“…Bölgede satış yöneticisiydi; “kornişon yetiştiricem kapısından” çıktı ve kapıdan yumuşak ayrılmak istedi. Yalancının mumu yatsıya kalmadan söndü; rakibin üst yönetiminde yer aldı. Değer miydi; üç kuruşluk kıdemi almak için yalan söylemeye… Üç yıl sonra birleşme ve yeni seçimler yapılırken kapı tamamen yüzüne kapandı (SEK)… Merkezde üst yönetimdeydi, lojistikten sorumluydu. Yabancı görevdaşı ile çatışıp “ölüyü diriltme kapısı”ndan çıktı. Öyle bir veda mesajı yazdı ki imrenerek yıllarca sakladım. Birleşmenin ilk seçimlerinde yumuşak kapadığı kapı ülke yöneticisi olarak ona yeniden açıldı. Ne var ki; Basel’daki “network”u durumu sürdürmeye yetmedi ve kısa bir süre sonra eski kurt seçim sonuçlarını değiştirdi. Bu kez kapıdan küskün çıktı ve adını bir daha sektörde duymadım (SEK)…Gençti; bilgili ve deneyimliydi, başarıyla hızla yükseliyordu. Arzularına yenildi ve hızla açılan “sadrazam kellesi alma” kapısından çıkmak zorunda kaldı. Kapıyı hızla kapamadı; çarpıp çıkmadı. Çok geçmedi; o kapı daha yüksek kariyer adımıyla yeniden ve ardına kadar açıldı (TAE)…Ve şimdi çok sevdiğim genç bir yönetici kapıyı kendisi açıyor ve çıkıyor. Kendi özgür iradesiyle açılan “Allah utandırmasın kapısı”ndan girdiği gibi altı yıl sonra yine “Allah utandırmasın kapısı”ndan çıkıyor. Umuyorum ki kapıyı sert kapamadan çıkar ve “karşılıklı kazanma” durumunu sürdürür (TAE)…”
Netin’de geçen 6 mutlu yıl ve “Allah Utandırmasın Kapısı”
Merhaba
“Kapılar” İzmir’de bir semt adıdır. Yazımda ise açılan kapılardır. Yazımın girişinde ilk yazmam gereken 01.05.1985 günü kendi açtığım kapıdan çıkışım olmalıydı. Onu yazımın ileri bölümlerine bıraktım. Öte yandan 1993 yılı sonunda kaos yaşayan Ege Bölgesi’nde müdür olmasını beklediğim ve desteklediğim sevgili GKS yerine karar verici, beni müdür yapınca, haklı olarak kapıyı açıp gitme isteğini söyledi. Nereye gideceğini de doğru söyledi. Kendinden önceki gibi “kornişon yetiştiricem” demedi. Haklarının verilmesi için otoriteye yazı yazdım; kabul edilmedi. Ancak üç yıl sonra global birleşmede hak ettiği konuma kavuştu. Çünkü kapıyı sert kapamamıştı.
Yazımın girişindeki dört renk ve iki harf kümesi (SEK&TAE > Ortadaki harfler ortaktır.) dört kişinin öyküsüdür; ya da açtıkları veya çıktıkları kapılarla bende bıraktıkları izlenim ve benim algılarımdır. An gelir “alır başını gidersin” ya da “serde erkeklik var, ağlayamam” dersin, önüne bir kapı açılır ya da sen açarsın. Kimi zaman el mahkumdur; mecburcusundur ve kapıyı zorla açıp gitmek gerekir. Çoklukla seçim yapma şansın vardır. Ya hazza ulaşmak için ya da acıdan kaçınmak içindir kapıdan girişin veya çıkışın. An gelir düşünmeden bilinçaltın bir karar verir ve sana “Çık kapıdan” der ve ne olduğunu anlamadan çıkar gidersin. Daha sonra sular durulur ve bilinç bu çıkışa bir kılıf uydurur. Ben de yaşadım hiç düşünmediğim bir anda kapıdan çıkıp gitmeyi. Hatta öyle ki on altı yıl dayandım ve 1985 yılı bir Nisan cumartesinde “Mahkumlar Restoranı”nda “Parmağında yüzükler kolunda bilezikler / Oy sana dolanayım…” sözleriyle piste çıktığım ve pistte yıllar sonra beraber oynadığım sevgili Alev’in aklına düşünce beni o kapıdan geçirmek; bond çantayla araba anahtarına tav oldum. Rahmetli Coşkun ve sevgili Mustafa ile birlikte zorlukların orta yerinde “asistan masistan parçası” alaylarıyla mutlu, mesut, bahtiyar olarak yola devam etmeyi biliyordum ve o kapıdan çıkmak hiç aklıma düşmüyordu en sıkıntılı günlerde bile. Kapıdan çıkmadan hemen önce hem adıma açılmış yeni laboratuvar, hem şeflik ve hem de kadro derecemin yükselmesiyle nisbeten artmış olan maaşım vardı. Belki de bahar sarhoşluğu idi 1985 yılının İşçi Bayramında beni o kapıdan çıkaran güç.
Kornişon Yetiştirme Kapısı
Kendi öyküme daha sonra yeniden geri dönüş yaparım. Şimdi 1992 yılının Ekim ayında Antalya-Kemer, Marko Polo’daki kırmızı tulumlu sahne şovuma geleyim. Herkes şaşkındı. Genel müdür “nerden buldun bu kırmızı tulumu” diyor sahnede ne söyleyeceğimi merak ediyordu. Bana iki kez sorulan bir soruyu ancak verilecek 15 dakikalık sahne şovu ile yanıtlayacağımı ısrarla söylemiştim. Gündemde olmamasına rağmen bu şans verildi ve ben kariyerimde bir köşeyi dönmekte olduğumu bilmiyordum. Keyifli bir toplantı olmuş ve sonrasında kahve falları bakılmıştı. Ben yedinci yılımda doyumsuzluk sınırına doğru yaklaşıyordum. Ancak yine de bir kapı açma niyetim yoktu.
Toplantıdan altı ay sonra kapıyı sert çarparak çıkan kornişoncunun bende bıraktığı izlenime geleyim. Güvensizliği ve elinde kamçı ile parçala yönet tekniği ile Makyavelli’nin yazdığını uyguluyordu kapıdan çıkmadan önce: Korkutmak sevmekten daha etkilidir. Bir de buna Avrupa’nın kuzey ülkesinden gelmiş altmışlık hatunlarla kaçamak seks yaşamındaki ortak paydanın da etkisi vardı yarattığı “Korku Network”un işleyişinde. Genç ve güzel hanımlar (Çantada Keklik) dururken altmışlıklarla bu yasak ilişkinin verdiği keyfi hiç anlamadım. Krizin öncüllerini tam okuyamadığımız 1993 yılının ilkbaharında kapıdan çıkma isteğini yönetime ilettiğinde “şu ihaleyi yap; sonra gidersin” diyen otorite kapıdan çıktıktan sonra kornişoncunun beklentilerini karşılama sözü ve işareti vermiş miydi; onu da bilmiyorum. Ancak kapıdan çıkmak üzere olan kornişoncunun beklentileri bu yöndeydi ve beklentilerini hak görüyordu. Belki bugün de aynı beklenti var “Allah utandırmasın kapısını” yumuşak kapatması beklenen kişi için. O gün, 1993 baharında, kapıdan çıkma kararı kariyer yolculuğu için doğru bir zamanlama olmuştu. Meğer kornişon yetiştirmek hikaye imiş. Peki bugün bence kariyerinin zirvesinde iken kapıdan çıkıyor olmak…! Tarkan “Geçcek, geçcek !” dese de yeni şarkısında ne pandemi ve ne de panikleyenlerin yağmaladıkları hazinenin kapısından çıkıp gitmeleri net değilken bence doğru bir zamanlama değil. Umuyorum ki yumuşak kapanan kapı, geri dönüş kararı olursa yine aralık olacaktır. Ancak, heyhat…!
Sözü edilen ihale başarıyla sonuçlandı (Mart 1993). Altı ay önce çizilen hedef misliyle aşıldı (beş kat fazlasıyla). Kapıdan çıkıp gidince anlaşıldı ki müdür MÇ’e “seni ve eşini yurt dışı seyahatine göndeririz” sözü ile artırılan talep miktarı sonrasında dert kapısı oldu. Kurumsal olarak böyle bir söz veriş yoktu. Üstelik böyle bir söz veriş bireysel bile olsa kurumun bundan haberi yoktu. Kucağımıza bırakılan bu sözverişi yerine getiremedik ama hem satmayıp stokta tutarak gelişmelerin önünü tıkama gayretlerini boşa çıkardık; hem de üç ardışık yılda 500 > 3.500 > 7.000 ve 14.000 birim değerlerine yükselen satış grafiği ile “Bütünleşik Güçler” ve “Kriz yıllar öğretir; kriz yılları farkı gösterir” inancıyla “Başarı Öyküsü” yazdık. O sert kapadığı kapıdan çıkan kornişoncu üç yıl sonra yine bir seçimin objesi oldu ve kaybetti. Ancak kendine kendi adına açtığı kapılarda daha fazla kazanç kapıları açtı bireyselliğin karar alma gücüyle… Demek ki, neymiş…!
Ölüyü Diriltme Kapısı
Kırmızılı kısmın öyküsüne gelince; ilginçtir maviliden birkaç yıl önce gerçekleşti bu transfer açtığı yeni bir kapı ile. Onu veda mektubundaki güzellikle anımsıyorum. Kapıdan çıkarken üst yönetime kırgın olabilirdi; ancak tüm çalışanlara hitaben yazdığı “siz öyle becerikli ve özverili kişilersiniz ki ölüyü bile diriltirsiniz” övgü sözcükleri zihnimde hep canlı kaldı. Haklıydı. Örneğin pamuk zararlıları için erken mevsim emicileri mücadelesinde kullanılan (resmi tavsiyesi olmadığı halde) “..Ron Grubu”ndan kırk yıllık ilacı satabilmek gibi. Öyle ki bir kooperatifin ihale ile alımında yıllarca yer alan ve adı “TRŞ İlacı”na çıkmış olan bu ilaç bir yıl ihaleyi kazanamadı ve satışçılar bayi satışında yeterince başarılı olamadılar. Ancak şöyle bir olguya tanık olduk: ”kırk yıllık fahişeyi bakire diye pazarlayabilmek”. İşte buna tanık olarak kapıdan çıkıp İstanbul’dan İzmir’e gelen arkadaşımız “ölüyü diriltmek” sözcüklerini kullanmıştı veda mektubunda…
İstanbul’dan İzmir’e gelmesi zor oldu mu; bilmiyorum. Ancak bugün onu ismen internette aradığımda hiçbir iz göremiyorum (sadece Naşide’li bir başka hatun çıkıyor karşıma). Halim selim, yumuşak huylu, tatlı bir arkadaştı. Onu ilk defa 1986 yılında Marmaris Martı’da yapılan yıllık toplantıdan sonraki kumarhanede tanımıştım. Merkezde lojistik sorumlusu üst düzey bir konumdaydı. Bir süre sonra başına bir İsviçreli geldi. Sanırım bir kimyasalın fiyatlandırılması ya da gümrükte çekilmesi ile ihmal suçlamalı bir sorun yaşadı. Kapıyı açıp çıktı. Beşeri ilaçlarda önde gelen ve zirai ilaçlar bölümünü geliştirmek isteyen rakip firmanın başına geçti. Enstitüden meslektaşım rahmetli Fahri Cengiz’in sözü edilen şirketten 1991 yılında ayrıldığını anımsıyorum. Bu tarihlerde çıkmış olmalı “ölüyü diriltme kapısı”ndan. İlk anda ciddi bir çatışma yaşanmadı. Ne zamanki Sa’giller neredeyse tüm alt yapısını Ci’gillerden alınca iki şirket arasındaki rekabet “fair” olmaktan öteye geçti. Aynı kapıdan geçenler adeta düşman oldular. Hele bir de mavili kornişoncu Sa’gilli olduğu halde gelip bir de başsız kalmış Egeli Ci’gillerde aynı masaya müdür gibi oturma edepsizliğini yapınca tavan arasındaki telsizin gireceği yeri tarif etmesi küstahlığı ile ilişki zıvanadan çıktı. Patronunun yumuşak huylu oluşu bile ilişkileri yumuşatmaya yetmedi. Arabuluculuk arayışı da gerekmedi; çünkü kader ağlarını örmüştü.
Aradan birkaç yıl geçti ve sürpriz bir şekilde Mart 1996 da global birleşme oldu. Cigiller ve Sagiller birleşti ve Nogiller doğdu. Kimileri için bu doğum “abortus” oldu. Şimdi her unvanda yer alanlardan ikişer tane oldu. İki genel müdürden biri için, iki pazarlama müdüründen biri için ya içe ya da dışa dönük birer kapı açılması gerekiyordu. Kapılar bir açıldı; bir kapandı. Açılan kapıdan biri çıktı; diğeri çıkıyor gibi yapıp kararı ve kaderi değiştirip kapı kapanmadan tekrar içeri girdi. Yaş ve deneyim yanında en önemli etken “Network (ilişki ağı)” oldu. Genç ve yükselme trendi hızlı ve bu paragrafın konusu olan Sagilli ilk anda Nogillerin genel müdürü olarak İsviçre tarafından atandı. Sagillerde “hurraaa !” sesleri arşı alaya çıktı. Birkaç ay geçti, geçmedi yaşlı kurt, Cigilli İsviçre’nin kararını İsviçre’de bozdu ve yeniden Nogillerin başına geçti. Bu başlangıç ve keskin dönüş Sagilliyi çok üzdü; küstürdü ve Çeşme’de inzivaya çekilmek üzere kapıyı sert çarparak çekti gitti. Basel’de Ren Nehrinin kenarında yüz elli yıllık benzer geçmişe sahip olan kimya sektörünün öncülleri olan Cigillerin ve Sagillerin komşulukları ne yazık ki aynı “Kurum Kültürü”ne sahip değildi. Birinde merkeziyetçilik fazla diğerinde “adem-i merkezîyetçilik” vardı. Biri adeta “aile şirketi” gibiydi. Şimdi sıra ikinci adamların seçimine gelmişti. Satış ve Teknikte sorun yoktu. Kapıları açıldı ve Sagilliler geçti. Fabrika ve lojistik belirli sınırlarla kapı açmadan bütünleşti. Ne zaman ki pazarlamaya geldi sıra, süreç uzadı. Aslında uzamasının anlamı yoktu. Çünkü iki aday arasında görünen köye göre seçim hiç de zor değildi. Çünkü birinin özellikleri (yurt dışı deneyimleri, MBA diploması) diğerini, kornişoncuyu aşıyordu. Ne var ki; karar vericinin tereddütleri varmış ki (iki yıl sonra haklılığı ortaya çıkacak) Alaşehir’deki Sultana Ofisinde kapanan kapılar ardında seçim kararını otoriteye önerecek olan danışmanlık şirketinin görüşmesine biz kapının dışında bekleyerek tanık oluyorduk. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum. İsviçre Wadensville Zirai Araştırma Enstitüsünden “Sultana Projemizi” incelemek için gelen Dr.J.Rüegg ile Çeşme’de bahçemizin çimleri üzerinde buluştuğumuz akşamüzeri karar geldi ve TNR kalmış RTN açılan kapıdan çıkıp gitmişti. Her ikisi için de hayırlı olmuştu bu seçim. Bir fotoğraf karesi var bu karar anının kutlandığı (şampanya kadehleri, Alev ve Fatoş Çifti; THN ve TNY çifti; TNR ve AİB; Dr.Rüegg ve biz).
Sadrazam Kellesi Alma Kapısı
Sadece ülkemizde olsa Sagilli kornişoncunun ahı tuttu derdim. Ancak global olarak Nogilli olmanın kimyası oluşmadı. Ömrü uzun sürmedi. Halbuki “Bağdan kükürdü eksik etmeyin” derdik Sultana çalışmalarımızda, portföyümüzde kükürt yokken. Nolaşınca ülkemizin en tanınan, pazarın lideri olan kükürtlü preparat portföyümüzde yer aldı. Körün istediği bir gözken Allah iki göz vermişti. Üstüne üstlük biyolojik preparat niş pazarında da aynı anda üç preparatımız olmuştu. Fiziksel olarak her şey yolunda görünüyordu. Ama öyle değilmiş; hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş. Kadronun homojenitesi kadar değilmiş eylemlerin bütünlüğü. Ekilen karşıtlık tohumları globale oranla ülkemizde daha fazla yeşeriyordu. Bu yetmiyormuş gibi baş otoriteden sonra gelen ikinci adamın becerikli girişimleri yanında çoklukla sistem disiplini ile hiyerarşik iletişim sınırlarını zorlayan etkileri yanında bir de aforoz etmeye müsait bir olgu bardağı taşırmışmış… Biz taşralılar merkezdeki bu çatışmaları bilmeden Afyon’daki bir yıla başlangıç toplantısında bizim genç kardeşimiz sunumunu yaparken bir gazetenin “sadrazam kellesi almak” başlıklı köşe yazısını neden okuduğunu anlayamamıştık. Bir süre sonra Malatya’dan kendisine faks çektiğimde bir de ne göreyim kapıyı açıp gitmiş bizimkisi. Ne umutlar bağlamıştım “Ahmet Çalışkan”a… Bir süre başı kesilmiş horoz gibi savrulduk ve ben Fethiye’den Mersin’e uzanan; Nevşehir’de “devşirme güçler”le cirit atarken merkezin beni görecek ve sorgulayacak hali yoktu. Öyle ki Mersin’de Cennet-Cehennem serüveni sonrasında “Altı Şapka Düşüncesi”nden siyahı seçip sahneye kapkara çıkmıştım. Bu ayrılış göründüğü gibi değilmiş. Kader ağlarını yine kendi kanallarına göre şekillendiriyormuş meğer. İki yıl sonra Çeşme’de Altın Yunus’ta odamda yarın için hazırlık yaparken beni telefonla arayan bizim oğlan milenyumda önce rakip Zengillerin Türkiye müdürü oldu ve hemen ardından da Syngillerin başına geçti. Demek ki kimi zaman sert çıksan da kapıdan yepyeni oluşumlarla iki kapıdan geçip eskisinden daha yüksek bir kariyer zirvesi yapabiliyorsun. Bunun için ne gerek ? Sonrası ise bizi Brezilya’da yıllık toplantı yaptıracak düzeyde etkili sonuç odaklı çalışmalara imza attı. Bu öykünün anlatılacak daha pek çok öğretisi var. Başka bahara inşallah.
Ve Allah Utandırmasın Kapısı
Onu 2016 yılının Mart ayında tanıdım. Bilişim sektöründeki dört önemli kurumsalda onbir yıl çalıştıktan sonra Netgilli olmaya karar vermiş. Ben Netgillerin ana firmasında 2009 dan beri uzaktan seyreden ve 2013 yılında SSTC bazında ilk öğrenme yolculuğu yapan biriydim. Birinin babası diğerlerinin Mustafa Amcasıydım. Hoşuma giden, gençlerin öğretilerime inanıp uyguluyor olmalarıydı. İki temel sorunları vardı. Birincisi tıpkı büyük şirketlerde olduğu gibi “siloları vardı”. Sayıları yirmiden azdı ama iki siloya hapsolmuş ve “biz sizden daha önemliyiz” bakışı ile bariyerleri kıramıyorlardı. Bazen de komşunun tavuğu komşuya kaz görünüyor ve en başarılı olan genç bir teknik destek operatörü yıl sonu değerlendirmesinde çok mutlu olduğunu söyledikten bir gün sonra kendini dışlanmış hissedip istifa ediyordu. Bu nedenle ilk yapılacak şey iç iletişimi geliştirmek, ilişkileri yumuşatmaktı. İkinci konu ise telefonda iletişim sıkıntısı idi ve telefonlar uzun süre çalıyor ve herkes sorun çözmeyi diğerinden bekliyordu. Netgillerin türevi olan ikinci Netgilliler bu iki sorun çözüldükten sonra önce sadece kurucu ortaklarıyla yola çıkıyordu (2013). Servis sağlayıcı nezdinde IBM den sonra bölgenin en önemli ikinci şirketi olarak önem kazanınca “Key Account Manager” ilişkisi ile B2B ilişkiler hızla değer kazanmaya başlıyordu. Bu yakınlaşma çok geçmeden danışmanlıkla şekilleniyordu. Taraflar birbirini, huyunu suyunu, olanaklarını ve fırsatları daha yakından tanıyınca, çok geçmeden kapı açılıyor ve transfer gerçekleşiyordu (2016).
Açılan kapıdan giren genç, dinamik, enerji dolu ve network’u güçlü bilgili ve deneyimli sevimli direktör iki yıla kalmadan hedefi olan genel müdürlüğe kavuştu. Son üç yılda bilişim sektörü için sezon hep “nol’cek, nap’cez ?” sorularına dayalı başladı. Biz Netgilliler optimistik, pesimistik ve realistik senaryolaruı tartışmayı alışkanlık edindik. “Disiplin ve Performans Yılı” tanımıyla üç yıl önce “48/12/6” parametrelerine ulaşarak yolumuzu netleştirdik. Hedefleri sürekli olarak yükselttik. Her şey yolunda giderken “Allah utandırmasın” diye kapıdan giren genç, Şubat 2022 nin ikinci yarısında umutlarla girdiği kapıdan, mutlulukla geçen altı yıldan sonra kendi açtığı kapıdan ılımlı bir çıkış yapmaya karar verdi. Aklımda nedenlerini düşünüyorum. Dört gerekçe var zihnimde. Hangisi hangi oranda etkili oldu bilmiyorum. Ancak bunları konuşmak, yazmak istemiyorum. Bu ayrılışa üzüldüm. Karşılıklı kazanma durumunun süreceği umudumu koruyarak üzüntümü minimize etmeye çalışıyorum. İnşallah kendisi ile bir ayrılış görüşmesi yapıp video kaydına alırım izni olursa. Bu ayrılış için de aynı iki sözcüğüm var: Allah utandırmasın.
Sağlık ve esenlik içinde yolu açık ve aydınlık olsun.
Öykücü
Netinli Genel Müdür Ali Eren’in mutlu altı yılından kesitler
Merhaba