“….En büyük ideali judo sporunda dünya şampiyonu olmaktı. Okuldan çıktıktan sonra judo okuluna devam etmek için her gün yirmi kilometrelik yolu trenle gitmeyi göze aldı. Bir gün geç kalmıştı. Trene yetişmek için acele etti ve kaygan zeminde kayarak trenin altına yuvarlandı. Kaza sonrası sol kolunu kaybetti. Umutları yıkılmıştı ki hocası pes etmedi. İyileştikten sonra kursa devam etmesini istedi. Bir tek hareket üzerine yoğunlaştı. Rakibini sağ eliyle yakalayıp sağ ayağı ile yere seriyordu. Bir yıl sadece bu harekete çalıştı ve karşısına çıkan rakipler neye uğradıklarını anlamadan kendilerini yerde buluyorlardı. Önüne çıkan her rakibini yendi ve dünya şampiyonu oldu. Bunun nasıl olduğunu anlayamıyordu. Hocasına nedenini sordu. Hocası “Bu hareketi engellemenin, buna karşı koymanın tek yolu rakibin sol kolunu yakalamaktır” dedi…”
Otorite sordu “IPM nedir ?” (Ekim-1992: Güz Sorusu) ve sorunun yanıtını “Alicante Horozu (Mart-1993: Bahar Yanıtı)” verdi İspanya’da ve Sultana (Alaşehir-1995) ile ülkemde 8 FST’nin önü açıldı (Kelebek Etkisi) > Kimbilirdi “Kırmızı Tulum”un bu denli etkili olacağını ! Kıbrıslı “Dilligra” yı ekledim görselime (Nursena Demir & Paul Dwyer)
Merhaba
Ayının bildiği kırk türkü, kırkı da bal üstüne…Bölge müdürü (RA), teknik danışmanın (ED) nın bölgesinde yaptığı satış destek çalışmalarından memnun değildi. Öyle ki; hiç yapmamasını bile açıkca dile getiriyordu. Haksız da sayılmazdı…Tarih tekerrür ediyordu. Bu durum, Bursa’nın kaderi miydi ? Benim için gerçek bir “deja vu” durumuydu (2010). Yaklaşık on yıl önce, 1990 larda henüz CINOS‘lanmamış Cibalıların Bursa Bölge Müdürü (NK) de aynı dertten muzdarip idi. Buğdayda yeni bir yabancı ot ilacının ruhsat sonrası demo çalışmalarında satışı destekleyecek sonuçları yayması bir yana, teknik danışmanın tavrı, tutumu ve yaklaşımları bölge satış yönetimini sinir ediyordu. Halbuki birkaç yıl önce Mısır’da hem de rahmetli Dr.Kern‘den SSTC eğitimi almıştı. Bursa bölge müdürü bir toplantıda “Bölgeme girmesin, yoksa onu topuğundan vururum” benzeri espri bile yapıyordu. Bu çatışmalar merkezde ve bölgelerde silolardaki izole yaşamı daha da keskinleştiriyordu. Global birleşmelerle “devam mı/tamam mı” kararları ortak kader olsa da silolaşma bir savunma aracı, bir kale gibi korunuyordu. “Mış gibi” bile yapamayan silolardakiler “ben senden önemliyim” tavrını artırarak sürdürüyordu. Bu çekişme sadece mekana mı bağımlıydı ? Eğirdir’in elma bahçelerinde de benzer durum yaşanıyordu. Gerek bahçe kontrollerinde ve gerekse kahvelerdeki gece eğitimlerinde elmacılar Ahmet Çalışkan‘ı çok seviyorlardı. Ahmet ne derse dinliyor ve uyguluyorlardı. Ahmet, teşkilattan emekli olmuş, ömrü uygulamalı olarak elma bahçelerinde geçmiş, yörenin bilinen, tanınan, güvenilir, bilgili bir ziraatçısıydı. Ne var ki, bir şeyler doğru gitmiyordu. Ahmet’in onca emeği, çabası satış desteği olarak ilaç satışlarına pek fazla yansımıyordu. Bir hafta beraber oldum ve etkinliklerin neden yeterince etkili olmadığını anladım. Ahmet çiftçi ile beraberken anlattığı ve gösterdiklerinin %90 ı sulama, budama ve gübreleme ile ilgiliydi. Tarımsal savaşım ve özellikle çalıştığı kurumun ilaçlarına dönük tanıtım ve önerileri için ancak %10 luk bir zamanı oluyordu. Ahmet gerçekten çalışkandı, dürüsttü ama ne var ki kendini hâlâ kamu görevlisi gibi görüyor ve ilaç adını söylemekten çekiniyordu. Olması gerekeni uygulamalı olarak gösterip alışkanlık kazanması sağlanmalıydı. Öyle de oldu. Şimdi satış yönetimi desteklerin katkısından daha memnundu. Ancak bu tür çabalar bireysellikten kurtulabilir miydi ? Daha sistematik, daha akılda kalıcı, daha kurumsal ortak ses ve eylem olarak satış destek çalışmalarına yapılan yatırımın geri dönüşü nasıl ölçülebilir kılınırdı ? Bu soruların yanıtı için yöresel ve ülkesel arayışlar, merkez (İsviçre-Basel) tarafından dikkate alınmaya başlamıştı.
İlaçların Evrimi ve Daha Sofistike Yaklaşımlar
Yazımın girişindeki öykünün ülkemdeki somut temsilcisi “Sentetik Piretroidler“in ikinci neslinin lideri olan KRT‘dir. Marka adının Türkçe karşılığı “tek el” demek olan KRT aktif maddenin patent süresi dolunca, ICI/ZNC dan sonra Synleşince Zeonlayarak jenerik baskısından sıyrılmaya çalışmıştık. Daha özel kimyasal gruplarda yer alan birkaç pestisid (tarım ilacı) hariç, seksen ve doksanlı yıllarda üç grup insektisid (böcek öldürücü tarım ilacı ki çiftçi dilinde “zehir” deniyor) vardı ülkemde: Klorlandırılmış Hidrokarbonlar (KH), Organik Fosforlular (OF) ve Sentetik Piretroidler (SP). Sırasıyla her biri bir önceki gruba üstünlük gösteren özellikleriyle “evrim gibi” pazara girerken ilk ikisi “afaroz” edilerek pazardan çıktılar. Öyle ki adına DDT denen KH grubunun ünlü üyesine “Nobel ödülü” verdiğimiz halde yolcu olduktan sonra bile arkasından çok konuştuk. Her olguyu ait olduğu zaman diliminde değerlendirmek gerek. Kırklı yıllarda milyonlarca insan sıtmadan ölüyorken çare olmuştu; ülkemizde bitlenme arttığında kafamıza bile sürmüştük. Bugün daha emin, daha güvenilir kimyasallarla yola devam ederken bizden de daha duyarlı yaklaşımlar ve daha usta uygulamalar bekliyor tarımsal savaşım…Yapabiliyor muyuz ? Yapmaya çalıştıklarımızı bireysellikten kurtarıp, gönüllü ve duyarlı olarak yaygınlaştırabildik mi ? Ayakta kalmak, hayatta kalmak adına, kritik karar anlarında kırıcı rekabetin ve “daha fazla, daha daha fazla satış” yapma baskısından kurtulabildik mi ?
İlaçlı Savaşımda Doğrular Demeti
Seksenli yılların ortalarında “Pazarlama” öne çıkmaya çalışsa da “quick wins/hızlı kazanımlar” yaşamsal öneme sahip olduğu için “satış” krallığını sürdürüyordu. Satışla değerlendirilen, ödüllendirilen otorite “tavşana kaç, tazıya tut” diyerek artan sıkıntıları geçiştiriyordu. Kendini “inovatör” sayan ve Ar-Ge bölümleri güçlü firmalar bile ellerindeki eski çözümlerle (milking period) yeni pestisitlere yetişmekte zorlanıyorlardı. Öte yandan kamu da ilaçlı savaşımı disipline etmek için özellikle “IPM (Integrated Pest Management / Bütünleşik Zararlı Yönetimi)” kavramı ile denetimlerini artırmaya çalışıyordu. Bitki koruma sorunlarını “Doğru Teşhiş (D1)” edip, çözümleri “Doğru Yöntemi (D2)” seçerek, “Doğru İlacı (D3)” kullanarak ve asıl önemlisi “İlacı Doğru Kullanarak (D4)” oluşturma çabaları öne çıkmaya çalışıyordu. Örneğin biz Cibalılar, 1996 yılına kadar portföyümüzde kükürtlü bir preparat olmamasına rağmen Bağda Külleme Hastalığı ilaçlama programını yaparken, spesifik külleme ilacımıza olumsuz gibi etkisi satışçıların algısında söz konusu olsa bile “bağınızdan kükürdü eksik etmeyin” demeyi ilk görevimiz olarak görüyorduk. Neden 1996 yılı ? Çünkü 1996 yılında Cibalılar, Sandozlular ile birleşip de Novartisgililer olunca pazarın lideri olan ve bağcı kabulü en yüksek kükürtlü preparat portföylerine girdi (TVT). İsviçre, Almanya ve İngiltere kimyasallar pazarında çekişirken doğuda Japonlar yeni kimyasallar konusunda daha hızlı geliştiler. Çok uluslu, borsaya açılmış global şirketlerde paydaşları mutlu etmek herşeyin önüne geçince birleşmelerle, satın almalarla “Birinci Olma” sevdası pekçok cost/benefit hesapların önüne geçiyordu; her zaman böyle oluyordu. Birleşmeler portföy gediklerini kapatırken, programlarımız güç kazanırken hoşumuza gidiyor; “hangisini seçmeli ?” ya da “kanibalism nasıl önlenmeli ?” veya “hangi programla daha bütünleşik portföy yönetimini sağlayabiliriz ?” soruları “Projeli Satış Destek Çalışmaları”na verilen önemi arttırıyordu.
Projeli Satış Destek çalışmaları
Benim yaşadığım ilk global birleşmenin (03.1996) hemen öncesinde İsviçre’de Dr.Vorley‘in oluşturduğu ve sevgili X.Ledru‘nun geliştirdiği “Çiftçi Destek Ekibi (FST)” projelerinin merkez tarafından destekleniyor olması ülkeleri cesaretlendirdi. O güne kadar “Büyük Çiftliklere” odaklanan “Yönetimli İlaçlı Savaşım” promosyonları bu kez “SFP / Small Farmers’ Project (Küçük Çiftçi Projeleri)” ile piramidin tabanında çoğunluk olan gruba yöneldi. Bu iş için daha fazla organize olmak gerekiyordu. Bu projelerin uygulamasında “FST” dediğimiz “Çiftçi destek Ekipleri” yer alıyordu. “SFP/FST” lerin “3 Temel Ayağı” vardı: IPM, Safety ve Aplikasyon Teknikleri. Biz hangi bölgede, hangi ürünü seçsek diye hesaplar yaparken Avrupa Birliği’ne açık kapısı olan İspanya, CISAM Projesi ile IPM‘i esas alarak yola çıkmıştı. Burada elde edilen verilerin yan ürünü olarak Bay Ledru Kuzey Afrika Ülkelerinde (Fas odağında) sera domateslerini “EVE Project (Export Vegetables to Europa)” ile destekleyerek hem Avrupa’nın ihtiyacını kesintisiz karşılamak ve hem de Fas’ın sebze dış satımını stabil kılmaya katkı sağlayarak “kazan-kazan” durumu yaratıyordu. Öte yandan Kolombiya, Yeni Zelanda gibi ülkelerde desteklenen “FST”lerde “Aplikasyon Teknikleri” ve/veya “Safety/Güvenlik” ile ürün, üretici, çevre güvenliğine duyarlılığı gelişiyordu. Peki biz, Türkiye olarak, her iki gruba da uymayan yapımızla Basel’ın bu olanağından nasıl yararlanacaktık ?
Kırmızı Tulum ve Kelebek Etkisi
Özel sektöre geçtiğimin ertesi yılında (Ekim 1986) Les Barges‘taki Ciba‘nın “Deneme ve Uygulama Çiftliği“nde katıldığım “Aplikasyon Teknikleri Ustalık Yolculuğu“nda üstüme giydiğim “Kırmızı Tulum“u 2009 yılında emekli olup ayrılıncaya kadar CINOS‘taki 24 yılımda üzerimden hiç çıkarmadım. Hatta daha sonrasında Akıllı Büyüyerek Gelişmeye çalışan yerli ve milli şirkette danışmanlık yaparken de “Kırmızı Tulum” Edirne’den Malatya’ya, Sarıgöl’den Eğirdir’e hep üstümdeydi (28 ay). Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘ndeki “Kuruluş Günü” kutlamalarındaki konuşmamın, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi‘nin “Kariyer Günleri” konuşmamın ana mesajı “Tulum ve Tulumba” idi. FST Projelerinin de karakteristik görüntüsü “Kırmızı Tulum” oldu. “Kırmızı Tulum” benim ve temsil ettiğim kurumların “İz Bırakan (tracer)” görüntüsü olarak zihinlerde yer etti. Bu sembolik görüntüyü hem tarlada hem de sahnede kullandım. Öyle ki 2003 yılında pazarlama müdürü iken, beraber olduğum iki “Ürün Uzmanı (BHG ve KA)” arkadaşıma yıllık toplantıda sahnede “Kırmızı Tulum” giydirirken akademik kariyer gelişmelerindeki “Cübbe” ile onurlandırma gibi bir etkisi olsun istedim. Oldu mu ? Yeterince değil. Alışmadık g**te don durmuyor.
Konuyu toparlamaya çalışayım. Biz henüz FST kavramına dışarıdan bakarken Eylül 1992 de otorite, Antalya’daki yıllık toplantıda “IPM nedir ?” diye tekrarlamalı olarak bana sordu (Güz Sorusu). Israrlı soru ve ısrarlı suskunluk sonrası gündemde olmamasına karşın kırmızı tulumla sahne aldım. Bu durum kariyer yolculuğumu değiştirdi. Sorunun açıklamalı ve uygulamalı yanıtı için Mart 1993 de İspanya-Alicante‘de yirmi ülke ile birlikte “IPM” konulu toplantıda ülkemdeki durumu “Bağ/Üzüm” odağında anlattım (Bahar Yanıtı). Bu konudaki gelişmeleri çok defa yazdım. Hatta “Alicante Horozu” olarak bir konuya dikkat çektim. Alicante’de FST projesi desteği için ilk adımları atarken 1993 yılında görevim ve sorumluluklarım “Teknik“ti. Ertesi yıl Macaristan-Budapeşte‘te yine bir “IPM” toplantısına katıldığımda görevim “Satış“tı. İlkinde “bekara karı boşamak kolay” yaklaşımı ile satıştan tepkiler alırken, ikincisinde “IPM” i bir adım ileride “İç Müşteri“ye “Integrated Promotion Management” gibi modifiye ederek ilk “FST” örneğimiz olan “Sultana“nın kabulünü kolaylaştırmaya çalıştım. SSTC prensipleri de bize bunu anlatmaya çalışmıyor mu ?
Antalya’daki bana sorulan “Güz Sorusu”nun yanıtını Alicante’de “Bahar Yanıtı” olarak geniş bir gruba yine ben verirken son slaytımda “Horoz, Tavuk ve Piliç” üçlüsü ile İngilizce bir cümle vardı. Bu görüntüyü “Alicante Horozu” olarak betimleyip blogumda dillendirmiştim (https://www.copcu.com/2016/02/01/yasam-bufesinde-alicante-horozu-2/). O yazımda “sapare aude / bilmeye cesaret et” sözüne ve bu sözün yer aldığı bir şiire de yer vermiştim. Alicante’de “dikkat” çektim. Ertesi yıl Budapeşte’de “dikkat”i “ilgi”ye çevirdim. Çok beklemeden iki İsviçreli Alaşehir-Sarıgöl bağlarında ellerinde Toblerone üçgenleriyle bağcılarla fotoğraf çektiriyorlardı (Videodaki ilk kare fotoğraf). Daha sonra Çeşme bahçelerinde Nezuş’un sofrasında Kavaklıdere şaraplarıyla ilk adımlar sosyal parçalarıyla da bütünleşiyordu (ekli videonun ikinci karesi). Çeşme bahçelerindeki bu yabancı konuk ağırlamaları tek taraflı mıydı ? Hayır.
GAT Dünyasının Sosyal Beraberlikleri
Videonun son karesi olan “Alsace/Eco de Museum” daki toplantının son gününde Bay Ledru beni mesai sonrasında Basel’dan alıp köyüne götürdü. Şirket binasının hemen önünden tramvaya bindik. Sonra trene… Yarım saat uzaktaki köyüne vardık. Karısı arabayla gelip bizi istasyondan aldı; evine götürdü. Nezuş gibi becerikli, hünerli, lezzetli yemekleriyle donattığı sofrasına konuk etti. Kızları ile sohbet edip aynı koltukta fotoğraf çektirdim. Köye yakın bir otelde konaklayıp, ertesi gün yurda döndüm. Bu kadar mı ? Hayır. CINOS‘un son evresinde ülkemin bağlı olduğu “Avrupa Ülkeler Topluluğu Müdürü” bay Fusco‘yu Çeşme bahçelerinde konuk ettik Nezuş’un sofrasında. Bir yıl sonra Bay Fusco da bizi Milano‘daki evinde, eşinin sofrasında konuk ediyordu. Hep dediğim gibi “Bu dünya GAT Dünyası“…
Her neyse, konuya döneyim. Çatıdaki çeyizlerime bakarken bir fotoğraf gözüme takıldı. Meğer 1986 da Les Barges‘daki iki haftalık aplikasyon teknikleri eğitiminde Bay Ledru, eğitiminin asistanlarından biriymiş; Sultana‘dan on yıl önce tanışmışız. Aynı fotoğrafta bir de Hans Pfalzer var ki, o da Sultana’nın “Aplikasyon teknikleri” ayağı için Bay Kroto‘nun davetlisi olarak Alaşehir’e geldi ve çiftçi uygulamalarımızı inceledi. Gördüklerini beğendi ve sadece “kullanılan su miktarını (spray volume)” fazla bularak daha az su ile daha geniş alan ilaçlamasını, ilaçlamalarda tasarruf yapılmasını önerdi. Buna kulak veren Kroto bey, İstanbullu İsvan beyle anlaşıp bağlarda uygulama yaptı ve az kalsın “Hacı Ömer” örneği ile “kendi bindiğimiz dalı keseyazdık“. Bu konuda satışa odaklı, kiritik günlerim olduğu için uygulamalardan uzaktım ve bölgemiz teknik danışmanı yapılanlardan da hiç hoşnut değildi. Ne günlerdi ama !
Kritiik Karar Anları
Süreç yönetiminde “milestone” ya da “corner stone” diye dikkat çekilen “Kritik Karar Anları” olur ya işte onun gibi kimi olgularla bir video montajlamaya çalıştım arşiviminde bulabildiğim karelerle. Bu arada ülkemde 1994 krizi yaşanıyordu bugüne benzer (bugün çok daha, çok çok daha kötü, çünkü etkili önleyici ya da iyileştirici önlemler alınmadığı için tetiklenen başıbozukluk içinde bunca bilgisiz muktedir, milletin orasına burasına koymaktan söz eden bunca gözü doymaz, haris bunca hainin soygunları kar topu gibi artarak sürüyor. Sanki guguk devletinin muz cumhuriyetinde osmaniyeli sedefli canana verilen cezalarla gözümüzü korkutmaya çalışırken, yarının belirsizliği daha bir yoğunlaşıyor gün be gün)…Benim de Ege bölgesi satış ve satış yönetiminde ilk yılımdı. Yirmi sekiz yıl önce bizden kopardıklarıyla yapılanan rakip “Fair Competition” a sığmayan (hafta sonunda terk ettiği masanın öte yanında hala müdürmüş gibi oturmaktan hicap duymayan kornişoncu) eylemlerle krizin etkilerini bize dönük artırmaktan çekinmiyordu. Öyle ki asma tavanın içine saklanmış telsiz esprisi bile anında telefonla geri tepiyordu aramızdaki casuslarla. Finansal kriz, ihmal edilen ilaçlı savaşım ve uygun ekolojik koşullarla 1995 yılında Bağda Külleme Hastalığı epidemi yaptı. Bağcılar feryat etti. Şikayetler zirve yaparken bağ pazarının lider külleme ilacı olan TPS bu olumsuzluklardan aslan payını aldı. Rakip ellerini avuşturuyor ve “seneye bir gram TPS satamazlar” demekten geri kalmadı. Biz FST nin verdiği “sapare aude” ile Sığırtmaçlı Köyünde Mustafa Doğrul‘un bağında “Poster Şovlu Bağcılar Günü” yaptık. Ve sürpriz…
Sultana’nın İlk Konuğu (Dr.PN)
Daha sonra Filipinler ülke müdürü olacak olan IPM Uzmanı Dr.P.Newton ülkemize geliyor. Bağcılar günümüze konuk oluyor. Davul zurnalı Bağcılar Gününden sonra Salihli-Değirmen‘de yediğimiz kutlama yemeğine ait görüntüyü videonun bir sonraki karesinde görüyorsunuz. Daha sonra tekrar konuğumuz oldu Newton bey. Bu kez Çeşme çimlerinde bir akşam üzeri şaraplaması yaptık ve Dr.Newton‘la Çeşme’de Emin’in “Köşem”indeki keyifli bir balıklamanın finalini hiç unutmadık. Ayrılırken kibar Newton beyin Nezuş’un elini Fransız nezaketi ile öpüşünü her zaman gülerek anlatırız. Çok güzel bir an olan bu el öpmede normal olmayan, öykülendirmeye değer olan nedir ? derseniz, yanıtını siz bulun şimdi yapacağım açıklama ile. Biz balığı elimizle yeriz; çatal-bıçak kullanmayız. Ve öpülen balıklı ellerin kokusu Filipinler’e kadar uzamış mıdır ? acaba
Basrayı, Pronosu Nasıl Yendik ?
“Basra Bağ Küllemesi“nin yerel adı; “Pronos” da “Bağ Mildiyösü”nün. Ekli videodaki grup yemeğine ait fotoğrafta Dr.Newton‘u Bağcılar Gününden sonra Salihli-Değirmen‘de grupla birlikte “Odun Köfte” yerken görüyorsunuz. İlk gelişindeki amacı uzmanı olduğu “IPM” konusunda “Sultana”yı değerlendirmekti. Ve tam da sorun odaklı, poster şovlu “Bağcılar Günü”ne denk gelmişti ziyareti. Davul zurna çalıyordu. İlgi yüksekti. Katılım fazlaydı. Köylerden bağcıları getirecek olan kiralık otobüslere ek olarak tee Buldan, Yenicekent‘ten bile kendi araçlarıyla gelenler vardı. Yığılmaları önlemek için turnikeler yapmıştık. Amacımız adım adım istasyon ziyaretlerinde bağcıların akışını optimize etmekti. Her istasyonda bir Cibalı ve bir poster vardı. Her adım kameraya çekiliyordu. Satışçılarımız (OG ve İS) sıradaki bağcılarla anket görüşmeleri yaparak bağa girişin hızını ayarlıyorlardı. İlk istasyonda alt sahanın satış sorumlusu İU nin istasyonu vardı. Poster sunumu yapan İU, SSTC nin temel prensipleriyle “Neden bu bağı seçtik ?” sorusu çerçevesinde interaktif anlatımını yapıyordu. Yılların ve yörenin satışçısı İU için bu sunum çocuk oyuncağı idi. Onar kişilik grupları ilk istasyona yolluyordu İS. Daha sonra ilk grup ikinci istasyona geçerken ikinci grup ilk istasyona geliyordu. İkinci istasyonda sunucu Dr.TÖ idi ve konusu da “Küllemeye karşı nasıl bir program yaptık ?” idi. Üçüncü istasyonda ben vardım. Benim posterimdeki soru da “Pronosu nasıl yendik?” … Teşkilatın (kamu) yerleştirmeye çalıştığı “Erken Uyarı Sistemi”ne destek olmaya çalışırken enstrüman olarak da yeni bir ilacı vurguluyorduk (RDM). Bu konuya dönük bir broşür yaptırmıştık. Broşürün ilk sayfasında “Pronostan korkma; ilaç kullanma !” uyarısı vardı. İkinci sayfasında “Erken Uyarıya güven, uyarı verilmedikçe ilaç kullanma ve uyarı verildiğinde RDM kullan” mesajıyla ilaçla sayısında tasarruf yanında esas olarak “tam zamanında ilaçlama yap” diyorduk. Dördüncü istasyonda Sultana Projesi‘nin lideri MÇ vardı ve posterinde “Alaşehir’de Bir Dost: Sultana” yazılıydı. Proje çalışmalarını anlatıp Alaşehir ofisimize davet ediyordu. Bu istasyondan sonra deneyimli satışçımız KHBT ve hanım stajyerimiz bağcıları demo alanına alıp bağı gezdiriyorlardı. İşte tüm bunlara tanık olan Dr.Newton merkeze nasıl bir rapor verdi bilmiyorum ama bu poster şovu yıllık toplantıda aynen tekrarladık. Böylece 1992 yılındaki “Güz Sorusu“nun yanıtı ve ölçülebilir ardılları (ROI: Return Of Investment / Yatırımın Geri Dönüşü) 1995 yılı yıllık toplantıda görsellikle yanıtlanmış oldu.
Sarı Yağmurluk
Charles Handy‘nin bir kitabı vardı; adı “Boş Yağmurluk“( https://www.copcu.com/wp-content/uploads/2009/06/bos-yagmurluk-1.pdf”). Newton bey üstündeki “Sarı Yağmurluk“la Alaşehir sokaklarında dolaşıyordu etrafa gülücükler saçarak. Bu ne demek şimdi ? diye düşünebilirsiniz. Dr.Newton‘un ikinci gelişine ait bir görüntüdür bu…Newton bey, iki yıl sonra tekrar Alaşehir’e geldiğinde ben bu kez Nolaşmış bir “Pazar Geliştirme Müdürü” idim ve Isparta elmalarına doğru yola çıkıyordum. Pazarlama Müdürü ile Pazarlama Hizmetleri Müdürü Newton beyi yanlarına almışlar ve Sultana Proje Lideri Mehmet’in programına göre bağ pazarının dinamiklerini inceliyorlardı. Yolumu Buldan üstünden Isparta’ya doğru çevirip onlara eşlik etmeye karar verdim. İki anı var yüzümüze gülümseme getiren. Biri köy kahvesinde bağcı Mahmut’un yeğeni genç “Filipis beyle ben İngilizce konuşucam” dedi ve başladı “One, two, three” ve devamı “Dört, beş altı...”Genç “sapare aude“nin gereğini yapıyormuş meğerse ancak “üç”e kadar yeten yabancı diliyle: “Bilmeye cesaret et” sözüne uyarak…İkincisi Piyadeler TKK Müdürünün odasındayız. Bağcıyı bağının mühendisi yapma gayretlerimize destek veren kooperatifin projemize katkılarını göstermeye çalışıyorken biz, müdürün tek derdi vardı, durmadan ısrar ettiği: “Filipis beye keman çalmak“. O da hünerini göstermek istiyordu. İşte bu ziyaret sırasında bir bahar yağmuru bastırdı birden bire. Newton beye bir yağmurluk bulmak gerekiyordu. Bir hırdavatçıya girip “Sarı Yağmurluk” alıp giydirdik. Biraz sonra Alaşehir’in çöpçülerinin üstünde aynı yağmurluk vardı. Bende “Kırmızı Tulum”, Newton beyde “Sarı Yağmurluk” ve biz Nogilli beşli (TA, AİB, MC, MÇ ve PN) renk cümbüşü içinde neşeliydik.
Çekli Doçentin Jeneratörü
Sultana’ya IPM’in bir enstrümanı olan “Biyolojik Mücadele” için bir açılım yaratmak istedik. Çekli Dr.Hoppe’nin tanıdığı Çekli Doç.Dr.Milan Hlucy devreye girdi. Milan beyin “BioCont” isimli bir laboratuvarı varmış ve özellikle faydalı akarlarla ticari boyutta kimi AB ülkelerinde geniş alanlarda (örneğin on bin dönüm gibi) uygulama yapıyormuş. Milan beyle ilgili birkaç küçük anımı yazmak istiyorum.
Milan beyin geleceği bildirildi ve ben onu Adnan Menderes Havalimanından almaya gittim. Uçaktan indi. Bagajından bir jeneratör çıktı ve alayım diye şöyle bir yokladım; yerinden kıpırdamadı. Sanırım Sovyet Rejiminden kalmış “gavur ölüsü” gibi bir şeydi; çok ağırdı. Daha sonra bu jeneratörü kullanarak Alaşehir bağlarının değişik lokasyonlarında gece yarılarını aşan “gece çalışmalarımız” oldu. Bağlardan biri köy mezarlığına yakındı. Köylüler ellerinde sopalarla bizi bastılar; “mezar hırsızı” sandılar. Biz, “Işık Tuzağı” kurarak bağ faunasını (böcekler) saptamaya çalışıyorduk. Bunların arasında öncelikle Typhlodromus pyri var mı diye bakıyorduk. Bağlarda yoğun OF ilaç kullanıldığı için önemli olan OF ilaçlara dayanıklı bir T.pyri bulabilmekti . Milan bey buldukları ve gördüklerinden umutluydu. Bu arayışa süreklilik kazandırmak için özellikle köy grubu ziraatçılara bir teklifi oldu: “Size ayda 100$ vereyim; her gece asacağınız böcek yakalama aparatlarını sabah güneş doğmadan toplayın”. Hiç kimse yanaşmadı (Typhlodromus pyri (Phytoseiidae)-research and …https://www.researchgate.net › …· 22 Oca 2018 — in IPM of fruit orchards and vineyards in the Czech Republic … and transfer of T. pyri has been used in mass by the Biocont Laboratory.).
Milan Beyle Nezuş’un iletişiminde “İkinci Kahve”
Bir hafta süren arazi çalışması sonunda cuma günü Milan beyi alıp Çeşme’ye getirdim; hafta sonunda Çeşme’de tatil yapsın diye. Evime yakın bir otelde yer ayırttım. Günün kahvaltıdan akşam yemeğine her öğününde Çeşme bahçelerimizin konuğu oldu. Sevimli biriydi. Nezuş’la sohbetleri iyi gelişti. Öyle ki cumartesi günü için deniz programı yaparken Ödemiş’ten bir telefon geldi. “Dünya Çiftçiler Günü“ymüş (dün gibi) ve bayimiz Dr.H.A. (daha sonra Üniversiteye geçip akademik yolculuğu tercih etti) bir radyo programına çağırdı. “Ödemiş FM” de patatesçilere dönük canlı yayın yapacakmış. Dr.HA programın moderatörü idi. Benim için Patates Mildiyösü mücadelesinde RDM ilacım açısından bulunmaz fırsattı. Katılmaya karar verdim. Bölgemiz teknik danışmanı Dr.TÖ‘e telefon ettim. Buluştuk. Birlikte gittik. Güzel bir program yaptık. Bay Milan’la eşim Nezuş ve oğlum Kerem Çeşme’de başbaşa kaldılar. Nezuş tek kelime İngilizce bilmiyor, Milan bey de Türkçe bilmiyordu. Sanırım “Boşnak” olmanın ortak platformunda anlaştılar. Akşam üzeri Çeşme’ye döndüğümde, Kerem’le balık tutmaktan dönen Bay Milan yerleri siliyordu. Videodaki dördüncü karede Dr.Hoppe, Doç.Dr.Hlucy ile bizi bir akşam yemeği masasında görüyorsunuz. Şimdi bu iş ve özel yaşam karması için bir diğer küçük anı, öykü anlatacağım.
Takviyeli Dostluklar
Nolaştığımız 1996 yılında Cibalı ben ve Sandozlu ÜG farklı, rakip iki şirketin Ege Bölge Müdürüydük. Belli ki; birimiz Nogillerin bölge müdürü olacak; diğerinin ne olacağı belli değildi. ÜG bölge müdürü oldu. “Pazar Geliştirme Müdürü (PGM / MDM)” diye bir görev icat edildi ve beni de “Fungisitlerden Sorumlu PGM” yaptılar. PGM’lüğü en mutlu olduğum iki görevden biri oldu. Benden önceki bölge müdürü için motivasyon aracı “sopa” idi; benden sonraki için “havuç” oldu. Bende ne sopa ne havuç vardı. Ne yaptığımı biliyordum; ancak buna bir isim bulmak ya da bir kulp takmak gibi bir derdim yoktu o zamanlarda. Daha sonra anladım ki yaptıklarım “MAP” e tam olarak uyuyordu (Mastery / Authenticity / Purpose: Ustalık / Özgünlük / Amaç > https://www.copcu.com/2017/03/24/yasam-bufesinde-onursuz-otobus/). Görevi devrettiğim günlerde “Müşteri İlişkileri” açısından gelişmiş durumları açıklıyor ve önerilerimi de yeni bölge müdürüne sunuyordum. Örneğin Amerikan Tipi Tütün (Burley, Virginya) pazarının ana müşterisi olan PM’te karar verici Dr.Yuda G. beydi. O bir etkileyici ve karar verici idi. Satın al(a)mıyordu. Satışta ona ulaşmada aracı olan bölgenin seçilmiş toptancı bayisi Ö..k ve İsmail A. beydi. Biz (ben ve eşim) bu aile ile özel yaşamda da (Çeşme bahçeleri) sıkı beraberlikler içindeydik. Bu ilişki düzeyini yeni bölge müdürüne önerdiğimde “Ben ailemi iş ilişkilerine sokmam” dedi, net ve kesin bir ifadeyle. Söylenecek bir şey yok. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır; yeter ki yiğitlik elden gitmesin. Biz (MNC) Çeşme bahçelerinde nice yabancı konuklar ağırladık tee Ümit’in Nato günlerinden bu yana ; öyle ki Bay Kroto ve eşi ülkeden ayrılmazdan önce Çeşme’de konuğumuz oldular ve konakladıkları otele bile gitmek istemediler; evimizde kalmayı yeğlediler. Hey gidi günler hey ! Yine yoldan çıktı yazım, tıpkı “Milton Erikson“ın beygiri gibi…
Diyalog Gözlemcileri
Sultana Projesi etki alanı başta Alaşehir ve Sarıgöl olmak üzere Manisa bölgesi çekirdeksiz üzüm üretim alanlarıydı. Burada söz sahibi olan etkileyici ise Manisa BKŞb.Md.lüğü ve iki ilçenin Ziraat Mühendisliği idi. Alaşehir’deki ofisimiz ve proje liderimiz bu iki ilçedeki bitki koruma uygulamalarıyla ilçe müdürlüğüne yardımcı oluyor ve hiç bir çatışma yaşanmıyordu. Çatışma daha çok iç müşteride dikkat çekiyordu. Bunu daha sonra açıklayacağım (unutmazsam). Manisa BKŞb.Md. Mahmut Y. yakın dostumuz olmakla birlikte teknik konularda, talimata uygun davranmada gerçekten de kurallara sıkı sıkıya bağlıydı. Bağın ve dolayısıyla Sultana’nın birinci öncelikli konusu “Bağ Külleme Hastalığı Alt Pazarı”ydı. Bu konu hem tüm firmalar için hem de dün olduğu gibi bugün de en önemli bitki koruma sorunu ve ilaçlı savaşım için en yüksek potansiyele sahip alt pazar. Her firmanın gözü bu alt pazarda, hem de birden fazla ürün (ilaç)le. Deneyimlerimiz ve gözlemlerimize göre, külleme mücadelesine ait teknik talimatların çiftçi koşullarındaki uygulamasında bir değişiklik, daha doğrusu bir ekleme yapma gerekliliğini gösteriyordu. Bunun için öncelikle Mahmut bey “ikna” edilmeliydi. SSTC Prensipleriyle (Hazırlık > Yaklaşım > Sunum (fayda) > İtirazların yanıtlanması > Sinyallerin yakalanması ve > “asking order”). Bunu Sultana’nın iki destekçisi (XL ve JPK) de bizzat görmek istiyorlardı. Ve Manisa’da bir restoranın terasında Manisa BKŞb.Md.lüğü elemanlarıyla yenilen bir akşam yemeğinde “beşli” yi görüyorsunuz (MC,MY,MÇ,JPK ve XL). Konu çok basit ve olması gerekenin gerekçesi de çok net. Neler bizi o noktaya getirdi ?
Buğdaydan Bağa ve Talimatlar
CINOS öncesinde (1970/85), Bornova ZMAEnstitüsü‘nde “Hububat Hastalıkları” ve son iki yılda da “Tohum Patolojisi” konularında çalıştım; araştırıcı olarak. Çeltik Hastalıkları konusunda da doktor yaptım. Özel sektöre geçtiğimin ilk günlerinde (Mayıs 1985) kucağımda iki temel konu vardı. İlki pamuk pazarında insektisit ve herbisit ağırlıklı satış destek çalışmaları ve ürün geliştirme; ikincisi de bağ pazarında Külleme Hastalığı ile savaşımda ürün ruhsatlandırma ve geliştirme (demo ve teknik promosyonlar). Kamuda otoritenin kabulde direndiği iki teknik konu vardı. İlki “sistemik etki”, ikincisi “karışım ilaç” ve otorite ikisine de karşı çıkıyordu. Biz de yan yollar, kestirme geçişler arıyor ve “lokal sistemik” ya da “translaminer” gibi spesifik sözcüklerle direnci kırmaya çalışıyorduk. Bizim de Cibalılar olarak, ivedilikle Triazole grubundan sistemik bir fungisite ihtiyacımız vardı, bu alt pazara girmek için; yıl 1986. Üç yıl sonra doçentlik sınavına girdiğimde de ilk soru bu dönemin ardılı ile ilişkili olacaktı sürpriz bir şekilde. Her neyse ! Bu geniş anlatım çerçevesinde demek istediğim TPS ticari adlı fungisitin ruhsat amaçlı çalışmalarında “Talimata Uygun” olarak “sürgünler bir karışken” ilk ilaçlamayı yaptığımızda tarih 17 Nisandı ve bağda külleme hastalığı simptomları görülüyordu. Talimatlar ikinci ilaçlama için “çiçekten sonra” daneler “saçma büyüklüğünde” olduğu zamanı (Mayıs ortası) işaret ediyordu ki böyle yaptığımızda ilk iki ilaçlama arasındaki süre yaklaşık bir buçuk ay ediyordu. Çok iyi biliyorduk ki önerilen dozlarda önerilen ve benzer külleme ilaçlarının etki süreleri iki haftaydı. Ortada önerilen, uyarılan ile doğru olan arasında büyük bir fark vardı. Buna göre ilaçlama yapılırsa, “bağın kritik iki dönemi“nde bağ, küllemeye karşı korunmasız kalacaktı. Bu kabul edilemezdi. Arada mutlaka en azından bir ilaçlama daha yapılmalıydı (çiçekten hemen önce). Doğru olanı yaptık. Doğruda direnmek TPS nin ruhsat raporunda da talimat önerisi nedeniyle zorluk yarattı. Bereket “Komite (EAK)”den sonraki “Grup” toplantısında sorun çözüldü ve yıl yitirmeden TPS pazara verildi. Onu ne doktorlar istedi ?
İşte Manisa’da bir restoranın terasında yenen akşam yemeğinin bir bölümünde ben, yerel etkileyiciyi bağda külleme ile mücadelede “Kritik Dönemlere” dikkat çekerek “Çiçekten Hemen Önce” TPS ile ilaçlama yapmanın gerekliliğini ve yararını anlatmaya çalışıyordum. Kolay olmadı ama oldu. Kolay olsaydı bize ve Sultana’ya, “Çiftçi Destek Ekibi“ne gereksinim olmazdı. Çıktığımız yoldaki engeller bizi nerelerden nerelere götürdü. Rakip (ki daha sonra Nolaşmanın diğer bileşeni olacağını bilmeyen ve oyunu kuralına göre oynamayan haris) “seneye bir gram satamazlar” dediği ertesi yıl (1996) satışını 16 dan 19 a, daha sonra 35 (2000) e ve 2005 yılında Rio (Brezilya) da “Başarı Öyküsü: Tatlı Sert” olarak sunum konusu yaptığım TPS patent süresi dolup da beş jenerik ilacın da pazara girdiği yirminci yılında fiyatından ödün vermeden 70 t satıldı. Yirmi yıla uzanan tutundurma çalışmalarında Sultana’nın etkileri ve yan etkilerini ROI (Return Of Investment / Yatırımın Geri Dönüşü) olarak irdelemek gerek…
Püf noktası / Kritik Dönemler
Çok mu önemliydi, çiçekten önceki döneme bir TPS ilaçlamasının girmesi ? Evet, gerçekten çok önemliydi. Herkesin gözü “çiçekten hemen sonrası”ndaki iki ilaçlamaya odaklıydı. Çünkü bu dönem hem ikinci “kritik dönem“di, hem de özellikle kalıntı açısından riskin en düşük olduğu zamandı. Yaklaşık olarak Temmuz ortasında üzümlere “ben düşer” ya da “tatlı su yürür” ve talimatlara göre külleme ilaçları son bulmalıdır. Bu durumda Nisan ortasından Temmuz ortasına kadar düzenli aralıklarla külleme ilaçlaması yapılırsa toplam altı ilaçlama söz konusu olur. Bu alt pazarda ilaç sayısı ve çeşitliliği fazladır. Kükürtten strobilurinlere kadar triazole ağırlıklı yirmiden fazla ilacı yoğun yer kapma savaşı vardır. Bu durumda TPS ilacımızı konumlandırmadan pazara salıverirsek altı ilaçlamanın en fazla %10 una sahip olabilirdi (toplam 0.6 ilaçlama x economic market potential). Biz “İki Kritik Nokta: Çiçekten hemen önce ve çiçekten sonra ince koruk döneminde mutlaka özel külleme ilacı TPS” yoğunlaşması ile Sultana çalışmalarında iki ilaçlamanın %90 nine sahip olduk (toplam 1.8 x economic market potential). Bu nedenle yirminci yılında, beş jeneriği pazara girdiğinde bile 16 dan 70 tona ulaşan bir grafiği oldu TPS nin Sultana destekleriyle. Demek ki bay Ledru ve “İz Bırakan” arkadaşlarının desteği ile Basel’dan beş yılda gelen yarım milyon Frank boşa gitmedi. Dediğim gibi “bu dünya GAT Dünyası“; hiç bir emek boşa gitmiyor.
Dr.J.Rüegg de nerden çıktı ? > (https://forum.birchmeier.com/autoren-portraits/dr-jacob-rueegg/)
Sordum “Neden geliyor ?” Kem küm yanıt geldi. Kapalı uçlu sordum “Denetçi mi ?” Hık mık net sözler yoktu. Kara kuru, bizim Memet gibi bir adam çıkıp geldi İsviçre’nin Wadenswil‘inden (SWAGROC: Swiss Agro Consulting International). Onu yalnız bırakmadık. Biz de Basın Danışmanı sevgili Bülent D.u yanımıza aldık ve Alaşehir-Sarıgöl bağ pazarının dinamiklerini birlikte inceledik. Daha sonra Jacob bey bizi Avrupa’nın basınında, Bülo da Ege Basınında yer almamızı sağladı (Yeni Asır: Ege Bağlarına İsviçre Desteği manşeti ile haber yaptı). Bu çalışmalar birkaç gün sürdü. Gün sonunda yine Salihli-Değirmen-Odun köfte müşterisiydik. Bülo olunca rakısız olmaz sofralarımız güneş kavuşmamış olsa bile (“Gündüz rakısı candır” der bizimkilerden biri). Odun köfteye de doyulmaz ki iştahınız varsa ! Köfteler geldi, bitti, yine geldi, yine bitti ve “sofranın açlarına” bakan ve bir porsiyonu bile çekinerek yiyen Jacob bey dayanamadı ve “Patron bizon avlamaya gitti” dedi. Akıllarda kalan güzel bir espriydi. Çalışmanın son gününde seyahati erkence bitirip Çeşme’ye doğru yola çıktık. Her neyse sanırım Temmuz 1997 ortalarıydı. Bir yıl önce ilan edilen “Nolaştık a dostlar” haberi üzerinden bir yılı aşkın süre geçmiş ama hâla üst düzey müdürleri kesinleştirememiştik. “Eski Kurt” İsviçre’de güçlü olan “Network”unu devreye sokup ülkemiz müdürünün altıncı ayında değiştirilmesini sağlamıştı (İçinde Furter’in de olduğu SNDZ Ailesinin gücüne rağmen). Sadece “Pazarlama Müdürü” kim olacak konusu beklemedeydi. Dr.Rüegg ile bağ alanlarındaki gözlemlerimiz bitmişti. Artık sıra Çeşme Bahçelerinde bir akşam üstü sefasına ve ardından da “Dalyan/Emin/Köşem” de balıklamaya gelmişti zaman. Ve işte videonun o karesinin öyküsü. Bahçemizin çimlerinde buluştuk. Alev ve Fatoş, Tahsin ve Tanay, Mehmet, Taner, Ali İzzet, Rüegg ve ben neşeli bir şekilde gün hakkında konuşurken bir telefon geldi ve Taner’in seçildiği haberini aldık. Şampanyalar patlattık. Kutladık. Keyiflendik. Ne var ki keyfimiz kursağımızda kaldı. Bir yıl sonra umut bağladığım TA, “Sadrazam Kellesi Almak” köşe yazısını okuduktan üç ay sonra şirketten ayrıldı. Bu ayrılış ve yeniden dönüşü de ayrı bir öykü konusu Sultana ile ilgisiz (!).
Yazeşian neden geldi ?
Yazımın bitmesine iki video karesi daha kaldı. Bir haftadır uzadıkça uzadı. Yan yollardan kurtulamadım. Bir blog yazısını aştı. Pek çok yerde bu anlatımın kimi karelerini yeri geldikçe “Sultana’nın Sultanları” olarak dillendiririm. Merkez’de kim söylediyse, ya da İstanbul’da hangi iletişimin arasında geçtiyse Mısır-Ciba’nın promosyon uzmanı C.Yazeşian bizi ziyarete geldi. Genel olarak “Satış Destek Çalışmaları“mızı görmek istiyordu. Sera bölgesi ve yakın yer olsun diye Menderes’e gittik ve sevgili Tezer’in abisi rahmetli Savaş B.ile görüştürdük. Odağımızda Alaşehir, Sultana ve Bağ pazarı müşterileri vardı. O günlerde “Biyolojik Preparat” üzerine yoğunlaşmıştık insektisit olarak. Klasik (!) insektisitlere (KH,OF ve SP) oranla daha fazla özen ve uzmanlık (!) isteyen B.t. esaslı biyolojik preparatları etkili olarak çiftçi koşullarında yer edindirmek doksanlı yılların başlarında gerçekten zordu. Her şey bir yana başta satış olmak üzere “iç müşteri” buna hazır değildi. Bu nedenle benim etki, yetki ve sorumluluk alanımda satış (OG) ile Sultana (MÇ) arasında tam bir “Çatışma” yaşanıyordu (tıpkı yazımın başındaki öykü gibi). Bana düşen görev de “Çatışma Yönetimi” idi. Bunu VIP’leri yapılandırırken TA’a anlatmakta zorluk çekmiştim. Ancak 1998 güzünde Nevşehir’de Nolaşınca aramıza katılan Sangillilerle SSTC Öğrenme Yolculuğu içindeyken sertifika vermek için bize katılan baş otorite ile özel görüşmede “Dr.Furter ve Ekibine FST Projeleri“ni anlatma görevini bana vermişti. Hem anlatmamı istiyor hem de onun istediği formatta anlatmamı istiyordu. Bu sunumda dikkati çeken bir kavram olarak “Conflict Management Skill / Çatışma Yönetimi Becerisi” slaytı dikkat çekiyordu. Gerçekten de öyleydi. Satışçı bağ bayilerine Salkım Güvesi mücadelesi için OF / EKLX ve SP/PLTN satıyor; Sultana lideri ise “BP / GR” promosyonu yapıyordu. Parçalar birbirine uymuyordu. İşte tam bu çatışma içinde bölgemize konuk olan Bayan C.Yazeşian ile birlikte bağ bölgesinde bayi (Rahmetli Hacı), TKK ve Bağ-Bağcı ziyaretleri yapıp BP için kullanılan “Tuzak“larla birlikte “Müşteri Kabulü”nü birlikte görmeye çalışıyorduk. Kuşkusuz Yazeşian hanım yine evimizde Nezuş’un özel konuğu oluyordu. Sultana’nın Yazeşian ile Ciba-Mısır’a nasıl bir kakısı oldu ? bilmiyorum. Ve videonun son karesinde Fransa’nın nostaljik bir yerleşkesinde altı kişi…
Yazım “Yılan Hikayesi”ne ya da “Pelivan Fıkrası”na döndü. Lastik gibi uzadı. Daldan dala atladı. Videodaki son kare ile bitireceğim “az sonra”… Allah kısmet ederse…
Écomusée d’Alsace (https://www.youtube.com/watch?v=4_4l35DFkng) ve Biyolojik Preparatçılar
Biz Ciba olarak, Nolaşmanın arifesinde, GR ile Biyolojik Preparata bağ ilaçlama programında Sultana destekleriyle yer vermeye çalışırken Basel’da bir grup bizi ve Yunanistan’ı bir “Workshop – Çalıştay – Atölye Çalışması” içinde topladı. Yer Alsace(Écomusée d’Alsace) idi. Avrupanın farklı ülkelerinden eski çiftlik binaları sökülüp getirilmiş ve canlı bir tarihi açık hava müzesi kurulmuş Alsace’da. Biz toplantı yaparken yan tarafta “Black Jack demirini döğüyor, Carousel (Atlı Karınca) dönüyordu.” İçi tüm sunum aletleriyle modernize edilmiş mekanın dışı eski bir çiftlik binasıydı; aynı kampuste konakladığım otel de öyle. Yakın yer olsa çoluk çocuk tekrar giderdim oraya. Fotoğrafın ortasında Dr.Hoppe’yi görüyorsunuz. Sultana’nın başından sonuna hep yanımızda oldu Çekli Hoppe…
Veladdalin amin ! Çok şükür bitti. Kırk gün kırk gece gittik, kırk tepeyi aştık, dere tepe düz gittik ve ne kaldı Sultana’dan aklımızda ?
*Hangi güz sorularına hangi bahar yanıtlarının sizi hangi bilinmezlere götüreceğini bilemezsiniz.
*Kırmızı Tulum’un Sultana’ya neler kattığını ölçemezsiniz.
*Ege’nin Sultana’sından Gaziantep’in Barak’ına uzanan sürecin Malatya odağında hangi güzelliklerin yattığını günü gelmeden yaşayamazsınız (Rahmetli Ahmet amca keyifle sitem ederken neden “Bundan sonra gardaşız” demişti ?).
*Sultana sürerken ve sonrasında “körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz” dedirtecek şekilde üç Biyolojik Preparatınızın olacağını;
*Kaptan gemiyi terk etse de iki yıl sonra daha güçlü olarak geri geleceğini ve onun etkisiyle
*Yıllık toplantı bile yapamazken tee Rio’da yıllık toplantı keyif yaşanacağını;
*İstanbul’da Boğaz’ın serin sularına bakarak krital kadehlerde şampanya yudumlarken Bornova’nın köhne fabrikasına yerleşeceğinizi;
*Tohumla birleşip Tilki’den sonra onları da İstanbul keyfinden çıkarıp Muradiye’ye getireceğinizi kim bilebilirdi ki ve…
Sözün özü; geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz. Size hiç bir dilek verilmemiştir ki gerçekleştirmek için gerekli olan güç de beraberinde verilmemiş olsun. Güç sizde; siz yeter ki isteyin. Şunu hiç unutmayın: “Bu dünya, GAT Dünyası“.
Sağlıcakla kalın.
Öykücü