“…”Pire itte, bit yiğitte bulunur” derler ama yine de kimse bitli olduğunu kabullenmez. Temel’in oturduğu yerde bite benzer bir mahluk gören İdris seslenir “Temel o nedir ?“. Temel “Piredir” der. Dursun tekrar sorar: “Ula Temel beyazdır ya !”. Temel’in cevabı hazırdır: “Kocamış“. Dursun inanmakta zorlanmaktadır ve “Yassıdır ya !”. Temel “Üstüne oturmuşum” deyince, Dursun dayanamaz ve bir soru daha sorar: “Zıplamadı ya !”. Temel hala sakindir, yanıtı da öyle “Pabuçları yok”... Temel mahlukun bit olduğunu söylememekte inatçıdır…; İşte o bit pabuçlarını giymiş ve ormandaki yangında ilk önce kaçmak için kapıya yönelmiş. “Hooop !” demiş orman kralı aslan “Alfabetik sıra ile çıkılacak; aslan var, at var, arı var, ayı var sırada, sen bit değil misin ?“. Bit gayet sakin yanıt vermiş tıpkı Temel gibi “Evet bit olmasına bitim ama senin bildiğin bitlerden değilim” demiş ve kendini kendince haklı görüp kaçış kapısına yönelmiş…; Ülkemdeki yangında kim kendini nasıl tanımlayıp da kaçışta öncelik sırası verecek göreceğiz (belki de görmek nasip olmayacak)…; Kaç çeşit bit vardır ki düşüncesi ile eczanede önümde duran raftaki ilaçlara baktım ve hatta fotoğraflarını çektim. Birinde “Baş biti” diğerinde “saç biti” yazıyordu; demek ki daha başka bitler de var benim bil(e)mediğim...”
Benzenli, Atilla Yeşiladalı, Polatlı destekli Pink’in MAP deki “P”, Kemal Amcanın “Helalleşmesi mi ?” (“Krizden Çıkış Reçetesi > https://www.youtube.com/watch?v=u0jxei5LMoc)
Merhaba
Neden şimdi “Bit Muhabbeti” ? Belki de “Ben senin bildiğin ekonomi uzmanlarından değilim” sözlerinin tepkisi olarak “Olabilir mi Allah aşkına !” yansımasının çınlamasıdır. Neden çoklukla “Sünnetçinin Vitrinindeki Çalar Saat” aklımdan çıkmıyor ? Hiç ilgisiz gibi görünse de “Bit, Beşli Çete ve Benzen Halkası” türevleriyle birlikte kümelendiler aklımın kıvrımlarına. Böylece bir başka bit türü ile “Cyclic (Siklik) Grup” kimyasallar ortak deyimde buluştular. Yoldan çıkan fikirler ana mesajdan kopup “Lise vs Fakülte” kıyaslamasına kapıldı iki temel derste. Bir önceki yazımın ekinde “Urla Dörtlüsü” olarak biz, Nisan 2005 in ilk gününde ilahi okur gibi “Bize iman veriyor hür vatanın hür sesi...” derken İzmir Atatürk Liseli olmanın gururunu paylaşıyorduk içtenlikle ve kırsalda birden, kendiliğinden gelişen bir hevesle. Öyle ki bu hevesin ürünü olan “Copculaşma” videosu, birkaç ay sonra (12.06.2005) İzmir’de ünlü bir otelin salonunda kıyılan nikahın hemen öncesinde konuklara izlettiriliyordu. Gerçekten de ben kendi adıma lisemde fakülteden daha çok öğrendim matematik ve kimyayı…
Kroş vs Şendil; Halilcim vs Dikman
Belki liseli olmanın gençliğinde bilgileri kabul kapıları, daha açık olduğu için; belki lisenin havasının (ambians) etkisiyle Kroş (Lütfi Türkeli)la geçen üç zorlu yıl sonraları bana daha öğretici geldiği için oluştu bu kıyaslamalar. Özellikle lise üçte düz geometrik şekillerden (üçgen, dörtgen, daire, küp, küre gibi) elips, parabol ve hiperbol gibi ekstantrik (!) şekillere ait biraz daha karmaşık formüller ve hele hele integral ve türev hesaplarının hazzı hala zihnimdedir. Hele bir de öğreteni Kroş olursa… Öğretmenimi sevgiyle, rahmetle ve özlemle anıyorum ve bu vesileyle bir kez daha rahmet diliyorum. Neden “Kroş” demişler öğretmenime ?
Kroş (Lütfi Türkeli) > Saçmalık Sınırı
Türki Cumhuriyetlerdendi; sanırım Özbek’ti. Lise üçte, ikinci yarı yılda sadece üniversite giriş sınavlarında, özellikle de İTÜ sınavlarında sorulan problemleri çözdük ve bu çözümlerin püf noktalarını anlamaya çalıştık. O yıllarda (altmışların başları) dershane nedir bilmezdik ? Biz “Kroş“la olmakla övünürken bir diğer sınıf “Topaç“ı daha çok severdi. Biz öğretmenlerimizi korkuyla karışık severdik. Ne var ki Kroş dersi dümdüz anlatmazdı… Zor yoldan ve kendi çabamızla öğrenmemizi isterdi. Sınıfın en çalışkan iki öğrencisi idik ben ve Erol (Keçebaş). İkimiz doğrudan sınıfı geçmiştik ve notumuz on üzerinden sadece beş idi. Not konusunda hiç bir zaman, hiç bir öğrenciyi şımartmazdı Kroş. Sunum becerileri için sözünü ettiğim “AIDA” nın ilk “A” sı olan “Attention/Dikkat” etkisini çok iyi kullanırdı, kendine özgü tarzıyla (S1S2: Self Style). Her zaman koyu renk (kahverengi), kruvaze yakalı takım elbiseyle gelirdi okula ve yanılmıyorsam her devlet memurunda olduğu gibi beyaz gömleği pek temiz görünmez, kravat özenle bağlanmış olmazdı. Ciddiydi ama şakacıydı. Sınıfa girince ya pantalonunun içinden uzun tahta pergeli (en az 50 cm) çıkarır veya ceketinin altından bir metrelik tahta cetvel çıkarırdı. Öğrencilere “Amcası sen söyle, eniştesi sen tahtaya kalk…” şeklinde seslenirdi. İkinci sınıfta sabahçıydım ve sabahçılar için Kroş biraz daha zordu. Lise üçte öğleci idim ve daha keyifli olurdu matematik derslerim. Bu farkı yaratan neydi ? Öğretmenimin okula az (!) da olsa hemen her gün alkollü olarak gelmesiydi (ağız kokusu bunu çok net gösteriyordu; bu konuda yanılıyorsam eğer Allah günahlarımı bağışlasın). Ne var ki tıpkı Çeşme’deki rahmetli “Arap Mustafa” nın yaptığı badanada olduğu gibi alkollü iken hem Mustafa’nın yaptığı badana, hem de Kroş’un matematik dersi çok daha iyi oluyordu; verimli oluyordu; ve hatta keyifli oluyordu. Öğretmenime “Kroş” diyorlardı; diyorduk. Çünkü çok karmaşık problemleri çözmek için denklemler verdiğinde üçüncü dereceye kadar iç içe parantezler kullanırdı (parantez > köşeli parantez > kroşe parantez). Bu nedenle adı “Kroş”tu. Belki de Kroş’un kalıcı etkisiyle ben de düz yazılarımda bile çok parantez kullanıyorum ve küçük oğlum Kerem bu parantezlerden dolayı yazılarımı oku(ya)madığını söylüyor. Hoş, parantezsiz yazdığım zamanlarda bile artık pek okumuyor. Çünkü (bence) hep aynı nakarat geliyor ona (ve diğerlerine). Rahmetli Kroş, üç yabancı dili de çok iyi bildiği ve problemleri hep yabancı kaynaklardan aldığı ve okula yürüyerek gelirken yolda problem çözdüğü söylenirdi. Öyle ki bir sabah okula gelirken, yolda problem çözerken bir çukura düştüğü de yaşanmış bir durumdu. Tahtaya kaldırdığı öğrenci problemi çözmede yanlış bir yola girerse yardımcı oluyormuş gibi müdahale eder ve sanki çözümü yazdırıyormuş gibi formülde hiç olmayan (örneğin x, y ve z varken) delta, omega, teta ile bir sürü şey yazdırır, tüm kara tahta doluncaya kadar yazdırır ve sonunda duvarda da yazacak şekilde öğrencinin yazmasını sürdürür ve böylece bize “Saçmalık Sınırı”nı anlatmaya çalışırdı. Şimdi de otoritenin dediği gibi “Ben bu görünmeyen diplomayı almak için ekonomi okuduysam, ben bu ekonominin kitabını yazdıysam değiştirdiğimiz makasla hepinizi selamete çıkaracağım bana güvenin “demek isterken Kroş’un duvarda da devam eden tebeşirli çözüm örneklerini düşünüyorum. Kroş’a bakıp da fakültedeki hocam Prof.İ.Şendil‘i düşünüyorum da onun asistanı gibi “Yüksek Matematik” dersinde hemen her gün tahtaya kalkan ben aslında Kroş’un öğretilerinin türevlerini kullanıyordum. Hey gidi günler hey ! Peki ya Halilcim.
Halilcim (Halil Onuralp) > “Siklik Grup (1963>2021)”
İzmir Atatürk Lisesi (İAL)’nden mezun olup, İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi sonrasında lisesine (İAL) kimya öğretmeni olmuştu. Tam bir beyefendi idi (bizim gibi edepsiz taşra orijinli çocuklar Alsancak yapılı böylesi bir efendilik için kimi zaman edepsiz yakıştırmalar yapardı ki söyleme pek dökülmese de bu konuda da Tanrıdan af dilemem doğru olacaktır). Mükemmel bir öğretmendi. Pekçok profesöre taş çıkartırdı. Sabırla, disiplinle ve sistemli olarak öğretirdi. Biz SSTC Öğrenme Yolculuklarının finalinde bir el kartı dağıtırız temel prensipleri anımsatıcı olsun diye; ve o kartın ön yüzünde “Satışı Eğlence Yap” yazardı. İşte rahmetli Halilcim de “Kimya dersini sevimliliği ile keyifli kılar“, sevdirirdi. Onun ve fizikçinin (Hey gidi Sururi hoca hey !) küçük birer anfi yapılı özel mi özel, güzel mi güzel derslikleri vardı; hem derslik hem de laboratuvar olarak yapılandırılmış. Halilcim’in öğretilerinde çok sevdim “Benzen Halkası” ile başlayan organik kimyayı ve ilgim, asit, alkol, aldehit, ester, keton vb küçük kimyasal eklentilerle oluşan ardışık yapıları daha iyi anlamamı sağladı. Bu güçlü alt yapı ile fakültede hocam Prof.Dr.E.Dikman’ın öğretileri nedense bana hafif geldi. Lisede nasıl olduğunu bilmediğim şekilde yitirdiğim iki defterim (Üçüncü sınıfa ait Matematik ve Kimya) için aklıma geldikçe yas tutarım. Şimdi gelelim “Organik Kimya” nın “Siklik Grubu”na… Ne grupmuş abicim; tam da bugüne uygun… Neden mi ? Açıklamaya çalışayım.
Üsküdar orada, At nerede ?
“Devlet Bakanı, içinde bulunduğumuz … ayı sonu itibariyle … liralık bir dolar kurunun reel dengeleri yansıttığının söylenebileceği, bunun ötesinin ise bunalım olduğunu bildirdi. Devlet Bakanı , aylık olağan yemekli sohbet toplantısında bir konuşma yaptı. …Oteli’nde gerçekleştirilen toplantıda, ekonomik programa yönelik çalışmaları hakkında bilgi verdi ve Döviz ve dolar kuruna ilişkin de önemli açıklamalarda bulundu. Bu konuda endişeler bulunduğuna dikkati çeken ve piyasalarda şu anda oluşan fiyatların da gerçeği yansıtmadığını anlatan Bakan, kur ve Merkez Bankası politikalarına ilişkin şunları söyledi: “…’tan itibaren belli bir kuru, Merkez Bankası’nın koruyamayacağını hükümet açıkladı. Dolayısıyla kur şu anda serbesttir. Belli bir kur hedefi yoktur. Piyasaların da dalgalanan kur karşısında rahatsız olması son derece doğaldır. Kur serbest olunca buna alışmak kolay değildir. Ne olabilir? Diğer ülkelerin deneyimlerine bakmak gerekir. Bu tür bunalımları yaşamış ülkelere baktığımızda, bu tür bunalımlarda ilk başta bir şaşkınlık olur. Kur serbest olunca normalin üstünde bir şaşkınlık olur, döviz fiyatlarının artması kaçınılmazdır…” Yirmi yıl önce Amerikalı Türk Bakan (! KD) acı reçeteyi sundu; piyasa bir süre sonra kabullenip rahatladı; Anayasa havada uçtu ve yirmi yıl sonra bugün 2021 yılında “ Mümin Sarıkaya”ya kulak veriyorum bir kez daha:
“Arıyor insan onca giden yılları / Onca yiten zamanı / … / Dalıyor insan / Kimi susuyor atıyor içine / Kimi anlatıyor romandı diye / Sonu hep aynı, aynı hikaye / Yanıyor insan ömrüne / Sonu hep aynı, aynı Hikaye / Yanıyor insan ömrüne”
Bu arada gözümü ve kulaklarımı televizyona verdiğimde onüç lirayı aşan yeşili (yeşillim yeşillim yeşillim aman / yeşil yaprak altında üşüdüm aman) ve %47 zamlanan süt fiyatına bakınca bu tiyatronun hangisine daha çok uyduğunu bulmaya çalışıyorum:
- “Bekçi Mürteza” mı ?… “Görmüşem kurs almışam terbiye…” > “Ben ekonomi dersi görmüşsem...” (sahi göremediğimiz diploma ile gerçekten almışsa ekonomi kursu-ki yakında yeni makas yolundaki teorisiyle kendini ekonomi profesörü bile ilan edebilir- bizim gibi edepsiz taşralıların zihinsel engeline takılmadan…) ya da
- “Asiye Nasıl Kurtulur” mu ? (1969 yılında Vasıf Öngören tarafından yazılmış oyun. … Brecht’in kendi oyunlarında da yapmaya çalıştığı üzere, Öngören bize bu sistem içindeyken kurtuluşun (insanca bir kurtuluşun) mümkün olmadığını gösterir. Nasıl olursa olsun, hangi çareyi denerse denesin, Asiye mutlu olamayacaktır) veya
- “Hükümetin İşine Fakirin …**ne Karışılmaz” mı ? Geçen sene her ne ile yüklendiyse zihnim bir yazı yazmışım: Fuar Zamanı (https://www.copcu.com/2020/04/07/yasam-bufesinde-fuar-zamani/). Orada söz etmişim bir tiyatro oyunundan. Karaca Tiyatrosunun bir afişini çok iyi anımsıyorum; ancak interneti tarayınca bu isimli bir oyun göremiyorum. Bana bir haller mi oluyor ? Gaipten mi bilgiler geliyor ? Yoksa bunun yerine bugünün orta oyunu (ki durumu orta oyununa benzetmek bile bana ayıp geliyor (orta oyunu adına).
- “Keşanlı Ali Destanı“na mı uyuyor ? Müzikal oyunun televizyondaki dizisine hayran kalmıştım. Haldun Taner’in eserinden bir şiir parçasını buraya alsam çerçeveme uyar mı ? Uysa da uymasa da ben de koysam mı ? Koyuyorum: (http://digital.isikun.edu.tr/poster/Kesanli%20Ali%20Destani.pdf)
“...BURDA HERKES BİR OLUR: İnsanoğlu böyledir / Kendini bir şey sanır / Kıl aldırmaz burnundan / Böbürlenir kabarır… Herkes bir yerde üstün / Kabul amenna peki… Haydut yol çevirirken / Banker çek karalarken / Haspa saç taranırken / Despot kaş çatınırken / Irgat ter dökünürken / Avkat tez savunurken / Zangoç çan çalınırken / Cellat ip geçirirken / Nalbant nal çakılırken / Ortak pay dağılırken / Şantöz şan çağınrken / Hırsız mal kaçınrken / Damat söz kesilirken / Kayyum mest dizinirken / Nokta kol gezinirken / Tüccar iş sezinirken…”
Sadece benzen halkasıyla başlayan zincir yapılı grubun adına gelebilmek için bunca lafa gerek var mıydı ? Keçi boynuzunun şekeri bile bunca laftan daha zengin değil midir ? Sadece grup ismi olan ve Türkçesiyle (ben uydurmadım) olduğu gibi, orijinal haliyle “Siklik” olan kimyasal yapıyı, milletin orasına burasına koyma meraklısı beşli çete ile ne alakası var ki ! diyerek tereyağdaki kılı kolayca almak için ayağa kalkmam doğru mu ? Anlayan beri gelsin ! Müjgan bile bu kadar kıvıramazdı; Abdülhamit zamanında “Yıldız ve Burun” demek yasaktı…Ben de makas değiştirmeye başladım.
Hangisi olursa olsun şurası bir gerçek ki; makas değiştirip de yeni bir ekonomi teorisi (esas olarak dövizi serbest bırakıp kendi kendine durulmasını beklemek -ki 128b$ damatla birlikte bilinmezlere peşkeş (! olmasa da) çekilince cep delik cepken delik ve kevgire dönmüş merkezle yapacakları bir şey de kalmayınca el mahkum) üzerimizde denenirken hangi oyunun uygun olup olmadığının önemi yok. Hocanın terziye dediği gibi “uysa da koyuyorlar uymasa da”…).
Ve yine geçen yazımın içine (link vermeye çalışırken istemeden) gömülmüş olan Bay Atilla’nın “Krizden Çıkış Formülü” video kaydının sonlarına doğru olan sözlerini alıyorum ve “Derviş ve Yeşilada” yı birlikte düşünüyorum. Atilla bey videonun yirminci dakikasında AB ilişkileri, özgürlük olmadığı için yurt dışına giden yüzbinlerce beynin vatan sevgisi nedeniyle geri döneceğine değinerek kendisi için şu sözleri söylemekten çekinmiyor:
“…Benim gibi bir şerefsiz, gider Amerika’da da yaşar, bir daha ağzına kebap sokmaz. Hergün pziza yer, domuz yer ama bu insanların çoğu vatan sevgisi nedeniyle özgürlük ve hukuk görünce hemen yurda döneceklerdir; para değildir dertleri. Gezi’den sonra bir kuşak yazılımcı ve inovatör kaybettik, hepsi kaçtı…”
Burada sözü edilen “şerefsizlik” şöyle düşünülmeli; “Şerefsizin oğlu bir yol yapmış sanki uçak pisti…” cümlesinde olduğu gibi aslında kendine bir övgü…
Sözün özü; kobay olduk. Yeşilin yükselişi, sütün nazlanışı, ekmeğin zorlanışı altında ve bugün yeni teorisi ile değiştirilen makasla ekonominin kitabını yazanlar tıpkı mütahit memedin utanmadan dediğini yapar gibi gelgitleri başı boş bırakıp sanayideki “Kurufasulye Profesörü”ne özenip kendilerini de ordinaryus ilan ederlerse ne cepte şok olur ne de “anasının yüz birinde” yeter de artar… Kaynama noktasına doğru hızla ısınan, ısıtılan suda ölüme doğru gittiğini bilmeyen uyuşuk kurbağa gibiyiz. Yeşilada’nın önerisine kulak veriyorum ve videoma bir kısmını alıyorum. Umarım beni hoş görür.
Yolumuz açık ve aydınlık olsun; olasıdır ki karanlığın zirve yaptığı bu günler sökecek şafağın müjdesidir. Why not !
Öykücü
(*): Cyclic (Siklik) Grup ( https://mimirbook.com/tr/35b3d3245b7): “…Karbon bağının bir halka oluşturma olasılığı, benzenin yapısıyla ilgili olarak ilk kez 1865’te FA Kekulé tarafından işaret edildi…”