Yaşam Büfesinde “Şeref Abi”

“…İki Şeref abi var. Birisi Birleşmiş Milletler Nesli Tükenmekte Olan Canlıları Koruma Komisyonu’nun derdine çare olan sanal Şeref abi; diğeri Bornova ZMAEnstitüsü’nde seksenli yıllarda beraber olduğum gerçek Şeref abi… Birincisi bir öykünün sanal kahramanı… Diğeri Enstitüdeki Şeref abi ki; Prof.Dr.Hasan Latif’in “Fraktal Yönetim” isimli kitabındaki “Damdaki Adam”ın tıpkısının aynısı (https://www.copcu.com/2009/01/09/yasam-bufesinde-damdaki-adam/)…”

Geçiş döneminde, Enstitü’den Ciba’ya uyumda neden bildiğimi okuyordum ? Cibalı Selami (ZM67-Dr.S.Ö.) nasıl Favorili oldu (1985/86) ? Marco Polo’daki otoritenin güz sorusunu İspanya baharında Alicante Horozu ile nasıl yanıtladım (1992/93) ? Synleşme sürecinde by-pass’tan bir ay önce Gördes gecelerinde, iki ay sonra Sarıgöl kahvelerinde ne yaptığımı biliyor muydum (2000) ?

(Dikkat ! Bu yazımı borzemliler.org blogunda aynen yayımladım. Daha doğrusu bu yazımı borzemliler.org için yazdım ve oradan copy/paste ile “Yaşam Büfesine” aktardım)

Merhaba

Birkaç gün önce Enstitümü ziyaret ettim. Uzunca bir süredir ısrarlı olduğum bir beraberlikti. Çarşamba günü özlemimi giderdim. Uzak diyarlardan yurda dönmüş olan Enstitü müdürüm Dr.T.Turanlı‘nın odasındaydım. Kırk yıl önceden pek fazla değişmemiş odanın dizaynı. Aynı odada rahmetli müdürlerim Necati Kaşkaloğlu, Mahmut Karman, Dr.Kâzım Türkoğlu ve Dr.Coşkun Saydam‘la pekçok anı yaşadım. Mekanın büyüklüğüne göre bu beraberliğe katılan kişi sayısı ilk buluşma, tanışma için yeterliydi. Başta Teknik Koordinatör Ekrem Kaya bey olmak üzere katılan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Devam edeceğini umduğum bu beraberliklerden blogumuzda bir yazı ile yeni bir ses, yeni bir nefes, yeni bir isim doğacağına inanıyorum. Bunun için ısrarcı oluyorum. Biz emekliler için bolca bulunan “serbest zaman” diliminin çalışan meslektaşlarım için oluşması, oluşturulması biraz emek ve çaba istiyor; ayrıca teşvik gerektiriyor. Bunu bekliyorum.

Yarım saat olarak planlayıp da kırk beş dakikaya uzanan bu beraberlikteki sohbette bir çerçeve yoktu. Diyalogun tetikledikleriyle Dr.Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”nden, S.Covey‘in “4L” sinden, “İkna”nın üç adımı gibi konular yanında enstitü anılarının öykü tadını da yaşadım. Bunun tetiklemesiyle bu yazımın başlığını “Şeref Abi” koydum. Sözünü ettiğim iki Şeref Abinin öykülerine biraz sonra kısaca yer vereceğim. Önce “Sanal Şeref Abi“nin öyküsü…

Sanal Şeref Abi nerede hata yaptı ?

Birleşmiş Milletler Nesli Tükenmekte Olan Canlıları Koruma Komisyonunda sıkıntılı bir konu görüşülüyormuş. Nesli tükenmekte olan bir orangutan türünün tek bir dişisi kalmış. Çiftleşecek hiç bir erkek orangutan bulunamamış. Komisyonun bir Türk üyesi varmış. Dayanamamış ve bir teklifte bulunmuş: “Bizim köyde bir Şeref abi var; aynı bu orangutan gibi. Ona uygun bir teklif götürürsek belki çiftleşmeyi kabul eder“. Komisyon üyeleri çaresizlikten bu teklifi kabul etmişler ve yanlarına dişi orangutanı da alıp hep birlikte Türkiye’ye gelmişler. Şeref abiyi köy kahvesinde okey oynarken bulmuşlar. Gördüklerine inanamamışlar. Gerçekten de Şeref abi aynı dişi orangutan yapısındaymış.

Komisyonun Türk üyesi durumu Şeref abiye anlatmış ve sözlerini “… bu işin sonunda bir de yüz dolar var” diye tamamlamış. Şeref abi biraz düşünüp “Kabul; ancak üç şartım var” demiş. Komisyon “Nedir şartların?” diye sorunca Şeref abi çiftleşme koşullarını sıralamaya başlamış: “İlk şartım, sevişirken öpüşmem”. Komisyon “tamam” demiş. Şeref abi devam etmiş “İkinci şartım, bebek erkek olursa babamın adını koyarım”. Komisyon bunu de kabul etmiş. Üçüncü şartı merak etmeye başlamışlar. Şeref abi biraz daha düşünürek ıkıla sıkıla “Üçüncü şartım, 100 dolar çok, 50 dolar veririm” demiş. Siz şimdi komisyonun yüzlerindeki şaşkınlığı bir düşünün. Ben bu öyküyü öğrenme yolculuklarında “dinlemenin önemi”ni çıpalamak için kullanırım. Şeref abi iyi dinlemiş olsaydı yüz dolar vermeyeceğini, aksine alacağını anlayacaktı. Şeref abi “mal bulmuş mağribi gibi sevişme iştahını yenememiş ve iyi dinlememişti”. Şeref abinin almak yerine üstüne bir de elli dolar vermeyi şart olarak ortaya koyması o yıllarda (!) ülkemdeki bir başka açlığı ifade ediyorsa da şimdilik bu konu yazı dışında kalsın. Şimdi gerçek Şeref abiye gelelim. Konu veya davranış açısından hiç bir benzerlik yoktur iki Şeref abi arasında. Sadece isim benzerliği nedeniyle bu yazımın içinde buluşmuşlardır.

Bizim Şeref Abi “BYB” lığı hak ediyor muydu ?

Bizim Şeref abiye geçmeden önce Prof.H.Latif‘in öykülendirdiği “damdaki adamı“ anlatımını blogumdan yazımdan kısaca buraya aktarayım (https://www.copcu.com/2009/01/09/yasam-bufesinde-damdaki-adam/)…”

“… Bir spor kulübünüz var. Bina eski, çatı kötü ve damı akıyor. İlgilenenen yok. Para yok. Ödenek yok. Sorun görünüyor. İlgilenenen yok. Bir gün adamın biri eline bir çekiç ve birkaç çivi alır. Dama çıkar. Birkaç kiremit kaldırır. Birkaç tahtayı onarır. Kimse ona bakmaz. Kimse onunla ilgilenmez. Ertesi gün yine aynı şeyi yapar. Yine ilgilenenen yoktur. Adam aslında ilgi beklememektedir. Kendi gücüyle yapabileceklerine bakmaktadır. Aradan bir hafta geçince dama bir adam daha çıkar. O da eline bir kaç kiremit alır ve çatının kırık olanlarını değiştirmeye başlar. İki gün sonra bir başkası elinde yeni tahtalarla gelir ve damı yenilemeye koyulur. Birkaç gün sonra bir hanım elinde çay ve kurabiyelerle gelir. Aradan bir ay geçtiğinde dam yenilenmiştir. Üstelik artık damı akmayan salonda bir grup insan gülerek, eğlenerek, paylaşarak öyküler anlatarak, keyifle spor yapmaktadır…”

İşte bizim Şeref abimiz böyle biriydi. Şeref abi “Ambar Ayniyat Şefi“ydi. Demirbaş ve sarf malzemelerinin depoya giriş ve çıkışlarının kaydını tutardı. Sorumluluğu bu kadardı. Ancak traktör mü bozuldu; tamir ederdi Şeref abi. Deneme için parsel işaret kazıkları mı gerek; keser hazırlardı Şeref abi. Sözün özü, Şeref abi her sıkıntıya çözüm bulmak için yardımcı olurdu; tıpkı “damdaki adam” gibi gönülden, gönüllü olarak, yüzündeki gülümseme eksilmeden. Ve tüm bu destekleri alanlar tarafından Şeref abinin adı “Bok Yedi Başı (BYB)” idi. Ancak bu ifade bir sövgü değil bir övgüydü. Hani hep deriz ya “Şerefsizin oğlu bir yol yapmış sanki uçak pisti“; işte bunun gibi.

Şimdi iki Şeref abi bir yana bu cümlelerin tetiklediği duygularla kendime dönüyorum. Ben çok mu farklıydım ? Enstitüde ve sonrasında “Tanımlanmış Sorumluluk Alanı (TSA)” dışında çokca uğraş verdiğim günleri unutmadım. Enstitüdeki sandıklar; CINOS‘taki seferberlikler hep sınırların ötesine geçmekti. Daha önce de yazdım. Sınırları aşıyorsan, aştığını bil ve gelecek tepkilere hazır ol. Google’a “copcu rubigon” yazarsanız ilk sırada iki yazıma ulaşırsınız. Bunlardan biri 25.10.2010 tarihli “sınırları zorlamak” https://www.copcu.com/2010/07/25/yasam-bufesinde-sinirlari-zorlamak/); diğeri de 21.07.2010 tarihli “maslaşırken” isimli yazımdır. Bir düzine yıl önce sektörümüzdeki yerli ve milli bir şirkete danışmanlık verirken bölümler arasındaki çatışmalarda yaşanıyordu (https://www.copcu.com/2010/07/21/yasam-bufesinde-maslasirken/).

Bu arada, Prof.Dr.Ahmet Altındişli ile iletişim kurdum. Beklentimi verdiğim linkle (bundan önceki yazım) anlatmaya çalıştım. Umutluyum. Bu arada sevgili Pervin (Dr.P.Önder) hanım beni telefonla aradı. Uzun uzun konuştuk. Ailesindeki sağlık sorunu izin verirse iki haftaya kadar bir yazı göndereceğine söz verdi. Sevindim. Aydın beyden sonra Pervin hanımı da sözcüklerdeki sesiyle derneğimiz blogunda görecek olmak beni şimdiden heyecanlandırıyor.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü