendimi alamadım. Bu bakış açısıyla düne dönünce aklım bir üst amirin “Beyaz çorap” sözlerini anımsadım. Demek ki olmayınca olmuyor.

Her neyse ! Çeşme günlerinin mutlu eden öykülerine dönmek en iyisi. Kara yoluyla Burdur-Kütahya yolcularına, uçakla Las Vegas yolcularına ve deniz yoluyla Fethiye yolcularına sağlık ve esenlik içinde dualarımla hayırlar diliyorum. Yolları açık ve aydınlık olsun.

Öykücü